Dilhan Yılmaz/Ahmet Güneş-İstanbul
Eylemlerde, festivallerde ve sokaklarda yerini alan Bandista yeni bir albümle dinleyicilerinin karşısına çıktı. Django, Reggea, Ska, Bratsch, Afro-Beat gibi müzikleri harmanlayan kolektif, Cumatesi Anneleri, Festus Okey ve Ulus Baker için de şarkılar yaparken aynı zamanda Herne Pêş’ten Avusturya İşçi Marşı’na da selam gönderdiler.Kolektif bu defa ise OHAL’e karşı BUHAL diyerek 7 şarkıdan oluşan albümlerini dinleyici ile buluşturdu. Aynı zamanda kendilerini eylem bandosu olarak da izah eden Bandista üyeleriyle BUHAL’i, hallerimizi, dayatılan halleri ve müziği konuştuk. Albüm içinse şu sözler yer alıyor: “buhal ki diye seyreden yolculuk ve diyerek burada, buhalde. ve bizim bir haziranımız beş yıl kadar yetmişken dünyaya. buradayız. fillerin savaşına karşı çimlerin kardeşliği. işini kaybetmiş öğretmenin gözünde fer, hakkı gasp edilmiş kadının öfkesinde coşku. örmekteyken yeni dünyayı ve çok sıkıldı canımız elbet, ve çok yandı, ve yanıyor. ma ne haldeyiz? kayda düşsün madem etraftayız,tamamız. örgütleniyoruz. anları, halleri yaşamı örgütlüyoruz. ölüyoruz, yaşıyoruz, dağılıyoruz her yere.”
Albümünüz ismiyle başlayalım. Nedir BUHAL?
Uzun çalar formatında bir albüm olan ‘BUHAL’ bizim onuncu yayınımız. Aynı zamanda ilk performansımızın onuncu yılıyla da kesişti hazır oluşu. Bu 10 yıl içerisinde nehirden çok sular aktı. Bugüne dek elliye yakın arkadaşımız bu kolektif oluşumun içinde bulundu.Kimi 3 yıl kimi 5 yıl ama çok fazla kişi ayrı ayrı dönemlerde çok fazla emek verdi bu kolektif oluşa. Bu sirkülasyon da aslında pozisyonlar üretmeden iş yapabilmenin, kolektif çalışmanın bir tür formülü sanki. Uzun süredir, ülkenin üstüne çökmüş bir OHAL karanlığı var. Ve hepimize OHAL’de olmak dayatılıyor. Biz de üstümüze yapıştırılan o hale karşı ‘OHAL değil BUHAL’ diyerek tam da yaşadığımız bu hayatlardan bir yanıt vermek istedik BUHAL albümüyle. Hallerimiz bunlar. Şu an yaşadığımız gündem, geçmiş ve gelecek ve herhangi hallerimizin iddiasız bir ifadesi. OHAL koşulları altında neredeyse her şey darmadağın olmuş durumda. Ancak bu herhangi şey yine ve ancak biz yani hepimiz var ettiğimiz sürece var. Bu halleritoparlıyoruz yavaş yavaş. OHAL patronlar, katiller, tecavüzcüler için varsa, BUHAL emeğiyle yaşamak zorunda olanların, kadınların, dışlananların sesi, gündemi olarak var.
Albüm ‘Sorun yok’ ile başlıyor. Bir sonraki şarkınız ise ‘Mahkumsunuz’. Sorun yok ile Mahkumsunuz’u bir arada barından durum ne?
