Devlet, medya ve algı üzerine çekilen Resmi Sırlar filmi üzerine: Devlet yalanları
Hüseyin Bul*
II. Körfez Savaşı ya da Amerika’nın Birleşik Krallığı yanına alarak çok uluslu güçlerle Irak’ı ilhak savaşının öncesinde İngiltere ayağına mercek tutan Resmi Sırlar (Official Secrets) filminin mekânı doğal olarak İngiltere seçilmiş. Bunun sebebi elbette ki İngiltere istihbarat ve güvenlik servisinde çalışan Katharina Gün’ün başından geçen talihsiz olaylara dayanıyor olması. Evet, film gerçek bir olaya dayandırılarak senaryolaştırılmış.
İngiltere’ye sığınma başvurusunda bulunmuş ve her gün karakola imza vermek zorunda kalan Müslüman ve Kürt Yaşar Gün ile evli olan Katharina’nın (Keira Knightley) hikâyesi filmin ana damarını oluşturuyor… Mailine gelen, Birleşmiş Milletler daimi olmayan delege ve temsilcilerine Irak’ı işgal etme oylamalarında olumlu oy kullanmaları için gerekirse şantaj yapılacağına dair “Çok Gizli” belgeden sonra Katharina’nın vicdanının sesini dinlemeye karar vermesi üzerine başlıyor film. Bundan sonra merak ve gerilim artıyor. Bu belgeyi sızdırmaya karar verince savaş karşıtı bir arkadaşından yardım alır ve kimliğini gizli tutmaya çalışırken işlerin hiç de beklediği gibi gitmediğini fark eder. Yakalanması durumunda devlet sırrını ifşa etmekten vatan hainliğiyle yargılanacağını bilir. Filmde gerilim ve merak duygularını yükselten tam da bu haberin deşifresi sırasındaki sorgulamalar, eşinin sınır dışı edilme kaygısı parlatılarak ön plana alınmış.
Bizdeki devlet sırları
Benzeri hikâyelere bu coğrafyadaki insanlar oldukça aşınadır sanırım. Bir süre önce “Mit TIRları” haberiyle Can Dündar ve Erdem Gül yargılanırken birkaç gün önce de Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Hülya Kılınç ve Yeni Yaşam gazetesinden Ferhat Çelik ile Aydın Keser de buna benzer “Devlet Sırlarını” deşifre etmekten yargılanmışlardı. The Observer gazetesi muhabiri Martin Bright’ın (Matt Smith) Basın Şikâyetleri Komisyon Başkanı ile görüşmesi sırasında, “Halk adına toplanan bütün bilgiler halka açıklanmalı, tek sorun ne zaman olduğudur” babında bir şeyler söylüyor. Olayın üzerinden filmin yapıldığı yıla kadar 16 yıl geçtiğini düşünürsek, kısmen haklı olduğuna kanaat getirebiliriz. Bizim “Mit TIRları” ve “İstihbarat faaliyeti ile ilgili bilgi ve belgeleri ifşa etmek” suçlarının ya da kısacası devlet sırlarının filmi yapılır mı açıkçası pek emin değilim. Ne buna cesaret edecek bir yönetmen ne de yapımcı bulunur.
Halk için halktan yana
Amerika’nın Irak’ı işgal etmek için halkın yanlarında olup olmadığını sık sık anket yaparak desteğinin % 10 civarında olduğunu öğrenmesi üzerine her türlü şantaj, yalan ve manipülasyona başvurmayı mubah sayar. “Diriltme amaçlı, çabuk tepki kabiliyeti artırma çabası” içerikli “Çok Gizli” bilginin (belgenin) Katharina’nın elinden geçip basına sızdırılması üzerine basının iç yüzünü de öğrenmiş oluyoruz. Medyayı yanına almayan hükümetlerin aslında içeride ve dışarıda istedikleri gibi at koşturamayacaklarına da güzel bir örnek olmuş. Bizdeki havuz medyasının nerelerden geçtiğini, hangi gizli toplantılarla hizaya çekildiğini de az çok tahmin ediyoruz. The Observer gazetesinin haberi ifşa etmesi üzerine İngiltere’de ve Amerika’da birçok kişi ve kurum özellikle muhabirle röportaj yapıp tanışmak ister. Adeta gazetenin telefonları kilitlenir. Fakat çok kısa bir süre sonra bütün o röportaj istekleri, yayına alma hevesleri bir anda söner ve tek tek iptal edilir; gizli bir el devrededir sanki.
“Sansür uygulandığında sadece güvenlikle ilgiliyse uygulanmalı, hükümeti utandıracaksa haber yapılmalıdır” prensibini hatırlatarak yol gösteren Basın Şikâyetleri Komisyon Başkanı’nın tavrı ile sorguda “İngiliz Hükümeti için mi çalışıyorsun?” sorusu üzerine Katharina’nın: “Hayır, hükümetler değişir, ben İngiliz halkı için çalışıyorum, istihbaratı İngiliz hükümeti halkını korusun diye toplarım” demesi filmin hangi zeminde hareket ettiğini gösterir.
Nazım’ın, “vatan çiftliklerinizse/ Kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,” diyerek vatan hainlerini duvar diplerine dizdiği şiirinde belirttiği üzere, koltuklarını korumak için uydurulmuş bir safsatadan başka bir şey değildir. Dünyanın herhangi bir yerinden sıradan birini getirip bu ülkenin başına koysan dağına, ormanına, doğasına, suyuna, mimarisine, tarımına, köyüne, kentine, adaletine, hukukuna, eğitimine bir yabancıymış gibi zarar verir mi bilemiyorum. Filmdeki Katharina’nın vatan hainliğiyle suçlanıp ilk celsede beraat etmesi savaş suçları işleyen batılı ülkelerin kör topal da olsa bir adaletlerinin, işleyen bir hukuklarının olduğuna işaret ettiği gibi yanlışın neresinden dönersek kârdır aklıyla hareket etmenin de geleceği inşa etmede mihenk taşlarından birisi olduğunu gösterir.
Gelelim filmin oyuncularına; Keira Knightley bildiğimiz salon kadını, gözleri buğulu romantik filmlerinden apayrı bir rolle seyircilerin karşısına çıkması bence hiç de doğru bir tercih değil. Oyuncu hep aynı tür rollerde oynamalı anlamı çıkmamalı tabi. Bu rol için doğru kişi değil. Hayranlarının Dr. Who’dan aşina oldukları Matt Smith ve İngilizlerin alâmetifarikası Ralph Fiennes oldukça rahatlar ve seyircinin kulağına fısıldar gibiler.