Yeditepe Üniversitesi ve MAK Danışmanlık işbirliğiyle yapılan Gençlik Araştırması’nın sonuçları açıklandı. 13 Temmuz-20 Ağustos 2020 tarihleri arasında 18-29 yaş grubu gençlerle gerçekleştirilen araştırmada, mutluluk hali, sigara ve alkol bağımlılığı, ailevi ilişkiler, siyasete ilgi, yurtdışına gitme, torpil, borç, sosyal medya, din ve inanç üzerine sorular, araştırmanın politik amacını yansıtıyor. Gençlik denilince ilk aklımıza gelen, eğitim, kültür, işsizlik, eşitlik, güvenlik, güvencesizlik ve gelecek beklentileri gibi sorunların sorulmaması da iktidarın ideolojik ve siyasal istemlerinin dikkate alındığını gösteriyor. Araştırma sorularının içinde önemli gördüğüm iki grup soru var. Bunlardan biri din, iman, ahret, namazla ilgili olanlar; ikincisi yurtdışına göç tercihini ifade edenler. Bunlardan ikincisi üzerinde durmak istiyorum. Bu konuyla ilgili sorular şöyle:
“Bir başka ülkede geçici süreli yaşama fırsatı tanınsa yurt dışına gitmek ister misiniz?” sorusuna, yüzde 76,2’si “evet kesinlikle giderim” derken, yüzde 14’ü “Ülkemde aynı şartları bulursam gitmem” diyor. Kalıcı olarak bir başka ülkenin vatandaşlığı verildiğinde “Evet terk eder giderim” diyenlerin oranı yüzde 64, sadece yüzde 14’ü “ülkemde kalırım” yanıtını veriyor. “Hangi ülkede yaşamak istersiniz?” sorusuna sırasıyla yüzde 43 ile Avrupa ülkeleri, yüzde 39,8 ile ABD/Kanada, yüzde 14,8’i İskandinav ülkeleri geliyor. “Neden başka bir ülkede yaşarsınız?” sorusuna, yüzde 59’u “Daha iyi bir gelecek” derken, yüzde 14,6’sı “Daha huzurlu hayat’, yüzde 6’sı “adalet/eşitlik” yüzde 20,4’ü “diğerleri” diyor.
Bu sorular ve yanıtları gençlerin göçmenlik, sığınmacılık ve mültecilik istemlerini ifade ediyor. Son yıllarda binlerce gencn aynı nedenlere yurt dışına gidiyor olması bu gerçeği gösteriyor. Gittikleri ülkeler genç işgücü aradığı için gençler kabul ediliyor. Artık solcu ailelerin çocukları bile bu yolu seçiyor. Gençler gittikleri ülkelerin yaşam tarzını ve kültürünü benimseyerek oralarda kalıyor ve bir daha ülkelerine dönmüyor. Bu süreç 1960-1970’li yıllarda solda tartıştığımız, “beyin göçü” olarak tanımladığımız ve karşı çıktığımız olgunun yeniden yaşandığını gösteriyor. O zamanlar farklı nedenlerden kaynaklanan göç olgusu, şimdi ülkede yaşanılan ekonomik, sosyal, siyasal, etnik, kültürel ve inançsal sorunlara karşı gereken genç aydın duyarlığının aşınmasından kaynaklanıyor. Ulusal, sınıfsal ve cinsel ayrımların yarattığı toplumsal sorunlardan uzaklaşan gençler, kendilerini topluma kabul ettirecek eşitlik, özgürlük, barış ve adalet mücadelesinden uzaklaşıyor. Daha doğrusu bu süreçlerde bedel ödemekten kaçınıyor ve işin kolayını daha rahat yaşayacağı bir ülkeye gitmekte buluyor. Belirli bir eğitim ve kültür birikimini temsil eden bu gençlerin ülkeden uzaklaşması, rejimin yeni bir kuşak yaratma politikalarına uygun düştüğü için AKP tarafından engellenmiyor.
Hiçbir siyasal sorunu olmamasına rağmen bu göçmenlerin bir kısmının sonradan kendilerini siyasi sürgün olarak tanımlamalarına karşın, bunların konumu siyasi göçmenlik, sığınmacılık ve mültecilik geleneğine uyan bir durum değil. Bu gelenek kapitalizmin ve bu sisteme bağlı olarak gelişen toplumsal ilerlemenin anavatanı olan Avrupa’da ortaya çıktı. 19. ve 20. yüzyıl boyunca Avrupa’nın ileri kapitalist devletleri, bir yandan kendi sürgünlerini sosyal mücadelelerin daha geri olduğu sömürgelerine gönderirken, bir yandan da sömürgelerde sorun yaratan politik önderleri kendi merkezlerinde gözetim altında tutarak çifte standartçı tutumlar geliştirdi. Ancak emperyalist devletler, belirli bir merkezde ortaya çıkan ilerici ve devrimci düşüncelerin dalga dalga çevre ülkelerden başlayarak dünyanın diğer bölgelerine yayılmasını engelleyemedi. Siyasi sürgünler aynı zamanda bir düşüncenin ihracını hızlandırarak sınıfsal, ulusal, cinsel, etnik, kültürel, inançsal olguların ve mücadelelerin evrenselleşmesi sürecine katkıda bulundu.
Öte yandan kapitalist emperyalist sistemin daha geri uzantıları olan ülkelerde sisteme karşı bir çıkış ve onu değiştirmeye yönelik siyasal bir hareketlere karşı kurulu düzeni koruma adına cezalandırma yöntemleri de kendiliğinden ortaya çıktı. Bu bağlamda egemenler tarafından yapılan çeşitli biçimlerdeki cezalandırmalar; yargılı ya da yargısız olarak yapılan infazları, işkence, hapislik, idam gibi uygulamaların yanında zoraki göçleri ve sürgünleri de içerdi. Diğerlerine göre daha hafif bir cezalandırma gibi görünen bu zoraki göçler ve sürgünler, bu ülkelerde doğal olarak bir mülteci geleneğinin doğmasına neden oldu. Türkiye’de Abdülhamit’in istibdat döneminde başlayan mültecilik geleneği Batı Avrupa’ya sığınmalarla başladı ve günümüze kadar artarak kadar devam etti.