İlhan Cihaner’le CHP Kurultayı’nı, ülkenin halini ve olası çıkış yollarını konuştuk:
Şu anda Kürt seçmenin seçme seçilme hakkının elinden alındığı fiili bir apartheid söz konusu. Bunları dert edinmeyip ‘komisyona havale’ etmek Kürt sorununun da maliyetini arttırıyor. Oysa kuşaklar kayboluyor, insanlar cezaevlerinde unutulmuş durumda
Ender Öndeş
Son CHP Kurultayı’nda sert ve etkili konuşmayla dikkatleri çeken ve parti içindeki ‘Gelecek İçin Biz’ muhalefet ekibinin önemli isimlerinden olan İlhan Cihaner’le Kurultay’dan başlayıp muhalefetin durumuna, Kürt sorununa kadar uzanan sorunları konuştuk. Kurultay’dan sonra ilk kez konuşan Cihaner, hedefinde olan yeni CHP’yi anlattı.
- Kurultay’a geri dönmek anlamında değil ama Türkiye’ye demokrasi getirmek isteyen bir partinin kurultayında bir kişinin aday olabilmek için 1356 delege arasından 68 imzaya ulaşamaması (ya da ulaşıp imzaların geri çekilmesi) kötü bir şey değil mi?
Tabii ki ‘kötü’ bir şey. Sadece CHP için söylemiyorum bunu… Dünya ve ülkemiz büyük bir altüst yaşıyor. Parti yönetimlerinin geleneksel örgütlenme modelleri ve siyasetleri ile bu altüst oluşu göğüslemeleri mümkün değil. Bu durum da parti yönetimleri ile temsil ettiklerini iddia ettikleri kesimler arasında bir makasa/memnuniyetsizliğe yol açıyor. İktidardaki partiler iktidar olanakları, kirli propaganda, rant dağıtım mekanizmaları hatta devlet zoru ile parti içi demokratik bir yarışa izin vermiyor. Muhalefet partileri ise birlik beraberlik, kutuplaşmış siyaset, parti disiplini, dava söylemi, üye/delege mekanizmalarının kötüye kullanılması gibi yollarla bastırıyor. Böyle olunca “travma” olmadan lider değişimi de olmuyor. Üstelik tersi ortaya çıkıyor, erken kalkanın parti kurduğu, yüzlerce “muhalif” yazışma grubunun, hareketin örgütlenmeye çalıştığı, iktidar partilerinin bile içinde alttan alta yürüyen güç savaşları, tuzaklar, siyaset mühendislikleriyle… Demokratik bir yarış olmayınca partilerin içerisinde görülmesi gereken hesaplar dışarıya taşınıyor.
Benim aday olamama gelince; öncelikle özeleştiri; geç kaldık, delegeye ulaşma sorunu yaşadık, parti içindeki geleneksel dinamikleri ihmal ettik, tartışmayı ideolojik zemine çekemedik. Bunların önemli bir kısmı pandemi gibi bizim dışımızdaki nedenler yüzünden oldu. Ama asıl gerekçe, merkezden belirlenmiş tek adaylı il kongreleri ve blok listelerle oluşturulan delegasyon, bazı belediyelerin etkisi, yerel seçim başarısının ve kutuplaşmış siyasetin kötüye kullanılması gibi anti demokratik müdahaleler.
Bu sürecin asıl “kötü” sonucu karşı tezlerin tartışılmadığı, önceden belirlenmiş bir metnin oylandığı, yönetimin değişmediği bir tablo çıktı. Ne geçmişin muhasebesi yapılabildi ne de geleceğin siyasi hattı tartışılabildi. Bu durum aday çıkıp çıkamamasından daha kötü.
- Siyasi partilerin kongreleri genel olarak bir tuhaf olmaya başladı sanki. Plastik sandalyelerin havada uçuştuğu kongreler hoş değildi belki ama ciddi tartışmalar, polemikler artık gereksiz hale mi geldi?
Tuhaf ötesi ve sağlıklı değil tabii ki. Sağın böyle bir geleneği var. Tarikat, cemaat ve teşkilatlardaki itaat geleneğini siyasi partilerde en fazla istişare/meşveret seviyesine genişletebiliyorlar. Nihai “raconu” ise reisin, şeyhin kestiği bir gelenek. Ama işler kötüye gitmeye başlayınca oradaki iç kavga daha sert oluyor. Geçmişin suç ortaklıklarını ortaya dökmekten tutun, darbe girişimlerine özel hayatların ifşasına kadar.