‘Sorun yok’İstanbullu punk grubu Deli’nin 2007’de yayınladığı “inleten nameler” albümünde yer alan bir şarkıdır. Günümüzde de manasınıtaşıdığı için bugünümüzden söyleyerek güncellemek, hatırlatmak istedik. Şarkının adı ‘Sorun yok’ olsa da sözleri aslında sorunlardan bahsediyor. Bir durum tespiti. Ortada pek çok sorun var gerçekten. Sorun yokmuş gibi davrandığımız ya da davranmak zorunda olduğumuz bir ortama, medyaya sahibiz artık. Bunun manipülasyonuna karşılık esasın böyle olmadığını açık etmek derdindeyiz. ‘Mahkumsunuz’ ise Woody Guthrie’nin 1940lar’da yaptığı bir şarkı. Amerikan country müziğinin antifaşist tavrını açık eden bir şarkı. Orijinal ismi ‘all you fascists bound to lose’, ‘siz bütün faşistler kaybetmeye mahkumsunuz’ şeklinde söylenebilir. Lakin tercümelere biraz Can Yücelci çalışıyoruz. Şarkının kelimelerini birebir Türkçe’ye çevirerek değil de onu olduğumuz yerden ve bugünden söylemeye çalışıyoruz. Şarkı dönemindeki ırkçılık karşıtı mücadeleye referans vererek faşizmiteşhir eder. Biz de kendi dönemimizin kodları içerisinden bunu söyledik ve faşistlerin kokuşmuşluğa, çürümeye mahkum olduğuna ve haklılığımıza olduğumuza dair sözümüzü ettik. Hem de Amerikan imparatorluğuna içeriden direnen halk şarkılarından birisiyle; minnetsiz.
Albümünüzde Mahsus Mahal’ı yeniden yorumlamışsınız. Daha önce Ruhi Su ve Ahmet Kaya seslendirmişti. Ayrı bir yorum katmışsınız. Neden yeniden yorumlama ihtiyacı hissettiniz?
Hukuksuzca içeride olan gazeteciler, siyasetçiler, memurlar, işçiler, öğrenciler var. Hepimizden hepimize bir selam olarak söyledik.İçerideki kardeşlerimizi anımsamak için albümde Mahsus Mahal’e yer verdik. Öte yandan Mahsus Mahal’in Ruhi Su ile AhmetKaya arasında bir hikayesi dolaşır. Malumunuzdur, Ruhi Su, çok akademik ve dikkatli bir şekilde söyler. Fazlasıyla nizamidir. AhmetKaya’ysa daha rahat, daha punktır. Rivayet odur ki, AhmetKaya bu türküyü ilk söylediğinde, Ruhi Su bu kadar gayrı nizami söylediği için ona kızmış ve “türkü böyle söylenmez” diye haber gönderip itirazda bulunarak onu ciddiyete davet etmiş. Yine rivayet odur ki Ahmet kaya ise Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’nda bir konserinde, arkasına üzerinde “Türkü böyle de söylenir” yazan bir pankart asarak çalmış. Bu tartışmayı duyduğumuzda, çok hoşumuza gitti ve dahil olmak istedik. Şarkının manasının yanı sıra biz de müzikal var oluşumuza dayanarak türkü böyle de söylenir diyoruz.
Peki siz ne diyorsunuz? Türkü nasıl söylenir? Siz nasıl bir yorum kattınız?
Türküler hepimizin. Herkes her türküyü istediği şekilde söyleyebilir. Bunun bir sınırı yok. Zaten türkünün neredeyse tanımı bu. Türkü her şekilde söylenir. Biz de bu türküyü Banditçe söyledik. Abartacak bir durum da değil.
Şarkılarınızda bir coşku ve umut var. Kullandığınız enstrümanları da buna göre mi düzenliyorsunuz?
Sazları şarkının hissiyatına göre kullanıyoruz. Tabi esas olarak hakim olduğumuz sazları kullanıyoruz. Aynı zamanda sadece sahne müziği yapmıyoruz, eylemlerde de çalıyoruz. O yüzden eylemlerde kalabalıkta sesimizi duyurmak, ulaştırmak için gitarın, saksafonun ya da trompetin volüm olarak dahi etkisi yüksek oluyor. Bandista kendini biraz da böyle kurdu. Öte yandan ölümler, işkenceler, maphusluklar, kayıplarla var olan bir siyasal iklimde, özellikle 90’larda ortaya çıkan bizim de içinde büyüdüğümüz muhalif müzik, melankolik dönemin hüzün müziğiydi. Bunu kuran acıları tabii ki sahipleniyoruz. O günleri, oldukları şekilde yaşamasak da bunun hesabını sorma, belleğinitutma iradesine sahibiz. Ancak yine de dediğimiz gibi biz başka da bir kuşağız. Belki nihayetinde ucunu Gezi hareketiyle gösteren bir coşkunun tadını almıs bir kuşağa da tekabül ediyoruz. Dolayısıyla, o melankoli bizim kederimiz değil demek istemeyiz ama onun yanı sıra seslendirmek istediğimiz neşe gibi, coşku gibi başka duygularımız da var.
