Ezen ulus milliyetçiliği, ırkçılığın makyajlı halidir. Ancak makyaj yüzleri saklayamaz, görünümlerini değiştirebilir, olsa olsa yüzlerden silinene kadar. ‘Açığa kavuşturulan her konu, makyajı silinen yüz hükmündedir’
Cengizhan Kaptan
En çok yapılması gereken şeylerden birisi de oluşturulan kategori ve kavramların yeniden ele alınması ve tanımlanması belki de. İçselleştirilmiş kavramlar, birey ve toplumda meşru bir zemine otururken aslında meşru farz edilen şeyin, örneğin bu yazıda işlenecek olan (hakim ulus) milliyetçiliğin(in), esas niteliği ancak bu yeniden tanımlamalarla yapılabilir. Yeniden tanımlamadan kastım ise dar bir zeminde değil, toplum ve birey tarafından aktif bir biçimde önermelerin/tanımların tartışılarak, çürütülerek, yeniden üretilerek ortaya konulmasıdır.
Türk ulusal kimliği ve ırkçılık
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda ulus-devlet paradigması doğrultusunda tanımlanan Türk ulusal kimliğinin oluşturulması için birçok uğraş verildi. Tekrar etmeye gerek yok, birçok değerli ismin bu konuda çalışmaları zaten mevcut. Cumhuriyet öncesi seçeneklerden birisi idi Türkçülük, bu konuda Yusuf Akçura’ya mektubunda bunu açıkça dile getiren Ahmet Ferit Tek’in Cumhuriyet’in ilk İçişleri Bakanı olması tesadüf olmayan birçok tarihi örnekten biridir. Değinilmesi gereken, ulus olmayan topluluklardan bir ulus yaratma gayretidir. Bu “kurgu” Türk milliyetçiliği hakkında önemli ipuçları vermektedir.
Bu kurguya zemin hazırlayan Lozan sürecinde Kürtlerin bu ulus-devlet içindeki konumlarının ne olacağı ortaya çıkıyordu. Çoklarının düşündüğünün aksine, İsmet İnönü’nün Lozan’da ‘Türklerin ve Kürtlerin ortak meclisini temsil’ ettiğini söylemesinin aslen Kürt ulusu temsil edilmeksizin Kürt ulusunun iradesinin ipotek altına alınması olduğunu düşünüyorum. Bugün Suriye barış görüşmelerinde de Kürtlerin nasıl devre dışı bırakılmaya çalışıldığına benzemektedir bu durum bu bakımdan.
Gerçek yurttaşları tarafından temsil edilmeyen bir ulusun ise başka bir oluşum (devlet vs.) tarafından kontrol ve zapt altına alınacağı açıktır, böyle de olmuştur. Bugün bazen dile getirilen Lozan koşullarına dönmenin karşılığının olmadığına ya da -varsa- bu karşılığın adeta aynı şeylerin tekrarlanması için bilgisayara atılan bir ‘reset’ işleminden farksız olduğunu düşünüyorum; oysa konu, “format” atabilmek olmalıdır.
Irkçı teoriler
Cumhuriyet kurulduktan ve egemenlik uluslararası planda tanındıktan sonra, yukarıdaki görüşü destekleyen ulus (millet) kurgusuna yönelik birçok açık ırkçı eylem ve icraat gerçekleştirilmiştir. Irkçı dil ve tarih teorileri, binlerce kafatasının incelenip Mimar Sinan’ın kafatasının “ortadan” kaybolması(!) ilkelliği gibi. Ve daha nice “ayıp”.
Diğer yandan, “Vatandaş, Türkçe konuş” uygulamaları sonrası, örneğin Abdülhamid’in kendine yeter biçimde Çerkes diline vakıf olduğu ile gururlanan Çerkesler bir anda yeni bir coğrafyada yeni bir dilin mecburi bir biçimde öğrenilmesi ya da Çerkes Ethem’in başına gelenleri yaşama arasında tercih(!) yapmışlardır. Misal, Türkiye’nin ilk kainat güzeli seçilen Keriman Halis’in, yurt dışında aslında bir Çerkes olduğunu fısıldaması bir ömür boyu sessizliğe bürünmesine neden olmuştur. Bugün de ulusal kimlik, ulusal bilinç ve ulusal sorun anlamında Kürt ulusunun gerçekliği mevcuttur. Başta Kürtlere ve de diğer uluslara dayatılan (Lazlar, Ermeniler, Çerkesler, Araplar vs.) “Türkleştirme” politikası, yüz yıla yakın bir süredir uygulanmakta ve özellikle Kürt sorunu anlamında sonuçsuz kalmaktadır.