Bu “sandalyelerin havada uçtuğu kongreler” kalıbı maalesef artık solun bile zihnine sızmış bir sağ propaganda. Şahsen ben çıkar ve itaat uğruna kimsenin farklıyı dillendiremediği, ruhsuz, sonucu önceden belli kongrelerdense; ülkenin geleceği için tutkuyla mücadele edilen polemiklerin ve tartışmaların olduğu kongreleri tercih ederim. “Kavgalı eve kız verilmezmiş!” benzetmesindeki cinsiyetçi çirkinlik bir yana siyaseti gereksiz hale getiren bir yaklaşım. Bu yaklaşım siyaseti “siyasi elitler” arası bir pazarlığa indirgiyor, giderek “siyasetsizleşme” dediğimiz süreci kurumsallaştırıyor.
- Kurultay’da ortaya çıkan “iktidar manifestosu”nu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle bu belge CHP’nin önceki tarihi önemdeki belgeleri gibi kurultay sürecinde, örgütlerde ve PM’de tartışılan, Kurultay’da olgunlaşan bir belge değil. Eklektik ve iktidar perspektifi oluşturmaktan yoksun görünüyor. Nitekim iktidar heyecanı maalesef oluşturmadı. En azından anketler öyle söylüyor!
Öncelikle temel meselelerle ilgili olarak içerikten daha çok “yöntem” öneriliyor. Örneğin “Orta Doğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı” kurulacağı belirtiliyor. Ama bu teşkilatın Ortadoğu’daki bin yıllık sorunları, emperyalist işgali, enerji ve su kavgalarını, bunlarla iç içe geçmiş Kürt sorununu, IŞİD ve terör sorununu hangi yaklaşımla çözeceği belirsiz.
Ayrıca tutarlılık da gerekir. Örneğin “milletin vekilini millet seçecek” iddiası varsa iki yıl önce ön seçimi kaldırıp milletvekillerini tek başına belirlememiş olmanız gerek. Ya da “kadın temsiliyetinin arttırılması” iddiası varsa bunun için siyasi parti yasasını, hatta tüzüğünüzü değiştirmeye gerek yok. Tüm vekiller merkezden belirlendiği için siz de eşit temsile göre belirlersiniz. İşte burada tutarlılık sorunu var.
Ama bu metnin öncesi ve sonrası var. Bu metin ve öncesinde Cumhuriyet’te yayınlanan iki makale yer yer sol/kamucu tınılar taşısa da asıl belirleyici olan, bence sayın Genel Başkan’ımızın çok sık yaptığı “sağ ve sol kalmadı” açıklaması ve öteden beri laikliği siyasetten sürgün etmiş olması. Aynı söyleşide partinin “sağa kaymadığını” savunup sonra “sağ sol kalmadı” tespitini yapmak zaten yeterince çelişkili bir durum. Ama çok açık ki kurulu düzenin siyasi yelpazede bir adı var! O devam edeceğine göre yok varsayılanın ne olduğunu siz söyleyin! Ve şu çözümün kimlerle yürütüleceği meselesi. Yani “dostlar” kimdir bunlar bilinmeden tüm metin havadadır bence.
- Kurultay’dan sonra dikkat çeken bir gelişme de CHP cephesinde Kürt sorunu üzerine yapılan açıklamalar, “çözme” konusundaki vaatlerdi. Somut/günlük tutumlar alınmadıkça bütün bunların bir anlamı olabilir mi?
Ben öteden beri CHP dâhil muhalefetin “müdahale edici” ve sonuç alıcı bir siyasi pratiği hayata geçirmek zorunda olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Ama raporlama, önerme, ortak akla çağırma, soru önergesi ve sosyal medya faaliyetinde ısrar ediliyor. Kuşkusuz bu mecralar da kullanılmalı ama orada kalınca iktidara “huysuz ve kötümser danışmanlık” yapmış oluyorsunuz! Bizim partimiz açısından bir sorun da “89 Kürt Raporu” nostaljisi. Ciddi bir güncellemeye ihtiyaç var.
Şu anda Kürt seçmenin seçme seçilme hakkının elinden alındığı fiili bir apartheid söz konusu. Bunları dert edinmeyip “komisyona havale” etmek Kürt sorununun da maliyetini arttırıyor. Kuşaklar kayboluyor, insanlar cezaevlerinde unutulmuş durumda. Kaldı ki çözüm yeri olarak TBMM’yi göstermek sadece bir yöntemi tarif ediyor. Çözümün maddi içeriğine dair bir şey ima etmiyor. İktidarın savaş tezkerelerine verilen destek gözetildiğinde iş daha karışıyor. Benzer sorunlara dönük olarak HDP’nin de müdahale edici bir çizgide olduğunu söylemek zor.
