Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Başkanı Esin Köymen ile Galataport’u konuştuk: ‘Galataport şantiyesinde bir arkadaşımızı kaybettik. İşçilerin sağlığı için kapatılmayan şantiye bir tv programı için kapatılabiliyor’
Gülcan Dereli
Ülkede bir yandan ekonomik kriz derinleşirlen, bir yandan da mega projeler tam gaz devam ediyor. Gatala Kulesi’nin hilti ile tahrip edilmesi bir kez daha gözleri bu projelere çevirdi. Bütün kentlerin betona gömülmesi, tarihi yapıların yağmalanması ve yoksulluk olarak halka yansıyan bu projeler, iktidar cenahı ve sermaye açısından ise bir zenginleşme mekaniği olarak işliyor. Bu projelerden biri de çok tartışılan Galataport. Acun Ilıcalı’nın Surviver programı için tahsis edilmesi ile bir kez daha görücüye çıkarılan projede kapalı kapılar ardında tarihi yapılara ne yapıldığı sorusunu akıllara getirdi. Uzmanlarca kent dokusununun yağmalanması olarak nitelenen proje konusunda TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Başkanı Esin Köymen ile konuştuk.
- Mimarlar Odası İstanbul eski Şube Başkanı merhum Sami Yılmaztürk, “Sahilin 1 kilometreden uzun bir kısmını halka kapatacak, bölgeyi ‘soylu’laştırarak esnafı yerinden edecek” diye bir açıklaması olmuştu. Bu bir ‘soylulaştırma’ projesi mi?
Galataport Projesi’ne karşı meslek odaları tarafından yürütülen mücadelede ve özellikle de Mimarlar Odası’nın mücadelesinde sevgili Sami abiyi saygı ve özlemle anmadan olmaz. Çok haklı olarak ve iyi bir öngörüyle başlayan projenin sonuç itibariyle nereye geleceğini çok iyi görmüştü o dönem meslek odası yöneticileri. Ve geniş kapsamlı bir mücadeleyi de başlattılar. Kamuoyunu konuyla ilgili bilgilendirip, projenin nihai hedefinde bu kıyı şeridinin halka tamamen kapatılacağını ifade etmişlerdi ve bugün devam eden şantiyelerle, perdelemelerin arkasında tescilli yapılara ilave edilen yeni katlarla, çalışmalar sırasında yıkılan tescilli kültür varlıklarıyla -ki burda özellikle yolcu salonunu kastediyorum- ne kadar haklı bir mücadelenin parçası olduğumuz ortada. O dönemlerde açılan davalar hala devam ediyor. Kararlar yukarılardan geldiğinde hukukun da ne kadar araçsallaştırılabildiğini gördük bu mücadelemizde.
Proje 1.2 kilometrelik kıyı şeridi boyunca uzayan bir alanda özelleştirmeye bağlı olarak; yapılacak olan oteller, işyerleri, alışveriş merkezleri, lüks restoranlar ve yolcu terminalleriyle birlikte kamuya kapatılan bir alandan söz ediyoruz. Tüm bu çoklu fonksiyonu içinde barındıran kompleks sistem bölgedeki gayrimenkuller açısından da çok büyük oranda ve spekülatif bir rant artışına da yol açtı. Şu anda bile bölge esnafında gözle görülür bir değişiklik olduğunu tespit edebiliyoruz. Kentin tarihi dokusuna yapılan bu büyük müdahale ile hızlı bir kentsel doku değişikliğinin yanı sıra, yereldeki işyeri sahiplerinin ve günlük kullanıcıların da hızla değişeceğini şimdiden söyleyebiliriz. Bu hızlı değişiklik halkın kıyıya erişimini kapatırken, ekonomiyle doğrudan ilgili olarak yeni bir kullanıcı kitlesini de oluşturmaktadır. Ve elbette diğer pek çok mega projede olduğu gibi bir çeşit soylulaştırma projesidir.