Ulus-devlette yer kalmadı
Ulus-devletin kurucu partisi CHP, önce 1923’te Halk Fırkası adı ile kuruldu. 1924’te isminin başına Cumhuriyet eklendi. 1935 yılında da bugünkü adı olan Cumhuriyet Halk Partisi adına kavuştu. Bugün de bilinen meşhur altı ok aslında CHP’nin ilk kuruluşunda mevcut olmayan ilkeleri kapsar. 1923’te parti kurulduğunda üç ilke vardır: cumhuriyetçilik, halkçılık ve milliyetçilik. 1924’te laikliğin benimsenmesi ile laiklik dördüncü ilke olarak eklenir. 15 Mayıs 1931’de gerçekleşen 3. Büyük Kurultay neticesinde inkılapçılık ve devletçilik de ilkelere eklenir ve 1933’te cumhuriyetin 10. yılına özel logo tasarlanır ve çizilir (Oçak, 2019).
Görüldüğü üzere, milliyetçilik kuruluştaki ana ilkelerden birisidir. Fransız Devrimi’nde yükselen eşitlik, özgürlük, kardeşlik şiarı cumhuriyetçilik, halkçılık, milliyetçilik olarak yer bulmuştur kendine. Türklerin ulus-devletinde bu da kritik bir duruma işaret eder. Özgürlük ve eşitliğin ne başta ne de sonradan eklenen ilkelerde yer alması Cumhuriyet’in niteliği hakkında fikir verir.
Milliyetçiliğin suçlayıcı özelliği
Bu kurgulanan ulus, Türklerin, Türklüğün, Türkçülüğün hakim olduğu bir kurgudur. Kâh İskân Kanunu adı altında Türk olmayan diğer ulusları ‘serpiştirme’ yoluna gider, kâh ‘Vatandaş, Türkçe konuş!’ der, kâh edeplendirme adı altında Dersim’de olduğu gibi bombalar, “kahreder”, yok eder (“Kürt tedibi”, Kürtlerin hem terbiyelendirilmesi, edeplendirilmesi hem de suçlu oldukları için cezalandırılmaları anlamına gelir). Kürtler, bu anlamda ulus-devlet paradigması olan Türk milliyetçiliğini (aslında ırkçı-sömürgeci tutumu) kabul etmediler. Kürtlerin kendi komünal/aşiret yaşamları (modern olmayan her yaşantı biçimini gerici olarak damgalamak bir kısım sol anlayışın da esiri olduğu emperyal bakış açısının açık tezahürlerindendir) doğrultusunda kendi topraklarında bağımsız bir ulus olarak yaşama talebinin cezalandırılması Türkçü milliyetçilik anlayışı hakkında tekrar önemli bir ipucu verir.
Burada Türk milliyetçiliğinin barışçı, ulusal bilinç ve bağımsızlık gibi değerlerin ötesinde, kolonyal, yayılmacı ve absorbe/asimile edici özelliklerini de görebiliriz. Bu asimilasyona tabi olmayan, direnen ise ilhak edilmiş bir toprak ve gayriresmî bir sömürge düzeni halinde yaşayan bir ulustur. Bir tür özel kültür savaşı diyebileceğimiz sayısız uygulamalar ile Kürtlerin ulusal kimliği anlamsız, kaba, vahşi bir biçimde reddedilmiştir; Cumhuriyet tarihinin milliyetçiliğinin özetinin özeti budur. Bayrak fetişi, dünyaya bedel olma, düşmana korku salma gibi sürekli bir yeniden üretim mekanizması ile Türk olmayan, Türk olmadığını söyleyen her ulusun potansiyel ya da fiili bir düşman olduğu noktası içselleştirilmiştir. ‘Türk ırkı’ gibi bir yüceltme ile (Türk ırkı diye bir ırk yoktur, ırk bambaşka bir konudur) Türk olmadığını söyleyen herkese yönelen bir düşmanlık ezen ulusun karakteristiği haline gelmiştir.
