Kamu hukukçuları, hukuk ve siyaset felsefesi alanında çalışan bilim adamları ilk zamanlardan bu yana devleti çeşitli biçimlerde tanımlarlar. Kimi devleti doğan, yaşayan, ölen bir organizma gibi görmüş, kimi ekonomik örgütlenme olarak ele almış, çeşitli biçimlerde anlatmışlardır. Ancak sonuçta devlet, toplum düzeninin sağlanmasına yarayan bir mekanizma olarak ortaya çıkmıştır. İlk çağlardaki erken devlet yapılanmalarında ve hatta ondan önceki klan, aşiret vb kurumlarda bile ortak yaşamı düzenleyen kurallar vardır. Bunlar, din, ahlak gibi bağlayıcı kurallar veya liderin, şefin emirleri olsa da ilkel anlamda hukuk kurallarıdır.
Tarihte ilk yazılı hukuk kuralları Mezopotamya’da ortaya çıkmıştır. Sümerlerde bazı kurallar konmuş, özellikle Mezopotamya ile Anadolu arasındaki ticari ilişkilerde kimi kurallar ortaya çıkmıştır. Bunların en meşhuru Milattan Önce on sekizinci yüzyılda yazılan Hammurabi Kanunları’dır. Yine dağda Tanrı ile görüşmesinde Hazreti Musa’ya verilen On Emir de özünde birer hukuk kuralıdır.
Roma döneminde ortaya çıkan ve günümüzde de yürüyen özel hukukun temeli olan Roma Hukuku ise Milattan Sonra 520’lerin sonuna doğru İmparator Jüstinyen’in bir araya getirdiği yazılı kaynaklardır. Birçok hukukçunun kanaatine göre o döneme kadar canlı bir biçimde mahkeme içtihatlarıyla gelişmekte olan hukuk, yazılı hale gelmekle durağanlaşmış, gelişmesi durmuştur. Özellikle uluslararası hukuk alanında geçerli olan kuralların hemen hemen tümüne yakını Roma/Bizans kaynaklıdır.
Kişi hak ve özgürlüklerinin temelini oluşturan ilk yazılı metin ise 1215 yılında İngiltere’de kabul edilen Magna Carta’dır. Kralın yetkilerini sınırlandıran, özgürlüklerin kısıtlanmasını engelleyen en önemli hukuk kurallarındandır. 1679 daki Habeas Corpus Act ise yine İngiltere’de kral ile asillerin arasındaki yetkileri düzenleyen, mahkeme kararlarının kral emrinden üstün olduğunu kabul eden, kralın hiçbir şekilde mahkeme kararlarını aşamayacağını ortaya koyan kanundur.
Çağdaş devlette hukuk, devletin her alandaki yetkilerini açık, net ve eşitlik temelinde belirlemiştir. Soy, sop, cinsiyet, renk, dil, ekonomik durum, mevki ve makam ayrıcalığı gözetilmeden herkes hukuk önünde eşittir. Hukuk kurallarını çiğnemenin müeyyidesi herkes için aynıdır, hiç kimse farklı bir muameleye tabi tutulamaz.
Buraya kadar söylediklerimiz, teorik olarak her demokratik hukuk devletinde uyulması gereken kurallardır. Ülkemizde de eskiden beri varolan kurallar bilinmektedir. “Devletin bekası” için konulan ve kardeş katlini meşru kılan Fatih Kanunları, fethedilen yerler için çıkarılan uyum kanunları (Dulkadir Beyliği’nin alınmasından sonra çıkarılan Maraş Kanunu en önemlilerindendir), tapulara ilişkin ve temelinin Selçuklulara dayandığını sandığımız kurallar bunlardandır.
Ülkemizde devletin yetkilerini kısıtlayan kuralların başında gelen en eski metin ise 1807 tarihli “Sened-i İttifak”dır. Saray ile ayan arasında yapılmış ve pek de etkili bir kullanıma geçememiş olan bir belgedir.
Modern anlamda ilk Anayasa ise 1876 tarihli Teşkilat ı Esasiye kanunudur. O da ilk Meclis’in bir yıl içinde dağıtılmasıyla birlikte uygulama ortamı bulamamış, ona uygun olması gereken kanunlar, Saray tarafından ve ileride açılacak meclisin kabulüne kadar “kanunu muvakkat/geçici kanun” olarak çıkarılmışlardır. Bu kanunlardan bir kısmı son yıllara kadar yürürlükte kalmıştır.
Gerek 1924 tarihli Anayasa, gerekse önemli ölçüde demokratik kurallar içermekle birlikte tek millete dayalı, üniter yapılı Sünni Türk ulus devletini esas alan, 1961 Anayasası, Türkiye’de Hukukun üstünlüğünü sağlayamamışlardır. Zaten 1961 Anayasası, 70li yıllardan itibaren gelen darbeler sonucu “toplumumuza geniş gelmekte” denilerek sık sık değiştirilmiş, 12 Eylül faşizmi tarafından da tamamen ortadan kaldırılmıştır.
Günümüzde ise hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü kavramlarının içi boşalmış görünmektedir. Mahkeme kararları, ya talimatlar doğrultusunda hukukun tamamen dışında argümanlara dayalı çıkmakta, yahut hukuki olanlar yöneticilerin işine gelmeyince uyulmamaktadır. “Saygı duymuyorum ve uymuyorum” denilerek ta 1215’te kral emirinin üstünde olan kararlar bir kenara itilmektedir. HES’ler, maden sahaları, birçok özel hukuk davsındaki çelişik kararlar sayılmakla tükenmez.
Son olarak Avukatlık Kanunu’ndaki antidemokratik değişikliklerin üzerinden bir ay geçmeden yapılmak istenen yeni değişikliklerle avukatların savunduğu kişinin eylemi ile suçlanmasına yol açacak düzenleme daha gelmeden elli civarında avukat gözaltına alınmıştır.
Hukuk ve devlet arasındaki ilişkiyi en iyi gösteren gelişmelerden biri de Anayasa Mahkemesi’nin son kararına Sayın Soylu’nun tepkisidir. Anayasa Mahkemesi’nin anayollarda yürüyüşü yasaklayan yasa maddesiyle daha önce kamu hizmetine almada güvenlik soruşturması yapılmasına ilişkin maddeyi iptal etmesi üzerine güvenlikten sorumlu İçişleri Bakanı sayın Süleyman Soylu’nun mealen “Anayasa Mahkemesi ne yapmak, nereye gitmek istiyor?” demesi, Anayasa Mahkemesi Başkanı’na hitaben “madem güvenlik korkusu yok, koruma polisi kullanma, bisikletine bin, işine git, ben arabama binip giderim, sen de eskortsuz gider misin?” yolundaki sözleri bizi şaşırtmıştır. Kelimesi kelimesine yazmadığım, ancak aynı mealdeki sözlerin, devlet protokolünde Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı ve başbakandan sonra dördüncü sırada yer alan en yüksek dereceli mahkeme başkanına karşı ikinci tekil şahıs hitabıyla sarfedilmesini sayın Soylu’ya ve temsil ettiği makama yakıştıramadığımı belirtmek isterim.