Safyettin Tepe, 1968 yılında Bitlis’te doğdu. Annesi 12 çocuğunu yetiştirmekle uğraşırken; babası evin geçimini çiftçilik yaparak sağlamaya çalıştı. Safyettin, 28 Temmuz 1993’te Bitlis’te kaçırılıp öldürülen yeğeni, Özgür Gündem muhabiri Ferhat Tepe’nin ardından gazeteciliğe başladı. Ferhat’ın kalemini devraldı. Gazetecilik yaparken, Açık Öğretim Üniversitesi’nde İşletme okuyordu.
Önce 1993 yılında İstanbul’a gitti ve birkaç ay çalıştığı Özgür Gündem’de muhabirliği öğrendi. Sonra onu Ağrı’ya gönderdiler. Gazeteci Aydın Bolkan ile Ağrı’da otobüsten iner inmez gözaltına alındılar ve Emniyet Müdürlüğü’nde işkence gördüler. Sonra onları otobüse bindirip geri yolladılar. İki gazeteci Ankara’da indiler ve suç duyurusunda bulundular.
Safyettin, Eylül 1993’ten itibaren Özgür Gündem Adana ve Antep muhabirliği yaptı. 25 Ağustos 1995 günü gözaltına alındığında Yeni Politika gazetesinin Batman muhabiriydi. Bürodan gözaltına alınan iki gazeteci arkadaşı daha sonra serbest bırakılırken, Safyettin, Bitlis Emniyeti Terörle Mücadele Şubesi’ne götürüldü.
Ailesi Safyettin’in Bitlis Emniyeti’nde olduğunu öğrenince akşam ona yemek götürdüler. Babası Emniyet Müdürü’ne “Çocuğumdan ne istiyorsunuz?” deyince, müdür gözaltı gerekçesini söylemedi ve yasal işlemleri yapacaklarını anlattı. Aile birkaç gün boyunca yemek götürmeye devam etti ama Safyettin ile görüşemediler.
Bitlis Emniyet Müdürlüğü’nden iki polis, babasını 29 Ağustos günü evden çağırdı. Yolda baba tam otomobile binecekken, hareket ettiler. Sonra geri çağırdılar, yine arabayı çalıştırdılar. Yaşlı baba bu şekilde karakola kadar altı kilometre yürütüldü.
Aynı akşam Sayfettin’in kardeşi Burhanettin’i de çağırdılar. Ona karakolda Sayfettin’in ölüsünü gösterdiler. Safyettin yerde su içinde yatıyordu, üzerinde sadece külotu vardı. Saçları ıslaktı. İntihar ettiğini söylediler. Burhanettin’in kardeşini teşhis ettiğine dair tutanak tuttular. Sayfettin’in cenazesi hastaneye götürülünce, aile hastaneye gitti.
Resmi otopside iç çamaşırıyla intihar ettiği, boğulduğu yazıyordu. Aile, Safyettin’in yazın atlet giymediğini, üzerinde atlet olmadığını söyleyince, savcı “Belki de o gün giymişti” dedi. Aile otopsiye itiraz etti; ancak iki gün sonra raporu imzalamak zorunda kaldılar.
Safyettin’in naaşı 30 Ağustos günü sabaha karşı alındı ve camiye götürüldü. Sırtı ve ayakları morarmıştı, kafada darp izleri vardı. Boynundaki iz hafifti. Bitlis Kadiriler Mezarlığı, askerler, polis ve panzerlerle doluydu. Cenazeyi rahat bırakacaklarına dair verdikleri sözü polislere hatırlatınca geri çekildiler.
Cenazeyi defnettikten sonra, avukatlar Osman Ergin, Talat Tepe ve gazete yetkilisi Gültan Kışanak ile birlikte aile, savcı ve vali yardımcısı ile görüştü. Savcı delilleri toplayacağını iddia etti, Vali Yardımcısı da gerekenin yapılacağını söyledi. Ancak kendini astığını iddia ettikleri atleti bile gösteremediler.
Aile olayla ilgili şüphelendikleri sekiz polisin isimlerini verdi. Olaydan bir buçuk ay sonra eve yetkisizlik kararı geldi. Savcı dosyayı Bitlis Valiliği İdare Kurulu’na gönderdiğini, Vali izin verirse, dosya kendilerine sevk edilince ilgilenebileceklerini söyledi.
Bunun üzerine İl İdare Kurulu’na, Valiliğe, Adalet Bakanlığı’na dilekçeler verildi. Emniyet Müdürlüğü hakkında suç duyurusunda bulunuldu. Hiçbir cevap alamadılar. 15 Ağustos 1996’da İl İdare Kurulu sekiz polis hakkında soruşturmayı gerekli kılacak yeterli kanıt bulunmadığına karar verdi. Bu karara itiraz, 7 Ekim 1996’da Danıştay’a gitti.
Safyettin’in öldüğü gün gözaltında kimse yokmuş. Tanık olabilecek herkesi ya mahkemeye sevk etmişler ya serbest bırakmışlar. Ama 1995’te Muş Cezaevi’nden daha önce gözaltında Safyettin’i gören tanıklar bulundu. Tanıklar aileye bir şey anlatmaktan korktu ama dolaylı olarak yaşananlar şöyle anlatılmıştı: Safyettin’i işkenceye götürmüşler, işkenceden sonra elektrik vermişler, baş aşağı asmışlar. Çay içmeye gittiklerinde onu askıda unutmuşlar. Bu yüzden öldüğünü de sonradan fark etmişler…
Bu duyum üzerine, aile savcıya dilekçe verip tanıkların ifadelerinin alınmasını istedi. Savcı cezaevinde ifadelerinin alındığını ama kimsenin bir şey anlatmadığını söyledi. Aslında o tanıkların ifadelerinin alındığından aile emin olamadı. Çünkü resmi belge görmediler. Aile, bunun üzerine 1996 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurdu. Ancak orası da, başvuru ve sonrasında istenen belgelerin zamanında gönderilmediği iddiasıyla davayı ele almayı 2004 yılında reddetti.