Yüzlerce tiyatro oyuncusu ve emekçisi 11 Eylül’de İstanbul İli Umumi Hıfzıssıhha Meclisi’nin yayınladığı kararla açlığa ve meçhul bir geleceğe mahkum edildi. Meclis, pandemi önlemleri kapsamında “Açık alanlarda yapılacak; konser, gösteri, festival vb. etkinliklere 14.09.2020 08:00’den itibaren hiçbir surette kesinlikle müsaade edilmeyecektir” kararı alarak İstanbul genelinde konser, tiyatro, gösteri dâhil tüm sahne sanatları faaliyetlerini durdurdu. Bu yazı kaleme alınırken Kültür Bakanlığı İçişleri Bakanlığı ile istişare ederek tiyatro, opera ve bale temsillerini söz konusu yasak kapsamı dışına çıkarmaya karar verdiğini duyurdu. Belli ki tepkiler işe yaramıştı. Bu az da olsa olumlu bir gelişme.
Anımsayacağınız üzere tiyatronun kalbi İstanbul’daki bu yasaklama kararından sadece bir hafta önce de İçişleri Bakanlığı genelgesiyle tüm Türkiye’de kafeterya, restoran gibi yerlerde hem canlı müzik, hem de kasetten müzik yasaklanmıştı.
Malum pandeminin başında Erdoğan’ın “Türkiye çarkları durdurma lüksüne sahip bir ülke değil” açıklamasının hakkını vererek üretime asla ara verilmedi. Ama iş sahne sanatlarına ve müzik sektörüne gelince demek ki ışıkları kapatacak lükse sahibiz! Öyle ya sanat ve eğlence bizim neyimize.
Elbette insan sağlığı her şeyden önce gelmeli ve kapalı alanda düzenlenen etkinlikler salgında risk oluşturabilir. Fakat alınan karar ile belediyeler ve çeşitli markaların sponsorluklarıyla sahne sanatlarına destek amaçlı oluşturulan sosyal mesafeye dikkat edilen oturma düzenine sahip açık hava sahneleri de kullanılamayacaktı. Böylece marttan beri bitkisel hayata giren özel tiyatrolar ve müzik / eğlence sektörüne öldürücü bir darbe vurulmuş oluyordu. Oysa pandemide normalleşme adımlarının atıldığı hazirandan beri Ayasofya açılışı, Erdoğan’ın Giresun Mitingi gibi kalabalık organizasyonlar pandemi tanımadı. Hatta Umumi Hıfzıssıhha Meclisi bu yasağı ilan ettikten sonra 2 gün erteleyerek uygulamaya soktu ve o 2 günde tahmin edin ne oldu? AKP İstanbul İl Örgütü’nün üye buluşması gerçekleşti.
İstanbul’da sadece Tiyatro Kooperatifi’ne bağlı 60 tiyatro var. Her bir oyunda sahnedeki oyunculardan sahne arkası emekçilerine kadar yüzlerce insan ve onların aileleri bu karar geçerli olduğu süre boyunca geçim imkanları ellerinden alınarak açlığa mahkum edildi. Bu yasağı getirenlerin onların yaşama koşullarına dair tek bir destek düzenlemesi yoktu. Marttan beri kapalı olan tiyatroların vergi ve sigorta ödemelerinin 6 ay ertelenmesi dışında tiyatroları yaşatmaya dönük hiçbir girişim yok. Benzer bir durum müzik ve eğlence sektörü için de geçerli. Canlı ve banttan müzik susturularak pandemiyle mücadele edildiğine kim inanır bilmiyorum.
Herhangi bir önlem veya destek sunmadan alınan bu kararlar önlem değil aslında sahne sanatlarının yok edilmesine dönük adımlarmış gibi okunuyor.
Elbette bu uygulamalar akla, iktidar hiçbir zaman ele geçiremediği kültürel alandan hınç mı alıyor sorusunu getiriyor? Muhalefete geçen belediyelerin özel tiyatrolara ve müzik sanatçılarına sağladığı destek ve bu şekilde elde ettiği imaj mı rahatsız edici oldu bilmiyorum. Ama her durumda geçimini bu sektörde çalışarak sağlayan emekçiler ve onların aileleri belirsiz bir geleceğe mahkum. Geçinmek için başka işler arayanlar, kapanan tiyatro sahneleri “kültür endüstrisinin” en kıymetli “sermayesi”nin erimesi anlamına geliyor.
Tiyatro emekçilerinin iktidara yaptığı çözüm için müzakere çağrısına henüz verilmiş bir yanıt yok. Oysa son derece karşılanabilir talepleri var. Sektörün emekçileri için acil bir destek fonu, sahne sanatlarını ayakta tutacak maddi koşulların oluşturulması ve var olan sahnelerin ayakta kalması ve seyircilerle buluşabilmesi için salonlarda standart oluşturulması. Müzik eğence sektörü emekçilerinin ve müzisyenlerinin akıbeti ise halen belirsiz.
Bunlar için adım atmak yerine şimdilik kaldırılmış olana benzer yasaklarla emekçileri açlığa mahkum etmek pandemi sürecindeki iktidar tavrının özeti gibi. Kendi bekası ve sermayenin ihtiyaçları dışında hiçbirimizin ihtiyacı göz önüne alınmıyor.