20 Ağustos’a denk gelen 1 muharrem günü başlayan Alevilerin on iki günlük “Matem Orucu” dün sona erdi. Oruç, 10 Muharremde yapılması gerekirken, On iki İmam için tutulan on iki günlük orucun son günü öğle saatlerinde pişen aşure ile iftar açılarak sona erer. Muharremin başında olduğu gibi oruç bitimi de sessiz sadasız geçti. Aşuresini yapanlar sessizce dağıttı, bir kısmı da daha yapmış değil.
Oruç, her zaman bir “nefsine hakim olma” sınavı olarak ele alınır, diğer semavi dinlerde de vardır. Musevilikte ve Hristiyanlıkta bazı besinler söz konusu olur. Kimi hayvansal besinler yemez, kimi kendine bir besin grubu seçerek belli süre o besinden uzak durur.
Bir de yüreklere kor düşüren oruçlar var: Ölüm oruçları.
Geçtiğimiz hafta genç bir Avukat kadınımızı, Ebru Timtik canımızı kaybettik. Meslekdaşı Avukat Aytaç Ünsal’la birlikte adil yargılanma talebiyle açlık grevine girmişler, taleplerine herhangi bir cevap verilmemesi üzerine ölüm orucuna çevirmişlerdi. Yargıtayın İstinaf mahkemesince onunun davayı ele almaması üzerine devam eden ölüm orucu, İstanbul Adli Tıb Kurumunun “tahliye edilmemeleri, hayati risk nedenidir” kararına rağmen İstanbul 37. Ağı ceza mahkemesince tahliye istemi reddedildi. 238 inci günde ise sevgili Ebru’yu sonsuzluğa yolcu ettik.
Cemevindeki cenazesine yakınları ve bir kısım meslektaşları dışında kimse alınmadı, üyesi olduğu İstanbul Barosu önüne götürülmesine izin verilmedi.
Oldum olası ölüm oruçlarına karşı olmuşumdur. Bedenini ölüme yatıranların amaçları uğruna hayatlarından bile vazgeçmelerinin ne büyük bir özveri olduğunu elbette yadsıyacak değilim. Ancak mücadele, hayatta kalarak sürdürülebilir. Kaldı ki uğrunda mücadele verdikleri haklarını ihlal edenlerin ölüm orucu karşısında en ufak bir üzüntü duymadıklarını da görüyoruz, biliyoruz. Bir çoğu açıklamasa da için için seviniyor; dört gözle ölümü bekleyenler de oluyor.
Genç Avukat Aytaç Ünsal’ın da ölüm orucu yedi ayı doldurdu, babasının beyanına göre Ebru’nun ölümüyle büyük ölçüde sarsıldı, dağıldı. “Ölürlerse ölsünler, umurumuzda değil” havasındaki siyasiler ve yargı organları en ufak bir üzüntü emaresi göstermiyorlar.
Yetmiş dokuz yaşında bir hukukçu olarak tüm benliğimle herkese yalvarıyorum: “LÜTFEN, LÜTFEN!, EBRU’YU KAYBETTİK, AYTAÇ’I KURTARALIM!…”
*
Dün, 1 Eylül Dünya Barış Günü’ydü. Herkese kutlu olsun, barış bir an önce gelsin.
İçinde bulunduğumuz dönemde barışa o kadar çok ihtiyacımız var ki…
İçteki kirli savaş, dıştaki bizi ilgilendirmeyen anlamsız savaşın üzerine Doğu Akdeniz’de komşularımız ve müttefiklerimizle cebelleşmeye başladık. Belki kırk elli yıllık ömürleri kalmış petrol ve doğal gaz rezervlerini adil paylaşarak barış içinde yaşamak varken, hırslarına kapılarak yalnız bizlerin değil, gelecek nesillerin de hayatlarını karartmanın birkaç para babası dışında fakir halklara bir faydası olmadığını anlayabilsek…