- Kürt sorununu ‘Meclis’te çözmek’ CHP’nin öteden beri tekrarladığı bir tutum. Ama sorunun Meclis dışında ayakları ve muhatapları yok mu?
Ortada kökleri Cumhuriyet öncesine giden ve son 40 yıllında şiddetin olduğu, bazı başlıkları uluslararasılaşmış bir sorundan bahsediyoruz. En önemlisi de çözüm süreci ve girişimleri tüm halka mal edilmezse ne kadar kırılgan olabileceğini gördük. Kolombiya’da FARC’ın silah bırakması ile kurulan barış, hem bu kırılganlıklar hem de çözüm için çok önemli deneyimler barındırıyor. Bu deneyimlerden faydalanılmalı ancak sorunun özgün yanları ve kendi deneyimlerimiz daha önemli. Her ne olursa olsun “Nasıl olsa bu iktidar kendi kendine gidecek ve biz gelip Meclis’te komisyon kurup çözeceğiz” seyirciliğine teslim olunmamalı. Mevcut ve gelecek iktidarları en uygun çözüme hazırlayacak bir iklimin yaratılması için çok şey yapılabilir. Ama ana aktörler iktidarın düşmesini bekliyor!
- Tutuklu milletvekilleri ise ayrı bir başlık. İnsanlar seçtikleri vekillerini ertesi gün cezaevinde gördüklerinde, seçim denilen şeye inanırlar mı? CHP’yi her savaş tezkeresine el kaldıran, vekillerin tutuklanmasının önünü açan bir parti olarak gören insanlardaki yargı kolay değişebilir mi? 2014’te Ekmeleddin’in meselesini nasıl unutsun insanlar?
Maalesef bu büyük bir soruna dönüşme potansiyeli taşıyor. Yerel seçimler öncesi Erdoğan kayyum politikasına aynen devam edeceğini açıkladığında biz gerekirse seçimlerin boykotu pahasına iktidarı demokratik davranmaya mecbur etmek gerektiğini söylemiştik. Arkasından KHK tartışmalarıyla bazı belediyelerde yüzde 60’larda oy alana değil ikinci sıradaki AKP’li adaya mazbata verildi. İstanbul seçimi iptal edildi, tekrar seçime razı olundu. Uydurma gerekçelerle milletvekillikleri düşürüldü, tutuklandı. Özetle seçme seçilme hakkı ortadan kaldırılmış durumda. Ama yıllardır şiddetten yılmış seçmenin zaten zombi olmuş bu iktidardan kurtulmak için en doğru tercihi yapacağına inanıyorum. Benim naçizane önerim yeni bir siyasallaşma. Eskinin aktör ve politikalarının acımasızca eleştiriye tabi tutulduğu ve varılan sonuçla uyumlu pratiğin inşa edildiği, bunun da tüm ülke gençliği ile beraber yürütüldüğü bir süreç.
Dokunulmazlıklar, savaş tezkereleri ve Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığı… Hepsine karşı çıktık. Ama bir şey söyleyeyim HDP siyasi elitleri de bu tercihlerden çok rahatsız görünmüyor! İşte Abdullah Gül adaylığı. Hepimiz biliyoruz ki bu adaylaşmaya HDP de ikna olmuştu. Ya da haklarını yemeyeyim, rahatsızlıkları ile uyumlu bir pratik izlemiyorlar!
- Bir de CHP’nin sol ile ilişkileri sorunu var. CHP’de her zaman ‘solun gönlünü alan’ milletvekilleri vardır. Ama nereye kadar? Cumartesi Anneleri’ne ayrı vekil türü, TÜSİAD’a ayrı vekil türü olabilir mi?
Elbette olamaz. Dahası, sosyal demokrat bir parti işveren sendikası kuramaz, savaş tezkeresine evet diyemez, vs. Biz bunu aşmaya çalışıyoruz. ‘Gelecek İçin Biz’ olarak solun, partinin ahlaki, siyasi çıpası değil parti politikalarını belirleyen ana gövdesi olmasını istiyoruz. Kerhen oy verilen bir parti değil, tabanla uyumlu politika izleyecek bir yönetim istiyoruz.
