UNICEF’in yaptığı bir araştırmaya göre hayatından memnun olan 15 yaşındaki çocukların oranının en düşük olduğu ülke Türkiye imiş (%53). Demek ki, bu toplumun 15 yaşına gelmiş çocuklarının yarısı kendini mutlu hissederken yarısı da mutsuz hissediyor. Ne tuhaf değil mi? İnsan bu yaştaki çocukların kendilerini mutsuz hissetmelerini yadırgıyor doğrusu. Öyle ya, “hayat” denilen o çalkantılı yürüyüşten oldukça önceki bir zaman (en azından bazıları için), hayatın inişlerinden çok çıkışlarının takip edildiği bir ruh hali öyle “mutsuzlukla” anılacak bir zaman olmaması gerek. Ama ne var ki araştırmaya göre Türkiyeli 15 yaş çocukları kendilerini “mutsuz” hissediyorlarmış. Üstelik de 41 ülke arasında…
Bu çalışmanın ayrıntılarına vakıf değilim o nedenle de üzerinde daha uzun durmam doğru olmaz ama başka bazı gözlemlerle birleştirince bu konuda bir takım spekülasyonlar yapmak da mümkün bence. Örneğin bu tespitin arkasında ne var acaba? Neden çocuklarımızın en azından bir yarısı kendilerini “mutlu” hissetmiyor?
Bu tür soruların cevaplarını bulmak kolay değildir. Çünkü bu tür sosyal olayların arkasında çok sayıda neden olabilir ve onlardan hangisinin en belirleyici olduğunu söyleyebilmek de ciddi araştırmalar gerektirir. Örneğin, benim ilk aklıma gelen konulardan biri, gelir dağılımının çocukları da kapsayan bir biçimde oldukça çarpık olması temel bir neden olabilir. Ama dedim ya elimde bu kanaatimi destekleyen bir çalışma yok. Benimkisi ailelerin elde ettikleri gelirin bu gençlerin de hayatlarını birinci dereceden etkiliyor olduğuna dair bazı gözlemler.
Oysa uzmanlar diyorlar ki, ergenlik çağında gençlerin yaşadığı en önemli sorunların başında kimlik gelişimi ile ilgili sorunlar geliyor. Doğrusu bu yazıyı yazmamdaki asıl neden de bu. Yani ben de bu ülkedeki gençlerin yarısının kendisini mutsuz hissediyor olmasının ardında kimlik sorunları olduğu düşüncesindeyim.
Bu durumun bir nedeni insanlığın önüne büyük bir belirsizlik koyan “küreselleşme” ise ikinci nedeni de bu eğilimin giderek bozulması, milliyetçiliğin ve içe kapanmacılığın yeniden başlamış olmasıdır. Eskiden “ulus devletlerin” ulus kimliği üzerinde norm ve değer yaratma etkisi “küreselleşmeyle” dağılınca ve yerine de “küresel” çapta “norm ve değer yaratma” gibi bir etki ortaya konamayınca (bir başka ifadeyle ulus devlet aşılamayınca) insanlar kendi içlerine doğdukları kimliklere bağlanmaktan başka bir yol bulamadılar. Çağımızın kısa bir süre öncesine kadar durumu büyük ölçüde bu idi.
Arkasından son 5 yılda kendini daha açık bir biçimde ortaya koyan “yeniden ulus devlete dönüş” anlamına gelen gelişmeler ise ulus devletler içinde bir “ulus devletin sahibi olan (!) kimlik ile azınlık kimlikler arasında siyasal gerginliklere yol açtı. Bu gelişmenin Türkiye’de de benzer biçimde gerginlik ve çatışmacı bir atmosfere yol açmış olması gençlerin karşısına ikinci bir belirsizlik olarak çıkmış oldu.
Ünlü eğitimci, sosyolog, Erikson’a göre kimlik duygusu, “bedeninde kendini evinde hissetme” duygusu olduğu kadar “nereye doğru gidiyor olduğunu da bilme duygusudur”.
Dolayısıyla gerek “küreselleşme” ve gerekse “yeniden ulus devlete dönüş”le ilgili gelişmeler bugün gençlerimizin önünde nereye ait oldukları ya da nereye doğru gitmeleri gerektiği konusunda büyük bir belirsizlik yaratarak onların kendilerini mutsuz hissetmelerine neden olmuş olabilir. Doğu’ya mı gitmeli Batı’ya mı? Osmanlı, Türk, İslam değerlerinde mi kalmalı yoksa modern seküler bir yaşam mı tercih etmeli?
Erikson’un tanımdan gidersek kendisinin nereye doğru gitmesi gerektiği konusunda kafası karışık olan bir toplumun gençlerinin de nereye gideceğini bilememesi ve bu nedenle de kendisini mutsuz hissetmesi doğaldır diye düşünüyorum. Gerçek nedir bilmiyorum. Ama bu söylediklerime yakın bir yerde olma olasılığı hiç de az değil.