Muharrem ayının ilk haftasındayız, Kars’ta 1340 yılı geride bırakan ama ilk günkü acıyla hissedilen Kerbela katliamının ağır yası var… Camilerden yükselen ve yürek yakan acılı mersiyeler ve sine ezanı eşliğinde Ehl-i Beyt derneğine gidiyorum. Mir Kasım’ın dini ve tarihi bilgisi ışığında Kerbela’yı ve yüzyıllık yası anıyoruz.
Orta doğuda dinmeyen kan deryasının elbette ki onlarca sebebi var ama kanımca can alıcısı Kerbela’da sevdikleri gözlerinin önünde işkence ile öldürülen İmam Hüseyin’in “birliğiniz bozulsun” bedduasıdır… Acıda ortaklaşamayan dahası birbirine acı çektirmede yarışan bir toplum, nasıl bahtiyar olabilir ki.
Kerbela, iktidar hırsının, insanı zalimleştirip katliamlar yaptırdığına dair, tarihteki en ibret verici hikâyedir. Muaviye öldüğünde akde göre, halifelik ehline verilecekken, oğlu Yezit’in iktidarını ilan edip, Ehl-i Beyt’e ve halka zulme başlaması sonrası Kufe’den İmam Hüseyin’e on iki bin mektup gider. Ona biat edip, Kufe’ye davet ederler. İmam Hüseyin Akil oğlu Müslim’i hakikati öğrenmek üzere kufe’ye gönderir. Kufe valisi Ubeydullah, Müslim’i ilkin dinleyen, sonra yalnız bırakan Kufe’lilerin gözlerinin önünde öldürür.
Elçisinin kaderi, ölümünden habersiz, Mekke’den yola çıkan İmam Hüseyin’in kaderinin habercisidir. Kerbela’ya yaklaştığında kendisine mektup gönderip Küfe’ye davet eden Yezit oğlu Hür’ü Küfe valisi Ubeydullah’ın ordusunun başında görünce “ Bana yazıp gönderdiğiniz mektuplara muhalifseniz ben geldiğim yere geri döneyim” der. Lakin zalimin emrine körü körüne bağlanan Hür, geri dönüşe müsaade etmez. Onların yakın takibinde, muharrem ayının ikinci günü Kerbela’ya ulaşırlar.
Bir hafta bekletildikleri Kerbela’da önce sularını keserler. Çocukların “su, su” seslerine kahkahalarla cevap veririler. Muharremin dokuzuncu gecesi İmam Hüseyin beraberindekilere, geceyi perdeleyip yanından ayrılmalarını ister lakin hiç kimse yerinden kıpırdamaz. Söz birliği etmişçesine “Başımız yoluna kurban” derler.
Sabah olduğunda “Kalplerini zırhlarının üzerine giyinip” ilerlerler, canlar ölüm için birbirleriyle yarışır “mızrak ve kılıçların yağması olurlar.” İmam Hasan’ın oğlu Kasım vurulduğunda, İmam Hüseyin dayanmaz öne atılır. Oklar yağmur gibi yağar, yetmiş iki yerinden yaralanır, vedalaşmak için eline aldığı kundaktaki bebeği kucağında vurulur. Yetmiş sekiz can teker, teker düşer Kerbela toprağına. Azaları parça, parça edilir. “At toynakları değirmen taşı gibi döver o kutsal bedenleri.” Gün utanır katliamdan, kapkaranlık bir bulut sarar Kerbela göğünü.
Kerbela’dan Küfe’ye oradan da zincirlenmiş halde Şam’a getirilen esirler Yezit’in huzuruna çıkartılırlar. İçlerinde, hasta olduğundan savaşa katılamayan ve katliamdan kurtulan İmam Hüseyin’in oğlu Zeynel Abidin de vardır. Yezidin yanındakilerinin, Zeynel Abidin’in konuşmasına müsaade etmesini istemesi üzerine; Zeynel Abidin yaptığı konuşma ile hakikati anlatır ve Yezit’i yüreklerde yargılayıp, mahkûm eder. Yezit kurnazlık yapıp özür diler, sonucun böyle olmasını istemediğini, bir isteğinin olup olmadığını sorar. İmam Zeynel Abidin o gün Kerbela’da yağmalanan bin yıllardan beri, elçiden elçiye aktarıla gelen kutsal emanetleri ister; Hazreti Yusuf’un olup İmam Hüseyin’in Kerbela’da giydiği gömleğini, Hazreti Süleyman’ın, İmam Hüseyin’in parmağında olan ve parmağı kesilerek alınan yüzüğünü, Hazreti Musa’nın asasını…
Ve İmam Zeynel Abidin’in aktardığına göre. Yezit İmam Hüseyin’in başını karşısına alıp oturunca, içeri Doğu Roma imparatorluğunun elçisi girer, başın kime ait olduğunu sorduğunda Yezit “ Ali oğlu Hüseyin’in başıdır” der. Annesini sorduğunda “Allahın elçisinin kızı Fatıma’dır” der.
Elçi derki “Of olsun sana ve dinine! …Ben Davut’un soyundan geldiğim için Hıristiyanlar bana saygı gösteririler ve Davut’un torunlarından olduğumdan bastığım yerden toprak alarak teberrük ederler. Sizlerse peygamberinizle aranızda sadece bir baba olmasına rağmen onun kızının oğlunu öldürüyorsunuz. Sizin dininiz nasıl bir dindir?”