- Prof. Dr. Zerrin Bayraktar, “Galataport Projesi’nin Haliçport Projesi’nden, Okmeydanı kentsel dönüşüm projesinden, adım adım otelleştirilen İstiklal Caddesi’nden ve Tarlabaşı’ndaki kentsel sürgünden bağımsız olmadığını çok iyi biliyoruz” diyerek bir sermaye yağmasınin İstanbul’un tamamını içerdiğine işaret ediyordu. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu kroki Galataport Projesi tanıtım broşüründen bir alıntıdır. Bütün süreci çok iyi ifade ettiğini düşünüyorum. İlk olarak Eminönü-Kabataş arasındaki hat boyunca Galataport Projesi’yle birlikte büyük bir müdahale sürecinin amaçlandığı çok açık olarak görünüyor zaten. Kültür Bakanı tarafından açıklanan “kültür aksı projesi” kapsamında Tarihi Yarımada ve Galata Kulesi’nden İstiklal Caddesi boyunca Taksim Meydanı, yeni yapılan Taksim Camii ve yıkılan AKM yerine yükselen yeni kültür merkezi projelerini bir bütünün parçaları olarak görmeliyiz. 100 yılı aşkın bir süredir İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin mülkiyetinde olan Galata Kulesi’nin vakıflara devredilmesinin ardından, onaylı bir projesi bile olmadan, kontrolsüz bir biçimde, basına da yansıyan “hiltili restorasyon” süreci de, İstiklal Caddesi boyunca yapılan ve restorasyon ve yıkılıp yapılma teknikleri ve koruma yasasına aykırı uygulamalar nedeniyle eleştirdiğimiz, hukuk mücadelesi yürüttüğümüz tüm uygulamalar da, Taksim Meydanı’na yapılan cami de, yıkılan AKM yerine yapılan kültür merkezi de Gezi Parkı’na Topçu Kışlası’nın ihyasını yapma çabaları da bu sürecin bir parçasıdır. 1500 yılı aşkın bir zamandır tüm ihtişamı ile tarihi yarımadanın en önemli kültür varlığı olan Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi, 8500 yıllık tarihi olan bir kente tüm koruma ilkelerini yerle bir eden bu derece büyük müdahalelerle “kültür turizmi” ya da “kültür aksı” ifadelerini yan yana koyabilmek mümkün değildir. Bu akslar tamamen ticaretin ve sermaye gruplarının ihtiyaç ve taleplerine göre şekillenmektedir.
- 2005 yılının Eylül ayında devlete ait T. Deniz İşletmeleri’nin (TDİ) bina, depo ve arsaları, 49 yıllığına yapılan ilk ihale sonucunda İsrailli iş insanı Sami Ofer’e Özelleştirme İdaresi’nce verilmişti. Danıştay bu ihaleyi iptal etti ve 2013 yılında Doğuş Holding’e 30 yıllığına ihale edildi. Bugün ise Demirören grubuyla inşaatı sürüyor. Bu açıdan iktidar-şirket ilişkileri kent için nasıl sonuçlar doğuruyor?
2005 yılı İstanbul açısından büyük kırılmaları ve müdahaleleri içeren pek çok mega projenin üretildiği bir yıl olarak tespit edilmelidir. Özellikle uluslararası yatırımcılara pazarlanan pek çok mega projenin yanı sıra kentsel dönüşüm-yenileme alanı ilanları, sit alanlarında ve tarihi dokularda büyük çaplı projeler, özel proje alanları, projeden plana yönelme gibi kente büyük zararlar veren uygulamaların hızla yaygınlaştığı bir dönem. Bu konuda dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı da tüm bu sürecin baş aktörlerinden biri olmuştur. Galataport Projesi de o dönemde uluslararası gayrimenkul fuarında görücüye çıkartılan projelerden biriydi. Haydarpaşa Port, Haliç Port vs. gibi pek çok proje o dönem uluslararası pazara sunulmuş ve yüklenici firma arayışına çıkılmıştı. Kamusal hizmetlerin özelleştirilmesi, yap-işlet-devret modelleri daha sonrasında kamu-özel iştirakleri kapsamındaki mega projelerle İstanbul’da çok büyük bir bozulma ve tahribata yol açılmıştır.
