Prof. Dr. Murat Somer ile röportajımızın ikinci bölümü: Fikirsel hazırlığı yetersiz olan taraf Türkler. Kürt meselesinin barışçı yoldan çözümü için asimetrik devolüsyon (yetki devri) uygulamalarına kadar birçok alanda reçeteler gerekir
Mehmet Ali Çelebi
Röportajın bu bölümünde Prof. Dr. Murat Somer, Coronavirüsün yeni dünyaya yansımasını, sisteme alternatif için Demokrasi İttifakı ve yeni modellere dikkat çekiyor. Prof. Somer, güçlü-dinamik yerel yönetim, özerk yönetim, tarımsal üretim ve çevrenin ön plana çıkacağını vurguluyor; ordulara, emniyet güçlerine yatırım yerine insanların gündelik yaşam, barınma, sağlık, eğitim gibi haklarına odaklanmak gerektiğinin altını çiziyor. Türkiye’de demokrasi için muhalefet kanatlarının yeni Toplumsal Sözleşme, yeni Anayasal güvencelerle Demokrasi İttifakı’nı nasıl geliştirebileceğine, anadilde eğitimden Kürt meselesine kesin çözüm modellerinin nasıl pozitif dönüşüm iklimi yaratabileceğine işaret ediyor. İşte soru ve sorunlara dair çözümlemeler…
- ABD’deki ayaklanma, Coronavirüsün dünyayı kasıp kavurduğu döneme denk geldi. ABD 1947’den beri en büyük daralmayı gördü 2020 ikinci çeyreğinde yüzde 32,9 ile. Çin ekonomisi 28 yıl aradan sonra küçüldü. Rusya, İngiltere gibi ekonomiler de ciddi daralma yaşadı. Rusya’nın etkisi artarken, ABD’nin, Avrupa ve Ortadoğu’daki etkisi azalıyor. Yeni dünya sistemleri analizleri yapılırken, hegemeonya kapışmaları karşısında ilişkilerin dönüşümünü biraz açarsak…
Otoriter modeller karşısında başarılı alternatifler yaratmak için, demokratik güçler temsili ve kurumsal demokrasiyi savunmanın ötesinde daha köklü ve yaratıcı çözümler üretmeli. Bu çözümler tabii net değil ama bazı boyutların ön plana çıktığını düşünüyorum.
Birincisi, yerel üretimin daha önemli olacağı bir dünyaya yöneliyor olabiliriz. 90’ların, 2000’lerin başlarındaki küreselleşme tartışmaları tam tersini öngörüyordu. Üretim ilişkileri küreselleşmiş durumda ve bu tamamen geri dönmeyecektir. Örneğin bir akıllı telefon üretirken parçaları birçok ülkeden gelmeye devam edecek. Fakat görece kendi kendine yeterli ulusal ekonomilerin daha önemli olacağı bir dünyaya gidiyor gibiyiz. Yani ekonomik özerklik uzun vadede dünyada tekrar daha önemli hale gelecek gibi gözüküyor. Coronavirüs kriziyle küresel modelin kırılganlığını, birdenbire uluslararası seyahatin durabileceğini, taşımacılığın yavaşlayabileceğini fark ettik. Kısa vadeli uluslararası sermaye akımlarına bağımlılığı azaltan, kriz zamanında da yatırımları destekleyecek kamu bankaları kurmaya yönelik politikalar üretmek gerekecek.
Öte yandan özellikle tarımsal üretim ve çevre önem kazanacak. Bununla bağlantılı olarak demokratlar güvenlik kavramını insan merkezli insani güvenlik olarak yeniden tanımlamalı. Otoriter yönetimler güvenlik dediğinde askeri güvenlikten, ordulara, emniyet güçlerine yatırımdan bahsediyor. Elbette uluslararası düzenin savrukluğunu ve risklerini düşünürsek askeri güvenlik de ihmal edilmemeli, ama çoğu kez toplum yararına değil güvenlik devleti ve özel çıkarlar için yorumlanıyor. Asıl güvenlik dediğiniz zaman insanların yaşam, barınma, sağlık, eğitim, mülkiyet, doğal afetlerde güvenliğini kastedersek başka politikalar öne çıkıyor. Örneğin tarımsal üretimde bir ülkenin ne kadar kendine yeterli ve özerk olduğu çok önemli. Çünkü uluslararası krizlerde, örneğin kimyasal bir savaş veya pandemi, insanların aç kalmaması, yaşam kalitesinin olumsuz etkilenmemesi neye bağlı olacak? Tarım ve gıda güvenliği burada çok önemli, hatta bağımsızlık için kritik. Temel gıda maddelerinde ithalata dayalıysanız büyük sorunlarla karşılaşabilirsiniz. Ayrıca tarım istihdam dostu olabilecek bir sektör.
