Bazen her şey birbirine karışıyor, değil mi? Sosyal medya iyi bir şey, tamam. Ağırlıklı olarak twitter, bütün karmaşasına ve manipülatif yanlarına rağmen hâlâ iyi bir haber kaynağı olmanın ötesinde, son yıllarda -daha çok da sokakla birleştiği hallerde- ciddi bir toplumsal baskı platformu da oldu. Özellikle kadınların taciz, istismar, şiddet vakalarında sergiledikleri hızlı refleksler ve böylece oluşan kolektif bellek zaman zaman çok etkili oluyor. İyi şeyler bunlar.
İpin ucu kaçtığında ise ortaya saçmalık çıkıyor ama. Musa Dinç meselesi gibi hallerde böyle oluyor mesela. Aklı başında bildiğimiz insanların içinden bile birden bir kovboy filmi repliği fışkırıyor adeta: Asalım asalım! Biri “bunların yayınlanmasına nasıl izin veriyorlar, devlet uyuyor mu” diye haykırıyor, bir başkası “asıl bunu basana vereceksin cezayı” diye akıl yürütüyor; sonuçta adam tutuklanıyor!
Neden? Adam bir yazar. Kötü bir yazar olabilir ama anladığım kadarıyla ‘sapık’ filan değil. Yazdıkları tipik köy mizahı aslında. Zaten -biyografisine bakma zahmetine katlanan varsa, görmüştür- kendisinin ‘mizah öykücüsü’ olduğunu düşünüyor. Ben bunların daha beterlerini dinledim ayrıca. Meraklısı varsa, kırpıla kırpıla ehlileştirilmiş Nasreddin Hoca’nın sansürsüz fıkralarını İlhan Başgöz ve Pertev Naili Boratav’ın eserlerinden okuyabilir. Siz Nasreddin’i öyle pambuk sakallı bir evliya mı sanıyorsunuz? Ne numaralar var adamda! Yani bu anlatıların bizzat kendileri eril anlatılar; sorun orada. Yazarın sorunu ise, mahalle kahvesinde anlatılagelen bütün bu hikâyelerin çocuk masalı olabileceğini zannetmesi. Yoksa her vatandaş oturur bir şey yazar, isteyen okur istemeyen okumaz. Siz, çocukları bu tür anlatılardan korursunuz, onları okullara filan sokmazsınız, en çok en çok üstüne çocuklar için uygun olmadığını belirten bir ibare koyarsınız, olur biter. Şükürler olsun ki henüz kitap yayınlamak için ‘izin’ alınmıyor bu ülkede; barkod ise bir tür kayıt sistemi. ‘İleri demokrasi’ o noktaya varmadı henüz ama eli kulağında! “Nerde bu devlet” haykırışları yakında Beştepe’den duyulduğunda, birilerinin aklına bir ‘kurul’ oluşturup ‘ön kontrol’ yapma fikri gelebilir ve o zaman işte Oscar Wilde’den başlayıp Henry Miller’a ve Dostoyevski’ye kadar uzanan bir liste çıkar önümüze; al başına belayı!
Sonuç itibarıyla, yazı yazan bir insanın tutuklanmasına vesile olmak, gurur duyulacak bir şey değildir ve daha kötüsü, bu yeni sansür dalgalarının önünü açan bir şeydir.
Aynı şey değil belki ama Işıl Özgentürk konusunda da sıkıntılı bir durum yaşandı, yaşanıyor. Biliyorum, yazdıkları ahmakça, dahası kötü niyetli ve ırkçılıkla malul. İnsanların öfkesini anlıyorum. ‘Beyaz Türk’ kibri bana da tiksinti veriyor; bezdik bunlardan artık. Öte yandan her adım attıkları yerde bütün kadın ve kültür kurumlarını dümdüz eden AKP’nin milletvekillerinin hemen suç duyurusunda bulunması ve hatta Hüda-Par’ın “Batman halkının iffetle örülmüş aile yapısı kadınıyla erkeğiyle huzur yuvalarıdır” diye höykürmesi durumu iyice iğrenç hale getiriyor. Ama bu bulamacın içine Batman Barosu’nun ‘suç duyurusu’ ile katılmasının gerekli olduğundan hiç emin değilim doğrusu. Özgentürk’ün yazdıkları, bir siyasi şekillenişin ifadesidir ve karşılığı da siyasal olabilir, olmalıdır; hatta bana sorarsanız ona bile gerek yok. Bu ‘beyaz’ kafa yapısını ciddiye almak, onun kavramsal çerçevesi içine girerek yanıt vermek gerekmiyor.
Aynı şekilde, iktidar cephesinden akıp gelen “güpgüzel Batman’ımıza laf ettirmezük” saçmalığına da hiç dâhil olamayız, olmamalıyız. Batman ‘güpgüzel’ filan değil çünkü; gazetecilik hayatım boyunca Batman’dan gelen kadın intiharı haberlerini alt alta yazsam, koca bir dosya olur. Sonuçta, yalnızca Batman değil, birçok Kürt ilinin rejim tarafından çürütülmeye çalışıldığını hepimiz biliyoruz. Kayyumlar bunun için var, kadın kurumlarını bunun için kapatıyorlar, sinema salonlarını, kütüphaneleri bunun için yıkıyorlar; gencecik kadınlar kalıyor o enkazların altında; bazen çıkamıyorlar oradan ve bazen belki tutunacak bir dal aradıklarında biz tam o anda, tam orada olamıyoruz. Çıkmaz sokaklarda yitip gidiyor hayatları. Alakasız görünecek belki ama FBI’ın en soysuz patronu Hoover’ın “Ben Harlem’i uyuşturucuyla çözdüm” lafı doğruysa eğer, bu Amerikan siyah hareketi için de bir özeleştiri ihtiyacı doğurmaz mı mesela?
Bütün bunlar bizim tartışmalarımız ama. Işıl Hanım’la ilgisi yok. Geçiniz. Onun dünyasında bu gerçeklikler de yok zaten. Bu, bizim, hepimizin işi, sorumluluğu. Tutuklanmış/ceza almış bir Cumhuriyet yazarının ise bu işe ne katkısı olabilir ki?
Asıl mesele şu: Herhangi birimizin kızı olabilecek olan genç bir kadın şu anda toprağın altında ve onun yaşamını mahveden adam dışarıda. Asıl mesele o ve onu koruyup kollayanlardır. Ve nihayetinde asıl mesele, çaresizlikle uzanan hiçbir eli boşlukta bırakmamaktır. Başka şeylere niye enerji harcayalım ki?