- CHP’nin politikası şöyle görünüyor: Sağ şeritten giderek oylarını artırmak, bu arada solun ve Kürtlerin CHP’ye mecburen oy vereceğini varsaymak… İşe yarar mı bu?
Yaramayacağı, yaramadığı açık. İktidardaki çürümüşlüğe ve çöküşe rağmen oylarımız maalesef artmıyor. İktidarın tek bir stratejik adımına engel olamadı bu politika. Siyasetin öncü, ikna edici ve dönüştürücü rolünü göz ardı edip statükoya teslim olmaktır bu yaklaşım. Kaldı ki Kürt seçmen açısından yerel seçimler hariç hiç öyle olmadı. İşe yaramadı, yaramaz. En fazla “Erdoğansız bir AKP rejimi” kurdurur bu yaklaşım. Seçmeni ve tercihlerini anketlerdeki değişmez rakamlar olarak gören bu yaklaşım aslında KONDA’nın İstanbul Sözleşmesi anketi ile yanlışlanmış oldu. 5 yıl içerisinde tercihlerin nasıl değişebildiğini göstermesi açısından önemli bir anket.
- Bu bağlamda CHP, Ayasofya’dan son doğalgaz ‘müjde’sine kadar hemen her sorunda ısrarla ‘muhafazakâr vatandaşın hassasiyetini gözeten’ bir tutum izliyor ama kendi asıl zemininden kopmuyor mu?
Bu politikalarla oy arttıramadığımız ortada. Şu anda dış politikadan ekonomiye, eğitimden Kürt meselesine, genç işsizliğinden pandemiye kadar devasa sorunlar var. İktidar tüm bu sorunları sahte ve şirret bir millilik anlayışı ile siyasetin dışına taşıdı. Biz de teslim olduk. Vahim olanı şu ki buna rağmen hâlâ iktidarın ‘hain’ suçlamasına maruz kalıyoruz. Yenikapı AKP’nin darbe sürecindeki tüm sorumluluğunu aklamasına vesile oldu. Nerede ise FETÖ, CHP’ye ihale edilecek! Oysa bizim en güçlü olmamız gereken bir başlıktı. Hem Fetullahçı yapılanmayı hem AKP’nin sorumluluğunu deşifre edecek bir siyaset inşa etmek varken AKP’ye çek verdik. Onlar da tepe tepe kötüye kullandılar. Suriye tezkeresine evet denilmesi de sağdan oy getirmedi. Bu çok açık.
- Halkın ‘mutedil’ siyasetçi istediği, ‘kavga dilinden hoşlanmadığı’ varsayımları doğru mu sizce?
Ülkenin yönetiminin başında 18 yıldır kavgayı bırakın küfür dilini kullanan bir siyasetçi var. Bu bile halkın mutedil siyasetçi istediği argümanını geçersiz kılıyor. Bu siyasetsizliği besleyen bir yaklaşım. Ayrıca halkı ahmak yerine koymaktır. Halk sahicilik, çözüm, tutarlılık istiyor. Mutedil olunacak yer var, kavga edilecek yer de var. Siyasetle, üretilen siyasetin iletişiminin birbirine kasıtlı olarak karıştırılmasıdır bu yaklaşım. Kuşkusuz geniş kesimler huzur ve barış istiyor ama bunun elde edilmesi çiçek böcek söylemiyle de olmaz.
- Ayrıca, aritmetik olarak bu iktidarın nasıl bir ittifakla indirilebileceği yeterince açık değil mi?
Kastınız Millet İttifakı’na HDP’nin de açıkça katılması ise aritmetik olarak doğru denilebilir. Ama ben bir adım ileri giderek toplumun gerçek sorunlarına sahici ve inandırıcı çözümleri cesaretle ortaya koyacak bir CHP’nin tek başına iktidarını da olası görüyorum. Hedefin sadece iktidarın indirilmesi olduğu, aritmetiğe indirgenmiş bir siyaset mühendisliğini çok tehlikeli buluyorum. Her şeyden önce çok kırılgan olacaktır. Bir adım sonrasının öngörülmediği ve inşa edilmediği iktidar değişikliği perspektifi tam tersi iktidarı ayakta tutan bir dinamiğe dönüşebilir. Hatta yağmurdan kaçarken doluya tutulmamıza neden olabilir.
- Ve nihayet son soru: Bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz?
CHP içerisinde mücadeleye devam. Gelecek İçin Biz’i büyütmeye çalışacağız. Ülkenin temel meseleleri ile ilgili çözüm önerilerimizi parti ve kamuoyu ile paylaşmaya çalışacağız.