Bunun yanında yerel yönetimlerin güçlü olması gittikçe önem kazanıyor. Temsili demokrasi modellerine olan güvenin aşınmasıyla insanlar demokrasiden daha çok gündelik yaşamlarında ne kadar özgür ve söz sahibi olduklarını, örneğin imar planlarına, çevre temizliğinden kadın sığınma evlerine ve kreşlere, yaşam kalitelerini belirleyen politikaları ne kadar etkileyebildiklerini anlıyorlar. Eğitimden kültüre ve çevreye birçok politikanın yerel düzeyde daha etkin yapılabileceği anlaşılıyor.
Hatta bunlara ekonomik modeller de dahil edilebilir. Ulusal ölçekte politikalarla ekonomik modelleri değiştirmek kolay değil. Çünkü alternatif modeller net değil, yanlış yapmanın sonuçları çok ağır ve çıkar grupları çok güçlü. Ama yerel ölçekteki deneyimlerden yola çıkarak deneme yanılma yoluyla yeni ve hem daha etkin hem de insancıl üretim modelleri geliştirilebilir.
Bu da güçlü ve dinamik yerel, metropolitan yönetimleri gerektiriyor. Ama bu güçlü yerel yönetimler güçlü merkezi yönetimlerin alternatifi değil, tam tersine bunlar birbirinin tamamlayıcısı. Korona pandemisi de bunu gösterdi. Salgınla başa çıkmak için hem ulusal ölçekte kurallar koyan ve uygulayan güçlü bir merkezi devlet, hem de yerel koşulları bilen güçlü yerel yönetimler gerekiyor. Yani tüm dünyada demokratlar merkezi-yerel devlet ilişkisini yeniden tanımlayan, güçlü merkez-güçlü yerele dayalı yeni modeller üretmeli.
Öte yandan, yeni dünyada teknoloji, bilgi ve eğitim düzeyi en önemli sermaye olmaya devam edecek. Özellikle eğitimde özel sektör tamamlayıcı olabilir ama çözüm değil. Hem yerelde hem de merkezde güçlü ve kamu yararına bir devlet gerektiren bir alan.
Demokrasiyi askıya almaya karşı model
- Türkiye’de de ciddi ekonomik çöküntü yaşanırken ve TL hızla erirken iktidar paranın operasyonlara gittiğini söylüyor. Dünyadaki gidişata baktığımızda Türkiye’yi nerde görebiliriz? Muhalefet ne yapmalı?
Türkiye’deki durum dünyadakine birebir oturuyor. Çünkü Türkiye’deki AKP iktidarlarının ve en son da AKP-MHP koalisyonunun savunduğu çizgi dünyada bahsettiğim yeni-otoriter çizgiye çok yakın. İslamcı-milliyetçi bir versiyonu. Dünyadan kopuk değil. Muhalefetin bunu engelleyememesinin sonuçları çok ağır. Demokrasi askıya alınmış durumda. İktidar siyasal rejimi gittikçe keyfileştiriyor ve otoriterleştiriyor. Ekonomide ise kayırmacı ahbap çavuş kapitalizmini ülkeyi torunlarımızın ancak ödeyebileceği bir borç krizine sokmuş durumda.
Muhalefetin ülkeyi düze çıkarmak için stratejik ve ideolojik olarak yapması gereken şeyler var: Stratejik olarak yapması gereken, bir “Demokrasi İttifakı” kurmak. Demokrasiyi yeniden kurmak tek bir liderin veya partinin başarabileceği bir iş değil. Muhalefet Türkiye’deki bloklaşmanın ve siyasal kırılmaların temel eksenini yeniden tanımlamalı. En temel eksen, bilerek bilmeyerek otoriter bir rejimin gelişimini destekleyenlerle demokratik hukuk devleti isteyenler arasındaki ayrım. Sağ-sol, laik-muhafazakar, Türk-Kürt vs ayrımlardan çok daha önemli bir eksen bu. Muhalefetin siyaseti ve gündemi bu eksen üzerinden tanımlaması ve yeni bir demokrasi ve sosyal devlet kurmak, yeni bir Anayasa ve “Toplumsal Sözleşme” için bir “Demokrasi İttifakı” oluşturması lazım. Bu farklı seçim ittifaklarını engellemiyor. Ama farklı seçim ittifakları aynı zamanda partiler üstü bir Demokrasi İttifakı’na destek verebilir. Yani “biz ayrı siyasal çizgileriz ama demokraside anlaşıyoruz, demokrasiyi yeniden kurmak için şu reformlarda mutabıkız, muhalefetten kim kazanırsa kazansın destek vereceğiz” diyebilir. “Bu konularda bir uzlaşma senedinin altına imzamızı atıyoruz” diyebilir. Siyasal liderlerin “ben” değil “biz” diyebilmesi çok önemli.
