Bilin: Halkın ekmeğidir adalet. Bakarsınız bol olur bu ekmek, bakarsınız kıt, bakarsınız doyum olmaz tadına, bakarsınız berbat. Azaldı mı ekmek, başlar açlık, bozuldu mu tadı, başlar hoşnutsuzluk boy atmaya… Bozuk adalet yeter artık! Acemi ellerle yoğurulan, iyi pişirilmemiş adalet yeter! B. Brecht
Kendini “devletine, milletine bağlı, asker ve polisin yanında” gören milyonlarca insan var. Kolluk kuvvetlerinin yetkilerinin sınırsızca arttırılması, özgürlüklerin kısıtlanmasının kendilerini asla etkilemeyeceğini düşünüyorlar. Polis devleti uygulamaları muhalefete baskıyla sınırlı kalmaz, “sıradan vatandaşa” da işkenceye mutlaka dönüşür.
Hatay’da Özel Harekâtçı polis tarafından yol ortasında katledilen iki vatandaş muhtemelen bir gün polis tarafından katledileceklerini akıllarının ucundan bile geçirmemişlerdi. Fırıncı çırağı iki çocuğu katledenlerin, Yüksekova’da dükkânın önünde oturan dört esnafı kurşuna dizen polisin, “galoş giyin” dediği için ailesinin yanında katledilen Dilek Doğan’ın katilinin cezasız bırakılmasının; Hatay’da iki vatandaşın “yol vermedin” denilerek katledilmesinin yolunu açtığını kesin olarak söyleyebiliriz. Katillerin elini, tecavüzcülerin belini soğutmama peşinde olan sistem, havuz medyası ve trollerin nefret dilinden beslenen muktedirlerden aldıkları güçle “bana bir şey olmaz” diyerek yolda yürüyen vatandaşı bile hiç yoktan yere katletme cüretini kendilerinde bulabiliyorlar. Kokuşmuş saray rejimi adaletin zerresini bırakmazken insanlar adaletsizlikten ve adalet için can veriyor.
Adaletsizlik bugüne has bir sorun değil tabi ki. Mahkeme duvarlarında “Adalet mülkün temeli” (devletin temeli) yazsa da, devleti kendi mülkü olarak parselleyenler hakim olma rolünü hiç bırakmadılar. Adalet gerçek anlamda bu coğrafyada hiçbir vakit olmadı ancak AKP ile birlikte şekli olarak da adalet tamamen ortadan kaldırıldı. AKP, insanları adalet vaadiyle kandırarak iktidara geldikten sonra Adaleti Kaldırma Partisi rolünü oynadı. Darbe dönemlerine benzer biçimde yaygın tutuklamaların gerçekleştiği, işkencenin evlere, sokağa taştığı, seçme-seçilme hakkının kayyımlarla ortadan kaldırıldığı zamanları yaşıyoruz. Hatta 12 Eylül darbecilerin bile cesaret etmediği avukatları tutuklama ve savunma makamını tamamen ortadan kaldırma girişimlerine Saray Rejimi cesaret eder hale geldi.
Devletin dehlizlerinde alınan kararlarla avukatlar, gazeteciler, seçilmiş siyasetçiler cezaevlerine dolduruluyor. Avukat Ebru Timtik ve Avukat Aytaç Ünsal’ın adalet talebiyle ölüm orucuna girmesinin müsebbibi Saray Rejiminin oluşturduğu bu karanlık ortam. Ebru Timtik’in ölüm orucu neticesinde yaşamını yitirmesi, Avukat Aytaç Ünsal’ın ölümün kenarında olması adalet talebinin hayat memat meselesi olduğunu daha yakıcı biçimde bizlere hatırlattı. İnsan hayatı söz konusu olduğu için açlık grevlerinde ölümlerin önüne geçilmesi önemli bir görev. Açlık grevi direnişin sadece bir boyutu. On binlerce insan ağır bedeller ödeyerek faşizm karşında geri adım atmadan mücadele veriyor.
Açlık grevi kişinin kendi iradesiyle karar verdiği ve hayatının pimini çekerek kendini öldürmek isteyenlerin eline tutuşturduğu bir direniş biçimidir. Ölümü ceza olarak dayatanlara ölümün de bir direniş biçimi olacağını göstermektir açlık grevi. Açlık grevi yapanı dostane olarak grevi bırakmaya davet etmek mümkün. Ancak esas olan adalet mücadelesinin toplumsallaştırılmasıdır. Açlık grevini istisnai bir eylem olmaktan öte temel bir eylem biçimine dönüştürülmesine fiili-meşru devrimci direniş biçimlerini yükselterek karşı çıkmalıyız. Devrimci siyaset toplumun vicdanına seslenmekten öte örgütlü toplum yaratarak ilerler. İktidarını adaletsizliğin üzerine inşa eden Saray Rejimi “gereğini yapar, işi bitiririz” diyerek adaletin tedavülden kaldırıldığını ilan ettiği ortamda toplumun birçok kesimini adalet mücadelesinde birleştirmek her zamankinden daha olanaklı.
Dünya’da adalet mücadelesinin simge davalarından olan “Dreyfus Davası” adalet mücadelesinin despot iktidarlar için ne kadar yıkıcı olabileceğine iyi bir örnektir. Haksız yere tutuklanan A. Dreyfus için adalet talebiyle Emile Zola’nın “itham ediyorum” başlığıyla yayınladığı açık mektup Fransız despotizmine karşı adalet mücadelesinin başlangıcı olmuştur. Açlık ve ölüm haberlerini kanıksamadan, bir noktaya takılıp kalmadan halkın ekmeği olan adalet için mücadeleyi daha ileri taşıyabiliriz.