Ötekileştirilenler kendilerini ötekileştirenler yoluyla anlar. Sömürgeciler; ırkçılık, cinsiyetçilik, dini istismar etme zihniyeti oluşturarak ötekileştirir. Kadın olmak, Kürt olmak, Alevi, Êzidî olmak üç kat ötekileştirilmektir.
Ben kendimi ötekileştirenler yoluyla anladım. Çünkü ben kendi ülkemde, anadilimde, ekonomik kaynaklarımla vardım ve beni ötekileştirenler yaşamımda yoktu. Sömürgecilik; siyasal, ekonomik, kültürel, askeri olarak yaşamıma girince, başkaları tarafından kabul edilmemeye karşı mücadeleye ihtiyaç duymak sosyolojik (özgürlük sosyolojisi) olarak yaşamımda başladı. Kabul edilmeme hem de insanın kendi evinde, toprağında, ülkesinde. Bu insanda öfkenin baş göstermesine neden oluyor. Kimse insanı buna zorlayamaz ama sömürgeci kendi yalan dünyasında söylediği yalana inanarak başkasının insanı zorladığını (beyni yıkanmış, dış mihraklar…) resmi ve gayri resmi suçlamalarla sindirmeye çalışır. Oysa etnik, cins kimliğimi yargılayan bir bakış açısıyla karşılaştığımda kendimi daha öfkeli ifade ederim. Nasıl oluyor da katledilmenin üstü örtülüyor. Kürtçe, ezan oluyor, ırkçılık iş anlaşmazlığı, sarhoşluk…
İşte! Sömürülmek beni aşağılıyor, özgürlüğe giden yolun yolcusu oluyorum. Yani dayanmayacağım, direneceğim. Bunun adı linç edilmekten kurtulmaktır.
Red ve inkar edenlerin akıntı yönünde yüzenlere göre ben illegal onlar legal oluyor. Sömürgeciliğin illegal olana karşı mücadele etmenin legal olduğu dünyaca biliniyor. İspata gerek bile yok.
Akıntının tersine yüzenlerle topluluk olmak, yani bireysel benlik toplumsal benlikle ötekileşmenin olmadığı ortak bir benlik oluşturuyor. Buna örgütlenme denir. Burada devlet mi örgütü yaratmış oldu, örgüt mü devleti? Yani yumurta mı tavuktan çıktı, tavuk mu yumurtadan? Bu da artık soru olmaktan çoktan çıkmış.
İnsanın doğuştan sahip olduğu özgürlük mü ya da aşağılayan katleden mi arasında benim tercihim özgürlükten yana. Bireysel benliğim benim gibi düşünen toplumsal benlikle yürümeye karar verdi. Hiçbir ezilen ezene karşı özgür olmadan yani ezilme ortadan kalkmadan eşit olmaz. Olsa olsa ya ezilenin ezileni ya da ihanetçi olur.
Hiçbir sömürgeci anadilimi, kimliğimi, kadınlığımı, Kürtlüğümü sorgulayamaz, ben devleti ve hükümeti sorgularım. Beni red ve inkar eden onlar. Onları inkar eden ben değilim. Devlet beni suçlayamaz. Toplum içinden çıkmış tankı, topu, uçağı bombayı ele geçirmiş bir avuç erkek devlet yapısı beni yanında yer alanlarla kıyaslayarak yargılayamaz. Bu ancak cinayet olur.
Bu gün yaşananlar linç girişimi değil, linç edilmektir. Kürt kadınlarına yapılan cinsiyetçi saldırılar, DAİŞ ve Bosna Hersek, Ruanda da aynı ırktan, görüşten ve inançtan olmayanlara yapılanlarla aynıdır. Devlet, hükümet, din yetkililerinin porno konuşma ve yasa çıkarma girişimleri nasıl olur da Kürt kadınlarının suçlanmasına dönüşebiliyor?
Sadece son zamanda Kürt kadınlarına yapılan saldırılar; Musa Orhan gibi uzman çavuşlar DAİŞ tarzı kadınları kaçırarak tecavüz ederek, intihara sürüklemektedir. Zainal Dersim’de Gülistan Doku’ya ne yaptı, neden hala kayıp.
Ağrı’da asker Büşra’yı, Wan da gardiyan Dilan’ı katletti. Şırnak’ta uzman çavuş küçücük kadını taciz etti, Mardin kayyım belediyesinde çalışan polis Ercan Uysaler D.S’yi cinsel köleliğe zorladı, Derik’te bekçi… Bundan daha iğrenç sistematik ırkçı özel savaş yöntemi olur mu? Katili mağdur, mağduru katil yapan sömürgecilerin kalemşorları, medyası, size soruyorum. Kürt kadınlarının sesini duyun demiyorum, siz itibarsızlaşıp eriyorsunuz diyorum.
Eğer bu gün tek bir Kürt veya grup, DAİŞ tarzı ya da Musa ve Ercan gibiler çıkmamışsa bu insan hakları ve barışın öncüsü olarak kabul edilen Sayın Abdullah Öcalan sayesinde oluşmuş bir zihniyetin gelişimindendir. Demek ki olabiliyor. O nedenle mi ağır tecrit altında?
Cinsiyetçi, ırkçı linçten korunmak ancak direnmekle mümkündür.