12 Eylül’ün ardından “darbenin ülkeyi 40 yıl geriye götüreceği” sıkça söylenirdi. Bu sözün anlamı o zamanlar tam olarak tahayyül edilemiyor, bir ülkenin hangi nedenle olursa olsun 40 yıl geriye gidebileceği çok inanılası gelmiyordu. Koskoca bir ülkenin mücadelelerle oluşmuş, eksik gedik de olsa kurumsallaşmış toplumsal düzeni, bir gece yarısı televizyona çıkan bir üniformalının yaptığı açıklamayla nasıl olur da onlarca yıl geriye giderdi?
12 Eylül darbesinden buyana tam 40 yıl geçti. Ortalama insan ömrünün yarısından uzun sayılabilecek bu sürede darbenin karanlığı ülkenin üzerinden hiç kalkmadı. Birçok nesil bu karanlığın içine doğdu, büyüdü; işçi oldu işsiz oldu, kimi hakları için mücadele ederken kimi iş cinayetlerinde yitip gitti, daha 40’ına bile gelemeden.
Darbenin birinci hedefi, kapitalizmi 60’lı yılların sonunda girdiği krizden çıkarmak için benimsenen yeni sermaye birikim rejiminin önünde engel görülen işçi hareketini ezmekti; ulusal ve uluslararası sermaye böyle istemişti. Ama dönemin hükümeti, giderek yükselen işçi hareketini ezmeyi başaramadı. Darbe dinamiği de işte o zaman devreye girdi. Asker eliyle yapılan darbe, baskı düzenini tesis edip işçi sınıfını ve diğer demokrasi güçlerini bastırınca iktidar, sivil darbecilere devredildi. O zamandan bu yana da farklı adlar altında partilerin kurduğu hükümetler darbe rejimini sürdürüyor. İşçi hareketinin baskı altına alınması sayesinde işçi sınıfının elindeki kazanımlar da bir bir yok ediliyor.
Darbenin işçi sınıfının yanı sıra diğer hedefi Kürt halkıydı. Darbeyle birlikte Türkiye’nin tümünde olduğu gibi Kürt coğrafyasında da siyasi, ekonomik, sosyal ve demografik alanda olağanüstü bir dönem başladı. Kürtlerin darbenin hedefi haline gelmesi birbiriyle ilişkili şu üç nedene dayanıyordu:
1- Türkiye’yi ucuz emek alanı haline getirmeyi amaçlayan neoliberal politikalarla artan sınıf çelişkilerinin üzerini Kürt düşmanlığı ile yükseltilen milliyetçilikle örtme çabası.
2- 12 Eylül darbesi sonrası Kürtlere yönelik baskı ve şiddet karşısında Kürt hareketinin başlattığı mücadelenin sindirilmesi.
3- Devletin çatışma ortamını fırsat bilerek uygulamaya koyduğu Kürtleri yerinden etme politikası.
Darbe sonrası dönemde dört binden fazla köy boşaltıldı; kırsal alan adeta insansızlaştırılarak beş milyonun üzerinde insan yerinden-yurdundan edildi; ekonominin temelini oluşturan tarım ve hayvancılık büyük darbe aldı; var olan sermaye yatırımları metropol alanlara kaydı; özel sermaye yatırımları yanında kamu yatırımları da durdu; kalifiye emek göçü hızlandı; ticaret ve küçük ölçekli üretim ağır zarar gördü ve bütün bunların sonucunda ekonomi onarılması olanaksız büyük bir darbe almış oldu. Bölge ekonomisi 1970’li yılların gerisine düştü. İşçi, köylü, memur, esnaf ve toplumun her kesiminden insanların ekonomik durumu hızla kötüleşti, yoksulluk giderek arttı. Öte yandan çatışma süreci boyunca binlerce genç yaşamını yitirdi. Hiçbir sosyal güvencesi olmayan bölge halkının can güvenliği de ortadan kalktı.
7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından 12 Eylül darbe rejimi yeni bir boyuta taşındı; aylarca süren sokağa çıkma yasakları ve operasyonlarla en temel insan hakları ihlal edildi. 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ilan edilen OHAL’le birlikte Kürt siyasi hareketinin temsilcileri tutsak edilirken, seçilmiş yerel yöneticilerin yerine kayyum atandı. OHAL koşullarında yapılan anayasa değişikliği ile parlamenter düzen kalıcı olarak işlevsiz hale geldi ve ülke otokratik, tek adam rejimiyle yönetilmeye başladı.
12 Eylül darbesinin hedefinde olan iki kesim, işçi sınıfı ve Kürtler, geçen 40 yılda darbe rejimine karşı mücadeleyi ortaklaştırmakta yetersiz kaldı (Sosyalist, demokrat kamu emekçileriyle Kürt kamu emekçilerinin aynı çatı altında örgütlendikleri KESK ile doğrudan içinde yer almasa da birçok zaman Kürt halkının demokratik taleplerini destekleyen TTB ve TMMOB mücadeleyi ortaklaştırmanın istisnai örneklerdir.). Bunda işçi hareketinin örgütsüzlüğü; sol hareketlerin işçi sınıfını yeterince kapsayamaması; devletin sol, sosyalist, demokrat hareketlerle Kürt hareketinin bir araya gelmesini engellemek için oluşturduğu baskı gibi nedenlerin yanı sıra Kürt düşmanlığı üzerinden yükseltilen milliyetçiliğin de etkisi önemlidir.
Siyasal alanda ortak mücadele çabası, üretim sürecinde mücadeleyi ortaklaştırma gayretlerinden daha etkili oldu. Sosyal demokrat, sol ve sosyalist hareketlerle Kürt siyasi hareketi 90’lardan itibaren çeşitli oluşumlar altında bir araya geldi. Bu konuda en başarılı girişim şüphesiz HDP’dir. Doğusuyla batısıyla Türkiye halklarını bir araya getirmeyi başaran HDP, tüm baskılara, engellemelere rağmen Türkiye’nin üçüncü partisi haline geldi.
Darbenin üzerinden 40 yıl geçti. Eğer darbe ülkede hakkı, hukuku, adaleti, demokrasiyi 40 yıl geriye götürmekle kalsaydı, bugün darbe öncesine dönmüş olunurdu. Oysa 2020 Türkiye’si 1970’lerin Türkiye’sinden karşılaştırma kabul edilemeyecek kadar geri durumdadır. Bu da darbe rejiminin 40 yıldır kesintisiz devam etmesindendir. Müdahale edilmezse darbe rejimi, otoriterliğini daha da arttırarak sürdürecektir. Önümüzdeki 40 yılların da giderek koyulaşan bir karanlık içinde geçmemesi ve darbe rejiminin mirasçılarından kurtularak bir an önce aydınlığa çıkabilmek için darbenin hedefindeki işçi sınıfının, sosyalistlerin, demokratların, Kürtlerin ve ayrımcılığa uğrayan, ezilen tüm kesimlerin mücadelesinin ortaklaşması gerekir. Bugün için bu ortaklaşmayı sağlayabilen tek yapı, sadece siyasetin değil, demokrasinin, özgürlüklerin de kilidi konumunda olan HDP’dir. İçindeki Kürt düşmanlığını aşamayıp bugüne kadar HDP’yle yan yana gelmeyenler bu tavrı sürdürürse darbe rejiminin bundan sonraki sürecinin vebalini de üstlenmiş olacaklardır!