‘Şöhretin iyisi kötüsü olmaz’ diyen varsa eğer, oturup biraz düşünsün. Herostratus ve Ebu Bevval, şöhret uğruna yapılabileceklerin sınırını epey zorlamışlar; onlarla yarışmak, pek iyi bir fikir değil
“Artemis Tapınağı’nı ben, kendi başıma yaktım. Bu zaferi başkalarıyla paylaşamazdım. Ben, korkunun bütün basamaklarını tek tek çıktım. Her aşamasını iliklerime kadar yaşadım ve bitti. Birincisi, yaptığım şeyi ilk düşündüğüm an duyduğum korkuydu ama şan ve şöhret kazanacağımı bildiğim için bu korku uçup gitti. İkincisi, beni tapınağın içinde yakaladı. Duvarlara zift sürüp çırayla tutuştururken. Birkaç vuruş, o korkuyu da alıp götürdü. En berbatı üçüncüsüydü. Tapınak yanıyor, tavan çatırdıyor, sütunlar devriliyor, mermer parça parça oluyordu. İnsanlar çığlık çığlığa saçlarını yolarak benim yaktığım ateşi görmeye geliyorlardı. Bunu da çabuk atlattım. Yanan tapınağın yanında bir tümseğe çıktım. Ve haykırdım. Heeeey, beni dinleyin. Bu tapınağı ben yaktım. Ben, Herostratus. Beni duydular, birden sus pus oldular. Ortalıkta sadece yanan tapınaktan çıkan sesler vardı. Sonra, üstüme doğru gelmeye başladılar. O suratlar. Gözlerindeki alevleri gördüm. İşte o an dördüncü korkuyu duydum. Ölüm korkusu. En cılızı da buydu. Çünkü ben ölüme inanmam.”
Yukarıdaki satırlar, bir tiyatro tiradı gibi duruyor belki ama değil. Adam gerçekten yakmış tapınağı ve öyle yarım yamalak iş de yapmamış. Derdi nedir diye sorarsanız, kendi söylüyor işte: Şöhret olmak! Şöhret basamakları şimdi daha sık aralıklı belki, tırmanması da daha kolay görünüyor ama çağlar boyunca hatırlanmak öyle basit değil; bunun için çok sansasyonel bir iş yapmanız gerekiyor. Herostratus da öyle yapmış işte. Tapınaktan bugüne tek bir sütun kalmış ama yakanın adı hâlâ dillerde. Öyle ki, ‘herostratik ün’ gibi bir terimi armağan etmiş insanlığın dil hazinesine.
120 yıllık tarih
Efes Antik Kenti’nde yer alan tapınak, 120 yılda yapılmış ve tanrıça Artemis’e ithaf edilerek M.Ö. 550 yılında tamamlanmış. Sidon’lu Antipader, tapınağın ihtişamını şöyle tarif ediyor: “Mağrur Babil’in üstünde savaş arabaları için yol olan duvarını ve Alpheus’daki Zeus heykelini ve asma bahçeleri gördüm ve Güneşin kolosusunu ve yüksek piramitlerin devasa işçiliğini ve Mausolos’un engin mezarını; ama Artemis’in bulutlar üzerine kurulmuş evini gördüğümde diğer tüm harikalar parlaklıklarını kaybetti ve dedim ki ‘İşte! Olimpos’un dışında, Güneş hiç bu kadar büyük bir şeye bakmadı.’”
Ta ki, M.Ö. 356 yılının 21 Temmuz’una kadar… Herostratus o gün sahneye çıkmış ve olanlar olmuş. Hikâyenin geri kalanı, mahkemede anlattığı gibi: Ben yaptım, çünkü yapmak istedim! Bu yargılamadan sonra Herostratus’un uzun yaşamadığı kesin görünüyor! Efesliler o günden sonra Herostratus’un adını silmeye de yemin etmişler ama Yunan tarihçi Strabon ismi ve olayı kayda geçirmiş ve Herostratus’un yaptığı boşa gitmemiş. Daha sonra tapınak 7 kere yeniden yapılmış ama bugün geriye ne yazık ki yalnızca bir sütun kalmış durumda.
Bizim neyimiz eksik?
Buraya kadar anlattıklarımızı sabırla okuyanlar, “Hep Yunan hep Yunan! Güzelim Ortadoğu’muzu çok küçümsüyorsunuz” diyorlarsa eğer, üzülmelerine gerek yok. Bizim coğrafyamızın da patalojik vakalar var ve bunların en ünlüsü tabii ki Ebu Bevval oluyor. Kundakçılık gibi büyük işler yapmamış o; daha küçük ama etkili bir pratiği var: Zemzem Kuyusu’na idrarını yapmak! Düşünün ki adamın adı bile yok; bilinmiyor. Bevval, Arapça’da “Çok idrar yapan, idrarını tutamayan” anlamına geliyor ve şahsın adı tarihe öyle geçmiş!
Zemzem, bilindiği gibi, Kâbe yakınında mübarek kabul edilen bir kuyu ve geçmişi İslamiyet öncesine de dayanıyor. Rivayetlere göre kuyu, Hazreti İbrahim’in oğlu İsmail’e armağandır. Suyu hacılar tarafından asırlar boyunca dünyanın dört bir yanına taşınmış, mübarek sayılmış bir kuyu. Şöhret kazanmak için Ebu Bevval’in orayı hedef seçmesi bu bakımdan çılgınca görünüyor. Hedef seçiyor ve gidip herkesin önünde kuyuya bir güzel idrarını yapıyor. Bu tuhaf eylemden sonra kendisinin kaç dakika hayatta kalmış olduğu bilinmiyor ama asırlarca sürecek bir şöhreti yakaladığı kesin. Bugün bile hâlâ kendisinden “Zemzem Kuyusu’na işeyen kişi” demek olan “Bevval-i çeh-i Zemzem”, yahut Arapça’da ‘işeyenlerin babası’ anlamına gelen ‘Ebu Bevval’ deniyor ve bu isim şöhrete ulaşmak için saçma sapan iş yapanlar için bir deyim olarak kullanılıyor. Ziya Paşa’nın bir şiirinde bile geçiyor hatta: “Bevvâl-i çeh-i zemzemi la’netle anar halk / Sen Kâbe gibi kendini hürmetle benîm et.”
***
Neyse işte… Şimdi artık böyle büyük sansasyonel figürler yok hayatımızda. Ne skandalın ne şöhretin tadı tuzu var. Modern çağlardayız ve bu, ‘hafıza-i beşer’in ‘nisyan ile malul’ olduğu anlamına geliyor. Gaz odalarının bile unutulduğu yüzyıllarda şöhret, çok büyük hızla ve kolayca geliyor ve aynı hızla, aynı kolaylıkla çekip gidiyor. Ne halt yeseniz yarına kalmıyor; bir başkası ondan daha büyük bir rezilliğe imza atıyor, sonra bir başkası, sonra bir başkası daha…
Yine de iki ayrı coğrafyadan bu iki tuhaf karakter, tarihin ilerleyen zamanlarında da aklımızdan çıkacak gibi görünmüyor. Sonradan gelenlerin onların şöhretine ulaşması da zor. Ağır bedel ödemiş adamlar sonuçta!