Siz kolektif olarak ne isim ne de fotoğraf veriyorsunuz. Bir duruş mu bu?
Tam da öyle.İlk albümden bu yana anonimlik tavrı olarak Copyleft çalışıyoruz. Anonimi korumak istiyoruz. Çünkü bu endüstriyel çarkın içinde kendimize farklı bir yol alıp bu anonimliği de bu parçaların herkes tarafından söylenebilir olmasıyla kuruyoruz. Hatta bunları sadece kaydettiğimiz ve söylediğimiz için Bandista üyesi değiliz. Bunları dinleyerek siz de Bandista’nın üyesi oluyorsunuz. O yüzden oraya bir isim yazılacaksa; dinleyen ve sokakta çalan ya da Bandista’nın hayatının bir köşesinden geçen herkesin adını ve resmini koymamız gerekir. Öte yandan da çok bedenselleştirmeden, cisimleştirmeden dünyaya bıraktığımız bir çalışma biçimi bu. Telif meseleleriyle beraber bugün anonime, herkese ait olan müşterek kıymetlerimiz hızla özelleştiriliyor. Mesela herkesin bileceği ‘Dandini dandini dastana’yı dahi çalmak isteseniz serbestçe çalamazsınız. Tıpkı derelerimiz gibi, şarkılarımızın da dolaşım değil sahiplik değeritanımlanmış ve bir takım kişiler yahut şirketler tarafından mülkiyetiddiası altında gasp edilmiştir ve o şarkıyı söylemeniz için sizden para ödemenizi beklerler. Oysa biz bu endüstrinin dışından bir varlık tarif ediyoruz. Şarkılarımızı söylemek için mevcut endüstrinin içinde olmak zorunda olmadığımızı söylemek istiyoruz. Copyright’a karşı Copyleft meselesi geniş bir tartışmaya tekabül ediyor. Bir tarafta 300 yıllık halk deyişlerinin altına kendi imzalarını atarken bile ‘eserlerimizin korsanı yapılıyor’ diye ağlayan, hırsızlık düzeyindeki Copyright savunucuları varken, diğer tarafta da mesela Neşet Ertaş gibi bizzat kendi bestesi olan bir şarkı için dahi “Ben bu sazı çalıyorsam bu sazın bana öğreteni var” diye konuşan, ürününü anonimleştiren ustalarımız da var. Böyle bir ayrışmanın içerisinde tabi ki biz de halk olarak anonimin hakkını, hakkımızı arayan ve alan tarafız.
Siz bu durumda şunu diyorsunuz: Albümlerimizin hakları herkese açıktır.
Tabi ki. Copyleftilkeleri gereğiticari bir faaliyete konu olmadığı sürece kopyalanması, sökülmesi, yeniden takılması, dönüştürülmesi, dağıtılması, esine ve herhangi duygulara konu olması serbesttir. Tüm üretimler kaynağını başka üretimlerden alır. Yani orijinal bir şey yapmak çok mümkün değil. Bir öğrencisi sevgili Ulus Baker’e “Hocam bu dönem dersiniz için orijinal bir ödev yazmak istiyorum” dediğinde, Ulus, kendisine şakayla “Çok ilginç. Dünyaya gelmiş en son orijinal şeyKarl Marx’tı herhalde” demişti. Tüm insan üretimi, kültürel üretim birbirinden esinlenerek, öğrenerek olur zaten.
Siltanê şarkısı albümde yer alıyor. Biraz açar mısınız?