Ancak bu tek başına yeterli olmayacaktır. 18 yıllık iktidar toplumda önemli ölçüde umutsuzluk ve kanıksama yarattı. Bugün Türkiye’de muhalefete destek vermek büyük toplumsal kesimler için oldukça riskli, kişisel hayatlarında maliyet ödemelerini gerektirebilecek bir tercih haline getirildi. Bir iktidar değişimi olabilmesi için sadece insanların seçim döneminde gidip farklı bir oy vermelerinin yeterli olacağını beklemek açıkçası naiflik olur. Bu kadar otoriterleşmiş ve güce, ayrıcalığa alışmış, güç zehirlenmesine uğramış bir iktidarın değişimi toplumun çok aktif ve fedakârlık gerektiren desteği, katılımıyla gerçekleşebilir. Muhalefetin toplumla bir sinerji yaratması gerekecektir.
Böyle bir bağın ve umudun oluşabilmesi sadece “demokrasiyi, hukuku geri getireceğiz, güçlendirilmiş demokratik parlamenter rejim kuracağız” diyerek mümkün değil. İnsanlarda daha fazla heyecan yaratacak bir umut vaat etmeniz, yeni şeyler söylemeniz lazım.
Örneğin muhalefetin demokrasiyi halkın yaşamına dokunan bir şekilde yeniden tanımlaması lazım. Halkın birincil önceliği olan ekonomik ve sosyal sorunlar ile otoriterlik arasındaki bağı vurgulamalı. Kurulacak demokrasi işsizlik, enflasyon, refah eksikliği, eğitimde adaletsizlik, altyapı eksikliği gibi sorunları neden ve nasıl çözecek, bunu anlatması lazım.
Demokrasiyi daha yerelden, toplumsal hareketler ve gündelik hayattaki özgürlük üzerinden tanımlaması lazım. Türkiye’de çok etkileyici bir kadın hareketi var. HES’lere, doğayı tahrip eden madenlere kaşı çevre hareketi var. Kentsel demokrasi talep eden hareketler var. Son yerel seçimlerde muhalefetin kazanmasında onlar da etkili oldu. Toplumsal hareketleri sadece seçimlerde oy aldığı bir kaynak olarak görmemesi gerekiyor.
Hakkın değil gücün ön plana çıktığı bir yönetim altında yaşıyoruz. Muhalefetin elinde devlet gücü yoksa bu gücü nereden alacak? Toplumsal hareketlerden alacak. Örneğin kadın hareketi muhalefetin başaramadığını başardı, ideolojik birtakım fay hatlarını, sağ-sol ayrımını, laik-muhafazakar ayrımını, bölgesel ayrımları aşabildi, Türk-Kürt ayrımını bir ölçüde aşabildi. İstanbul Sözleşmesi’ni savunmak, kadına şiddete karşı durmak gibi ortak hedefler üzerinden ortak hareket edebildiler. İktidar üzerinde de etkili olabildiler.
Keza muhalefetin yerel yönetimlerle merkezi yönetimler arasında yeni bir denge ve kontrat vaat etmesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Sadece “yerel yönetimlere önem vereceğiz, yerel yönetimleri güçlendireceğiz” demenin çok ötesinde, hakikaten somut birtakım uygulamalardan da yola çıkarak yerel yönetimlerle merkezi yönetimler arasında farklı bir ilişkinin kurulacağı ve her ikisinin de güçlü olacağı ama bu sayede de birbirini besleyeceği ve bu sayede de insanların günlük yaşamlarındaki demokrasi ve refah beklentilerinin çok daha fazla karşılanabileceği bir model önermeli.