Ezen ulus milliyetçiliği
Pekâlâ, o zaman zor bir alana girmiyor muyuz? Milliyetçilik ile ırkçılığın bağlantısına? Neden örneğin Kürt işçilerine yapılan saldırıyı ırkçı (aslında daha fazlası) olarak nitelendiriyoruz? Saldırgan milliyetçilik, barışçı milliyetçilik gibi yeni kavramlar mı üretmek gerekiyor?
Bir an durup düşünelim: Irkçılar, kendilerine ‘ırkçı’ denilmesinden nefret ederler. Faşistler de öyle. Ancak ‘milliyetçi’ denilmesinden hoşlanırlar. Neden? Bu husus da milliyetçiliğin nasıl bir makyaj olduğunu ortaya koyar. Çünkü ırkçılık, sömürgecilik gibi çok daha farklı nedenlere dayanır. Ulus kurgusu ve milliyetçilik ötesinde, basit bir nefret ve ötekileştirme gibi nedenlerin ötesinde, ekonomik hakimiyet, istila gibi nedenleri de vardır ırkçılığın. Tam da bu yüzden milliyetçilik, ırkçılığa makyaj olarak görevini yerine getirmektedir.
Makyajlı ırkçılık
Etienne Balibar, tarihçilere dayanarak ırkçılığın günümüzde hem kuramsal söylem hem de kitle anlamında görünüm olarak milliyetçilik tahtında geliştiğini ifade eder (Balibar & Wallenstein, 1991). Türkiye’de de durum budur. Hiçbir siyasi kurum ya da parti ismine ‘Irkçı … Partisi’ yazmaz ama ‘Milliyetçi … Partisi’ vs. yazmak fiyakalıdır. Ama saklanan şey duvarlara makyajsız yazılabilir ‘cezalandırma’ yapıldığında, ‘Yaşasın Irkçı Türkiye’ diye. Dışavurumun bu kadar billurlaştığı makyajsız gerçeklik, kendini tüm benliği ile ortaya koyar saldırılarda, linçlerde… Bu anlamda kendilerini Türkçü olarak tanımlayan ırkçıların, zapt edilen bireysel ve toplumsal yaşam alanlarında kendi kimliğini ortaya koyan bir Kürde ‘Kürtçülük yapma!’ demesi aslında bir egemenliğe tehdidin ifadesi ve ırkçılığın yansıtma ile ‘öteki’ üzerinden bir kez daha ortaya konmasıdır. ABD’de olsalar haklarını arayan bir siyaha ‘zencicilik yapma’ diyebilirlerdi diye düşünmeden edemiyor insan. Ezen ulus milliyetçiliği ile ezilen ulusun ulus bilincini aynı şekilde işleyen anlayışların anti-sömürgeci bakış açısından uzak olduklarını da bu noktada belirtmeyi uygun görüyorum. Irkçılığın sömürgeci döneme ait ve kolonyalizmin gelişim sürecinde onunla birlikte kalıp değiştiren özelliklerini görmezden gelmek kolonyalizmin dinamiklerinin anlaşılmasına engel teşkil etmektedir.
Sözün özü: Ezen ulus milliyetçiliği, ırkçılığın makyajlı halidir. Ancak makyaj yüzleri saklayamaz, görünümlerini değiştirebilir olsa olsa yüzlerden silinene kadar. Gururla ‘Ben Türk’üm’, ‘milliyetçiyim’, ‘ulusalcıyım’ vesaire diyenlerin bir defa daha düşünmeleri dileği ile. İnşa edilen ‘Türk kimliği’, ırkçı bir kimliktir.
“Açığa kavuşturulan her konu, makyajı silinen yüz hükmündedir” diyelim, bitirelim.
Kaynaklar
Balibar, E., & Wallerstein, I. (1992). ‘Irk ulus sınıf’. Metis Yay., İstanbul.
Oçak, Z. (2019). CHP’nin logosu Altı Ok’un siyasal ve kültürel temsillerinin Kemalizm’in kültür ve ekonomi politikalarının demokratik eleştirileri bağlamında incelemesi. Dumlupınar Üni. Sosyal Bilimler Dergisi, 61, 19-37.