Siltanê’yle Kobani direnişi günlerinde Suruç’a yaptığımız bir ziyarette, sınır nöbeti sırasında ateş başı halaylarında tanıştık. Kobani’nin özgürleşmesinin ardından Rojava’da kurulan film akademisinin yaptığı ilk uzun metrajlı film olanKayıp Şehir Hikayeleri için film müziği olarak 2016’da yaptığımız bir şarkı. Akabinde çok sert bir döneme girdiğimiz için o film Türkiye’de yayınlanamadı. Ancak bu şarkıyı bu biçimde BUHAL albümüne koymak istedik.Kürtçe bilmeyen kentli insanlar olarak bir deKürtçe söylemek istedik ve bu albüme koyduk. Bizim için önemli bir yeri var. Yepyeni bir kanal, epey zihin açıyor.
İçinde bulunduğumuz durumdan nasıl etkileniyorsunuz. Yasaklanan festivaller var. Siz bu durumla karşılaşıyor musunuz ?
Bandista’yı daha çok eylemlerin sesini yapabilmek, ritminitutabilmek için oluşturduk. Bir eylem bandosudur Bandista. Gel gelelim ki artık bugün herhangi eylem valilikler düzeyinde engelleniyor.İşçilerin grev hakları ellerinden alındı. Sendikalaşma hakları ellerinden alınıyor. Hal böyle olunca biz de artık eskiden olduğu kadar eylemde çalamıyoruz.
Bu durumda nasıl var edebiliyorsunuz kendinizi?
Bizim varlık koşulumuz toplumsal muhalefetin var olmasıdır ya da yokluğu, cılızlığı durumunda onu yeniden tırnaklarımızla kazımanın derdidir. Bu noktada özellikle OHAL döneminde pek çok konserimiz iptal oldu. Diğer yandan bu yıl Newroz’da Amed’de, 1 Mayıs’taysa İzmir’de çaldık. Toplumsal hareket kendisini dayatıp biz varız diyorsa eğer, engellenemeyecek kadar bir mevcudiyet gösterebiliyorsa o zaman hepimiz için de bir varlık, hareket alanı açılıyor muhakkak.
Başka gruplarla çalışmalarınız var mı?
Birlikte çalıştığımız, kendimizi birlikte var ettiğimiz çok fazla ortam var tabi. Temas ettiğimiz herkes ve her şeyle bu birliktelik çerçevesinde ilişki kuruyoruz. Her temas da bunu yeniden örgütlüyor. Örneğin geçtiğimiz kış Siya Şevê’yle birlikte çok hoş bir deneyim yaşadık. Beyoğlu’nun tükendiği efsanesi ortalıkta dolaşırken bu miti bir muayene edelim istedik. Siya Şevê’yle birlikte bir pazartesi konseri yapmaya karar verdik. Malumunuzdur, insanlar rahat gelebilsinler diye konserler genelde haftasonu yapılır.Konserimizi pazartesi yapmamıza rağmen orada yüzlerce insanın kendini var ettiğini gördük. Bu hem Siya Şevê ve benzeri kolektif oluşlarla yan yana durmanın önemini gösterdi hem de Beyoğlu bitti spekülasyonlarına başka bir söz söylemiş olduk. Buralardan herkes gitmiş olabilir ancak yoksullar, asiler, solcular,Kürtler,translar, dışlananlar, şehrin ‘günahkarları’ etraftalar. Birlikte çalıştığımız bir diğer grupsa Praksis müzik kolektifi ve yine aynı zeminden kolektif bir müzikal faaliyet olan Şubadap Çocuk’la birlikte çalışıyoruz. Hatta bu bahar itibariyla bu müzik kolektifleri olarak ortak davranmaya karar verdik. Bir tür kolektifler kolektifi gibi bir organizasyon içindeyiz. Böylelikle kolektif deneyimleritemas ettirmenin işleri nasıl kolayladığını ve bizleri ne kadar beslediğini görüyoruz. Herkesi de yaptıkları herhangi işleri katılıma açmaya, ortaklaştırmaya davet ediyoruz. Sadece müzikte değil hayatın her alanında ilişkilerimizi ortaklaştırmak; belki de dönemimizin organizasyonel formu budur.