Bu anlamda da Türkiye’deki belki en önemli umut ışığı, değişimin gelebileceği yer gerçekten muhalefetin kazandığı yerel yönetimler. Eğer yerel yönetimler söylemleriyle, somut uygulamalarıyla, projeleriyle yeniyi temsil edebilirlerse ve insanlarda bir umut yaratabilirlerse bu işte muhalefetin çok iyi kullanabileceği sermaye olabilir. Bu uygulamaları mutlaka muhalefetin yeni bir gelecek modeli olarak formüle etmesi gerekiyor.
Üçüncüsü, bir iktidar değişimi olduğunda çok ağır bir enkaz devralacak muhalefet. Böyle ekonomik bir enkazı ayağa kaldırabileceği konusunda topluma güven vermesi gerekiyor. Bu tek bir partinin, tek bir liderin başarabileceği bir konu değil. Bu ancak partiler üstü, ideolojiler üstü bir ortak akıl ile olabilir. En acil ekonomik önlemlerin alınması konusunda bir uzlaşma gerekecek. Örneğin ekonomide kara delik haline gelmiş çok pahalı projelerin yeniden müzakere edilmesi çok önemli, ve ekonomik kaynak da yaratabilir. CHP lideri Kılıçdaroğlu kamulaştırmadan bahsediyor, farklı yöntemler de olabilir. Ama her halükarda muhalefet böyle karmaşık bir konunun ve güçlü çıkar gruplarının üstesinden ancak bir arada durarak gelebilir. Keza yolsuzlukların önlenmesi, geçmişteki yolsuzlukların hesabının sorulması gibi konularda temel ilkelerde anlaşılması gerekecek, yoksa ekonomiyi düze çıkarmak zorlaşır. Bu konularda da bir “uzlaşma senedi”nin altına imza atmaları gerekiyor.
Tüm bunlar yeni bir demokratik ve sosyal hukuk devletinin inşa edilmesi anlamına geliyor. Yani oyunun kuralları yeniden belirlenecek. Ondan sonra partiler yine kendi ideolojileri, programları doğrultusunda aralarında rekabet etmeye devam edecekler.
Devolüsyon yani yetki devri gerekir
- Uzun aradan sonra CHP’nin 37. Kurultay’ında Kılıçdaroğu Kürt meselesini gündeme getirdi. Kürt raporu hazırlığına başlandı. AKP’den kopan partiler de Kürt meselesini gündeme getirdi. Demokrasi ve özgürlükler vizyonlu gelecek ikliminde Kürt meselesinin yerini sormak istiyorum. Yapılması gerekenler nelerdir?
Stratejik ve düşünsel olarak yapılması gerekenler olarak ayırabiliriz. Kürt meselesi cumhuriyetin kuruluşundan beri var olan, Türkiye’nin gerçek demokrasiye kavuşması için mutlaka uzlaşmayla çözülmesi gereken sorunlarından bir tanesi. Önce fikirsel olarak yapılması gerekenlerden bahsedelim. Eğer bir sihirli değnekle şiddeti ortadan kaldırabilseydik bu sorunu kalıcı olarak nasıl çözerdik? Bu konuda yanıtımız var mı? Belki kimsede yok ama fikirsel hazırlığı görece yetersiz olan taraf Türkler. Benim çalışmalarımdan çıkardığım en önemli tezlerden biri bu.
Kürt tarafının doğru veya yanlış, eksik veya değil teşhisleri ve somut çözüm önerileri var. Bu sorun doğal olarak Kürtlerin önemli bir kesimi için bir asırdır en önemli mesele olmuş ve değişik Kürt hareketleri bu konularda belli bir birikim yaratmış. Ama Türklerin “demokratikleşme, terörün durması ve herkesin kimliğini ifade edebilmesi” gibi genel önermeler dışında somut reçeteleri yok. Çünkü Türkler çoğunluk oldukları için Kürt meselesini başka konulara nazaran yaşamsal görmemiş. Cumhuriyetin bu ve benzeri meseleleri unutturarak ve güvenlik politikalarıyla “çözme” politikası nedeniyle bu sorunun geçmişi ve Kürtler hakkında da yeterli bilgisi yok. Sorunu sadece bir “ayrılıkçı terör ve kalkınma sorunu” olarak görme eğilimi var, karmaşık siyasal ve kültürel boyutları hakkında yeterli birikim yok. Şiddet bu durumun devamını, sorunun asıl temellerini ve çözüm yollarını düşünmeye hem engel oluyor hem de düşünmemek için mazeret haline geliyor.
