Her tepeden bakan Türk aydını(!) gibi, olguları ezelden ebede değişmez şeylermiş gibi ince bir maharet içeriyor. Demokrat, aydın savunucuları da, Özgentürk’ün acımasızca eleştirilmesini ahlakçı buluyor.
Cengizhan Kaptan
Hallac-ı Mansur’un ifadesi ile “Cehennem, acı çektiğimiz yer değil acı çektiğimizi kimsenin bilmediği yerdir”. Kendi yaşadığı dönemde değil, adına ‘zaman’ diyerek kurguladığımız süreçteki her dönemde gerçekliğini hissedebileceğimiz ya da doğrudan yaşayacağımız bir durumu dile getirmiş Hallac.
O çekilen acıların neden bilinmediği, duyulmadığı konusuna gelelim. Çünkü acıyı duyan, acı çekenin çektiği acının o şekilde çekilmemesini isteyen bir aydındır mesela. Türkiye’de aydın tipolojisini güzel betimledi geçenlerde Besim Dellaloğlu Gazete Duvar’da. Aydın mı entelektüel mi kavram önerileri dışında, aydının Türkiye’de ideolojik bir yapıya sahip olduğunu ifade etti. Bu yazının amacı da aydınların en azından bir kısmının hangi ideolojik açıdan olaylara baktığını ve nasıl küçüldüklerini ortaya alabildiğince koymaktır.
Sabah İrfan Aktan’ın yazısını okudum; başkaları da eklenecektir, eklenmelidir. Bu sömürgeci kültür ile beslenen ırkçı anlayış her zaman mahkum edilmelidir. Benim bu yazım da birçok yazıdan birisi olacaktır. İdeolojinin sefaletini biraz dile getirebilirsem ne mutlu bana.
Özgentürk’ün Kürt kadınını ve ulusunu aşağılaması, yukarıda belirttiğim gibi, Kürt kadınının ezilmesi hakkında dertlenmesinden çok Kürtlerin tümünün aşağılanması üzerinden örülüyor, kuruluyor. Kadınların intihar ya da tecavüze sürüklenmesinin tarihi bir kadermiş gibi malzeme edilmesine dayanıyor bu üslup. Her tepeden bakan Türk aydını(!) gibi, olguları ezelden ebede değişmez şeylermiş gibi ince bir maharet içeriyor. Demokrat, aydın savunucuları da, Özgentürk’ün acımasızca eleştirilmesini ahlakçı buluyor. Hatta bir yorumda, sözün Kürt kadınlarına verilmesini (feminist makyaj) ve onların kendi deneyimlerini aktarmasını istiyor.
Bu da bu savımı pekiştiren ikinci örnek; Kürt kadınlarının konuşmasını isteyen diğer aydın, Kürt kadınlarının konuşmasını ne dinlemiş ne de asıl derdi o değil. Derdi, eleştirilen aydını(!) kurtarmak. Oysa, Kürt kadınları konuşmamış olsa biraz hak verir gibi olacaktım! Konuşmuşlar ve görelim ne demişler. Batman’dan ta 2017’de yazan bir kadından gelsin çarpıcı tespitler:
“Geçmişte sokağında biri kötü bir şey yaptığı zaman bütün mahalleli onu aforoz ederdi, bizi yerimizden yurdumuzdan eden baskı ve savaş politikaları sonucu yaşanılan olaylara tepki veremez hale geldik. Bundan dolayı bu fuhuş ve tecavüzler yaşandı ve bundan sonra çocuklarımız için bizler ne yapmalıyız ona yoğunlaşmamız gerek.” diyor Derya Aslan ‘Batmanlı kadınlara ses olun’ adlı, 3 Haziran 2017 tarihli yazısında.*
Yazının içeriği o kadar açık ki. İntihar ve tecavüzleri nedenleri ile birlikte ortaya koyuyor. Bunların da Türk aydınının(!) demediği, diyemediği baskı ve savaş politikalarının ürünü olduğunu ifade ediyor. Bu kadar açık, ‘oradaki öğretmen arkadaştan’ değil doğrudan bir kadından gelen mesaj bu çukur aydınlarının kabusu hükmündedir olsa olsa. Ama büyük ihtimalle ne bu yazıyı okumuşlardır ne de Batmanlı kadınları dinlemek gibi bir kaygıları vardır. Hatta insan, dinleyemeyeceklerinin, dinlemeyeceklerinin konforundan dolayı böylesine pervasız yazı ve fikirler ortaya koyduklarını düşünmeden edemiyor.
Bilimsel tavrı ağızlarına sakız etmiş olan Türk aydını şabloncu, pek de parlak olmayan entelektüel seviyesini dayatan, olgulardan analize uzanamayan ve kendi gerçekliğini empoze hatta dikte etmeye şartlanmış bir tipoloji çizer. O her şeyin çözümünü bilir ama ‘ter kokan işçi’, ‘kırolar’ onu dinlemez; artık düşman o kırodur, ter kokan işçidir onun için. Sistemle, kapitalle, ırkçılıkla, sömürgeci dayatmalarla bir ilişkisi kalmamıştır onun artık; bilakis onlar üzerinden harekete geçer.
Bu aydın denilen tipoloji bu yüzden ırkçılık, sömürgecilik, ayrımcılığın en somut örneklerinden birisi olarak çıkar karşımıza. Bakmayın siz onların dertli göründüğüne, Kürt kadınını da sevemezler; sevdikleri gibi göründükleri, aslında zavallı olarak görmek istedikleridir.
İşte bu aydın(!) grubu tarafından “tanınma” çabası da cehennem kapısını aralar. “Tanınma” ise apayrı bir yazının konusu olsun. Bu konulara odaklanmak gerekiyor aslında; ırkçılığın, sömürgeciliğin, ayrımcılığın kaynakları, nedenleri ve yansımalarını iyice kavramak ve bunlarla mücadele edebilmek için.
Cehennemden çıkmanın koşulu ise bu ırkçı, şoven tipoloji ile enerji harcamak ve onlar tarafından tanınmaya çalışmak yerine sorunun merkezine, kaynağına odaklanmaktır. Bunu sadece kurumsal anlamda, siyasi anlamda söylemiyorum. Bireysel anlamda da bu tepeden bakan ancak kendisi çukurdan çıkamayan insanlara karşı en iyi tavır, onlar tarafından tanınmamak esası ile hareket etmektir. Varlığımızı, fikriyatımızı onlar ile uzlaştırmak zorunda olmadığımızın bilincine ulaşmaktır. Bu tanınma arzusunu doğru bir şekilde, doğru yöne yönlendirmek insanı alabildiğine özgürleştirir. Bizim özgür yarınlara ulaşmamız için psikolojik olarak da yaşam tercihi olarak da bu çukurun etrafında dönmememiz gerekir.
Hallac’ın dediğinden hareketle bu zebanilerle vakit harcamak yerine sesimizi duyan ve bizimle derdi de sevinci de paylaşanların yanında olmak ve kalmak dileği ile.
Kaynakça
Derya Aslan. (3 Haziran 2017). Batmanlı kadınlara ses olun! <https://www.ekmekvegul.net/dergi/batmanli-kadinlara-ses-olun>