‘’Terörle mücadelede en önemli bir diğer ayağı ise örgütün cezaevi yapılanması. Bakan Soylu örgütün cezaevi yapılanmasının artık içeriden dışarıyı yönetemeyecek bir noktaya getirmeye çalışıldığını ifade ediyor. Zira bu bağı kesmek için önemli bir aşamada olduklarına dikkat çekiyor.’’
Bu haber yakın zamanda Habertürk’ten Çetiner Çetin tarafından kaleme alınmış. Adı geçen “gazetecinin” Süleyman Soylu ile yaptığı söyleşinin haberleştirilmesinde geçen bu bölüm özellikle dikkatimi çekti. Zira cezaevindeki tutsaklar bırakalım dışarıyı yönetmeyi, aileleri ile bile doğru düzgün görüştürülmüyorlar. Başta İmralı Cezaevi olmak üzere tüm cezaevlerine yönelik hukuka, insan haklarına ve ahlaka aykırı bir tarzda katı bir tecrit politikası uzun süreden beridir uygulanmaktadır. 2016 “15 Temmuz” sözde darbesi ile bu tecrit daha da katılaştırılmış, pandemi süreci bahane edilerek te neredeyse tutsakların aileleri ile bağı tümden kesilmiştir. Şu anda içerde onbini aşkın siyasi tutsak pandemi koşullarında, büyük bir baskı ve işkence ortamında ölümle yüz yüzedirler. Sayısı binleri bulan hasta tutsak bırakılmadığı gibi tedavi edilmemekte, her gün yeni ölüm haberleri duymaktayız. O halde Süleyman Soylu’nun bu söylemlerini nasıl ele almak gerekiyor?
Yıllardır Türkiye cezaevlerini yakından takip eden biri olarak bu söylemin öyle laf olsun diye olmadığını ve bir amaca hizmet ettiğini düşünüyorum. Önümüzdeki süreçte cezaevlerine yönelik geliştirilecek yeni bir baskı ve saldırı dalgasının zemini yaratılmak isteniyor ve bunun argümanları yandaş basın üzerinden servis edilerek kamuoyu manipüle edilmek, istedikleri doğrultuda bir algı oluşturmak istiyorlar. Bunun gibi 3-5 haberi okuyan ve gerçeklerden habersiz bir insan gerçekten Türkiye’de örgütlerin cezaevlerinden dışarıyı yönettiklerini sanacak ve olası saldırıları adeta meşru görecek. Dolayısıyla oluşturmak istedikleri bu algıyı teşhir etmek, Türkiye cezaevlerinde yaşanan baskı ve işkence ortamını kamuoyuna anlatmak ve bu yolla cezaevlerine yönelik önümüzdeki süreçte başlatılacak yeni saldırı dalgasını engellemeye çalışmak hepimizin en temel görevi olmaktadır.
Mevcut iktidar bugün kendisine biat etmeyen, demokrasi, adalet ve özgürlükten yana olan herkesi varlığına potansiyel tehlike olarak görüyor ve bu muhalefeti bastırmanın, etkisiz kılmanın en etkin aracı olarak cezaevine atma politikası en pervasız tarzda hayata geçiriliyor. Bugün Türkiye’de hukuk ve yargı organları iktidarın bu politikasının sadece figüranları olmaktadır. İktidar Bloğu Türkiye’nin bu en direngen yapılarını ve bireylerini sadece zindana atmakla da kalmıyor, tam bir işkence sistemine dönüştürülen zindan uygulamaları ile kendilerine biat ettirilmek, teslim alınmak, yapamazsa da adeta yapamamanın intikamını almak istiyor. Ancak yukardaki alıntıdan da anlaşılıyor ki bu durum bile Soylu ve ekibi için yeterli görünmüyor. İşkencehanelere dönüştürülen zindanlar bir adım öteye yani cehenneme dönüştürülecekler. Ve bu yolla toplumu, muhalif kesimi korkutacaklarını, caydırıcı olabileceklerini, kimsenin kendilerine karşı çıkmaya cesaret edemeyeceğini düşünüyor, amaçlıyorlar. Şimdiden bunun zemini hazırlanıyor, argümanları piyasaya servis ediliyor ve bu doğrultuda gerçekler ters yüz edilerek bir algı operasyonu yürütülüyor.
Görünen o ki Esat Oktay Yıldıran’ın 12 Eylül darbe sürecinde başaramadığını, Süleyman Soylu başaracağını iddia ediyor. Tabi ne kadar başarılı olacakları tartışmalıdır. Zindanlardaki siyasi tutsakların bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da tüm saldırı ve baskılara karşı direneceklerini, hiçbir dayatmayı kabul etmeyeceklerini ve bu cehennemleştirme politikasını boşa çıkaracaklarını bilmek için kâhin olmak gerekmiyor. Ancak zindandaki siyasi tutsaklardan çok biz dışardakilerin tavrı, tutumu önemli. Hem geliştirilmek istenen yeni saldırı politikasını teşhir etmek hem gerçekleri daha yüksek sesle anlatarak zindanlarda yaşanan vahşeti kamuoyuna mal edip iktidarın algı operasyonunu boşa çıkarmak hem de geliştireceğimiz demokratik eylemselliklerle iktidara geri adım attırmak artık erteleyemeyeceğimiz, zamana yayamayacağımız bir sorumluluk olarak karşımızda durmaktadır.
İlgili tüm çevrelerin, aydınların, yazarların, insan hakları savunucularının, muhalif olduğunu söyleyen tüm siyasi parti ve yapıların bu konuda neler yapılabileceğini tartışma ve ulaştıkları sonuçları hayata geçirme zamanı. Unutmayalım ki bu iktidara biat etmediğini söyleyen bizlerin de her an cezaevine girme olasılığı oldukça yüksektir. Kaldı ki zaten içerdeki siyasi tutsakların hepsi bu halkın en direngen, en güzel düşüncelere sahip, halkı için bedel ödemekten çekinmeyen çocuklarıdır. Yani canımızdan bir parçadırlar. Onları direnişlerinde yalnız bırakmamak, sahiplenmek, korumak, direnişlerinin sesi ve yüreği olmak hepimizin boynunun borcu ve insan, ahlaki, vicdani sorumluluğudur.