Oysa Kürt meselesinin Türkiye’de herkesin, ülkenin ve bölgenin yararına, barışçı yoldan çözümü için, anadilde ve çok dilli eğitimden asimetrik devolüsyon (yetki devri) uygulamalarına, ortak milli kimliği esnek formüllerle güçlendirmekten bölgesel ve ülkeler arası işbirliğine kadar birçok alanda politikalar ve reçeteler geliştirmek gerek. İçinde bulunduğumuz dönemde muhalefet partileri programatik olarak, eğer şiddet ortadan kalksaydı bu konuda ne yaparlardı bu konuda somut politikalar önermeli. Ülkenin birliği ve refahı barışçı yoldan nasıl güçlendirilir, bu konuda ortak akıl geliştirmeli. Tabanlarıyla tartışmalı. CHP’nin bahsettiğiniz son adımları işte bu yüzden çok önemli ve gerisi gelmeli, desteklenmeli. Yerel yönetimlerle merkezi devlet arasında yeni bir denge kurmaya yönelik politikalar Kürt Sorunu’nu çözmek açısından da kritik önemde. Kürtlerin birçok talebini, aynı zamanda Türklerin kaygılarını gidererek çözebilir. Çünkü yeni bir Toplumsal Sözleşme yapılırken bu sözleşme Türkiye’deki Kürtlerle de yapılacak. Onların ihtiyaçlarını, taleplerini karşılayacak somut önerilerde bulunabilirler.
Stratejik olarak ise, muhalefet partileri şiddetin durması halinde 2013-2015’in yanlışlarını tekrarlamadan, ve şiddeti reddeden paydaşlarla yeni barış süreçlerine hazır olduklarını deklare edebilir. Bu önemli bir psikolojik adım olur. HDP ise mutlaka yeni ve demokratik bir Anayasa yapım sürecinin parçası olmak, demokratik muhalefetin önünü açmak için şiddetten kendini bağımsızlaştıran bir siyaset geliştirmeli. Örneğin kendi tabanını yabancılaştırmadan, silahlı mücadelenin zamanının geçtiğini ve tarihte kalması gerektiğini deklare edebilir ve bunu siyasal söyleminin merkezine yerleştirebilir. (Bitti)
Prof. Somer kimdir?
Prof. Dr. Murat Somer Koç Üniversitesi Siyaset Bilimleri ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi. İstanbul Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi mezunu Somer, doktorasını ABD-Los Angeles’da Güney Kaliforniya Üniversitesi’nde Politik Ekonomi alanında ve etnik çatışmalar üzerine bir tezle yaptı. Ardından Washington Üniversitesi Seattle’da ders verip araştırmalar yaptı. Albert Einstein’ın 1933-1955 arasında hayatını kaybedene kadar çalıştığı Princeton Üniversitesi’nde Somer 2010-2011’de ziyaretçi öğretim üyesiydi. Somer, İsveç’te Stockholm Üniversitesi’nde 2013’te, Harvard Üniversitesi’ndeki Weatherhead Center for International Affairs’te 2016-2017 arasında ziyaretçi araştırmacı olarak bulundu. 2019 yılında ise Stanford Üniversitesi’ndeki Abbasi İslami Çalışmalar Programı’nda araştırmalar yaptı ve Türkiye üzerine bir ortak ders verdi. Kutuplaşma, demokratikleşme ve otokratikleşme, siyasal din ve laiklik, ve etnik çatışmalar üzerine akademik çalışmaları kırkın üzerinde uluslararası kitap, derleme ve makale (https://scholar.google.com) yayınladı. Karşılaştırmalı Politika, Uluslararası Politik Ekonomi, 21. Yüzyılda Otoriterlik ve Demokrasi, ve Dünyada Din ve Laiklik üzerine lisans ve lisansüstü dersler verdi. Kürt meselesi üzerine “Sosyal Demokratlar ve Kürt Sorunu” isimli kısa kitabı (www.pandora.com.tr/kitap) yanında, “Milada Dönüş: Ulus-Devletten Devlet-Ulusa Türk ve Kürt Meselesinin Üç İkilemi” adlı kitabı (t24.com.tr/haber/milada-donus) sosyal bilimlerde 2015 Sedat Simavi Ödülüne layık görüldü.
*Röportajın birinci bölümü için tıklayınız