AKP iktidarının tüm ekonomisini inşaat ve gayrimenkulden elde edilecek gelirlere bağlayan bu yaklaşımı bir yandan siyasi ortakları olan akrabaların, müteahhitlerin zenginleşmelerin aracı olarak kullanılırken diğer taraftan bedeli halka ödetilen pek çok yatırımla da genel bir yoksullaşmanın da nedeni olmuştur.
Kısaca söylemek gerekirse iktidara yakın müteahhit firmalar zenginleşirken, halk gittikçe derinleşen ekonomik krizin ağırlığının yanı sıra büyük projeler nedeniyle yüklenen vergilerin altında da ezilmeye mahkum edilmiştir. Kentlerimiz, doğal kaynaklarımız ve kültürel mirasımız açısından bakıldığında da her şeyin tüketildiği, talan edildiği sermayenin insafına terk edildiği bir dönem yaşıyoruz. Yavuz Sultan Selim Köprüsü, İstanbul Havalimanı ve Kanal İstanbul Projesi de tüm bu anlayışın ürünü olarak karşımızdadır.
- Doğuş grubu ihaleyi aldıktan sonra Mimar Sinan Üniversitesi’nin eğitime devam edecek açıklamasında bulunmuştu. Bu tatmin eici mi? Mimar Sinan Üniversitesi de boşaltılabilir mi?
Üniversitenin bu alanı boşaltması istenebilir mi sorusuna ne yazık ki “hayır bu kadarı da olmaz” diye yanıt veremiyorum. Genel anlamda ticaret akslarının içinde kalan kamuya ait üniversitelerin, hastanelerin bu alanları boşalttıklarını görüyoruz. Marmara Üniversitesi’nin kentin içinde parça parça yayılmış pek çok birimi kapatıldı biliyorsunuz. Küçükyalı’da eski kışla alanına taşınmaya başladı birimler. Bu örnekleri görünce bu tür niyetlerin olasılığı pek de düşük değil. Ancak hem üniversitenin hem kamuoyunun duyarlılığı son derece önemli bu konuda. Acımasız bir özelleştirme süreci hızla devam ettiriliyor. Kamunun vermesi gereken sağlık, eğitim gibi temel hizmetler de bu süreçten en fazla etkilenenlerin başında geliyor. Pandemi sürecinde sağlık hizmetinin kamu eliyle verilmesinin ne kadar önemli olduğunu hep birlikte yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz. Halkın bu konularda daha duyarlı ve haklarını talep etme konusunda artık daha talepkar olabileceğini düşünüyorum.
- Proje işçilerin sağlığı riske atılarak koronavirüs sürecinde devam ettirildi. Hatta bir işçi yaşamını yitirdi. Ancak Acun Ilıcalı’nın şovu Survivor programı için durduruldu. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Salgın döneminde meslek odaları olarak büyük şantiyelerde çalışma koşullarının olumsuzlukları ve salgının hızlı yayılma riski nedeniyle “büyük şantiyeler pandemi sürecinde kapatılsın” çağrısı yapmıştık. Özellikle Galataport gibi büyük şantiyelerde sorunlar olacağını yetkililerle ve kamuoyuyla paylaşmıştık. Sonuçta o şantiyede gencecik bir mühendis arkadaşımızı kaybettik salgın hastalık nedeniyle. Büyük bir ihmal. Diğer yandan işçilerin sağlığı için kapatılmayan bir şantiye bir tv programı nedeniyle kapatılabiliyor ve buna da halkın sesi çıkmıyorsa bir kez daha düşünmek zorundayız.
Kendisi için çok gördüğü bir şeyi, bir tv programcısı için olağan karşılayan bu özgüven eksikliği ve değersiz hissetme durumu bu toplumun geldiği tramvatik durumun göstergesidir.
Ve göçük altından çıkartılan bir maden işçisinin sedyeyi kirletme kaygısı tüm emekçiler adına sürdürdüğümüz mücadelemizin yol göstericisi olsun. Olsun ki daha adil ve daha iyi bir dünya için mücadele etmeye hep birlikte devam edelim.