Siyasi iktidar; yakma, yok etme, çökertme, el koyma ile ülkeyi yönetmeye devam ediyor. İşsizliğin, ekonomik krizin, bağnazlığın her yanımızı sardığı dönemi bizler yaşarken, bizleri yönetenler saldırıyı, yok ederek tahakkümü ve el koymayı her geçen gün daha şiddetli yaşamamıza ekliyor.
Cudi dağları, ormanları 7 Haziran 2015 genel seçimlerin ardından ilk yakılan yerdi ve ardından Suruç Katliamı gelmişti. Cudi yangınının ardından orman yangınları Kürt halkının yaşadığı bölgenin neredeyse tamamını sararken, bir yandan sokağa çıkma yasakları ile başlatılan siyasi süreçte, kendi ülkemizde, kardeşlerimizin üzerine savaş araçları uzun namlulular ölüm kusmuştu.
Saldırının yaşandığı bölgelere Sur, Cizre ve diğer Kürt illerinde siyasi iktidar polis, inşaat şirketleri ile birlikte el koydu. Taş taş üzerinde bırakılmayan, halkı ile birlikte belleği de yok edilen kadim kentler TOKİ sembollü betonlara, her köşe başında beton bariyerlerin arkasında ve her tepenin üstünde konuşlanan polis noktalarına kalekol, karakollara dönüştü. O bölgede yollarda çocuklar oynamıyor artık, yüzlerce yıldır yaşamını o bölgede sürdüren halklar orada değil, Sur yok artık, Sur’un tarihi dokuları da. Olanlar ise yıkık dökük. Yüzlerce yıldır bütünleşik olduğu tarihi kent yerle bir edildiği için kalan birkaç yapı da sadece taş yığını olarak, ruhu kimliği eksik, boş alanda yalnız.
Bu olaylardan beş yıl sonra Cudi, Gabar, Besta bölgesi yeniden yakılıyor. Günlerdir yöre halkının tüm çabalarına rağmen yangın söndürülemiyor. Yangın için yetkililer arandığında yanıt 2015’te başlatılan yangın ihbarlarına verilenlerden farklı değil. Orman idaresi yangına müdahale etmiyor. 28 Ağustos gecesinde Şırnak Cifane (Cevizdüzü), Gündike Remo (Anılmış) ve Nevava’da (Üçkiraz) çıkan yangın yöre halkının ve canlıların yaşam alanlarını yok ede ede hâlâ sürüyor.
2015’te orman yangınları için bölge kaymakamı yanan yerlerde ev yok baraka bile değil yananlar demişti. İlgili Orman Müdürlüğü ise bugün geç oldu yarın inşallah diye yanıtlamıştı, yardım talepleri ve bölgeye göstermelik bir araç ulaştırmışlardı. Halk kendi imkânları ile söndürmeye çalışmıştı yangınları, bugün de aynı. O gün yanan yerlerde yaşam yok artık, yanmakta olan yerlerde de yarın yaşam olmayacak. Dağlarda ormanlar, köylerde bostanlar, bahçeler, meralar yakılarak aslında yaşam yok ediliyor. Ardından Sur’a üşüşen şirketler gibi boşaltılan yerlere şirketler üşüşecek muhtemelen. Yak, yanan yerlerin yanmasına göz yum, yaşam alanları yok olsun sonra sıra el koymaya gelsin. Halkının yaşam alanlarına el koy, geçimlik yaşamını elinden al, geçinebilmek için mevsimlik işçi olarak çalışmaya mahkûm et. Gittikleri yerde ırkçı saldırılara uğramaları için azmettir. Bugün AKP-MHP iktidarının kendisi için bulduğu var oluş stratejisi bu.
Halkı birbirine düşman kıldıran iktidar(lar); ezilen halkları sürekli ezme, terörize etme, birbirine düşürme, kırdırma sonucunda bir yandan halkları sindirmiş olurken diğer yandan yaşam alanlarına ve yaşamlarına el koyarak sermayeye yeni üretim, sermaye birikim alanları olarak sunuyor. Erdoğan yönetimindeki bu iktidar ırkçılıkla ülkeyi yönetme, sermayeyi besleyerek yanına alıp bir gün daha iktidarda kalma çabasında. Bu çabada din unsuru katkısının unutmamak gerek. Nerede İslam dini geçmişini kapsamayan kültürel varlık varsa sermayeye devretmeden kimliğini yok ettiriyor. Hasankeyf’te kiliselerde olduğu gibi dinamitleyerek ya da eğer dinamitleyip yok etmeyi başaramazsa el koymak için önce “Müslümanlaştırıyor” sonra sermayeye teslim ediyor. Ayasofya ve Karia Müzelerinin camiye dönüştürülmesi, şimdilerde Heybeliada Sanatoryumu ve arazisinin Diyanet vakfına devredilmesi son günlerin çabaları.
Siyasi iktidar tarafından yok edilen, el konan doğal ve kültürel alanlar bizlerin kimliği, soluğu varlığı. Cudi ve yörede yaşayanlar bizleri; Heybeliada’nın, Hasankeyf’in, İda Dağları’nın çağırdığı gibi bu saldırılara karşı barışa, dayanışmaya, yardıma çağırıyor. Duyuyoruz… Görev hepimizin…