Haykıran bir mecaz bu ülke. Her haber başlığının ideolojik bir arka planı var. Eylemler tarihi yargılıyor, sömürüyor, tahrif ediyor ve yarınlara yalanlar bırakıyor. Yaratılan kahramanlıklar, uydurulan yaşanmışlıklar cümleten duygusal sömürü. Çünkü her sömürü bir yeniden üretimin tescilidir. Sistem kendinden o kadar emin, o kadar tecrübeli. Tecrübede teşbih olmaz burada.
Çığlıklar duyulmaz her zaman. Kulak lazım, dinleyen, sempati, telepati ve empati yapan lazım. Bir de yeniden yazan lazım. Vakanüvis eski bir meslektir dünyada. Yazının icadıyla yaşıt bir meslek. Tabi bu mesleği kullanan her zaman oldu tarihte ve halen günümüzde de var. Olan bir durumu başka türlü anlatmayı, yarınlara öyle öğretmeyi amaç edinmiş bu meslek, tarihin resmi yazımıdır. Resmi dediğimiz sistemin öğretmek istediğidir. İstekler tabi yer değiştirir, misal bir çakıl taşı yerinden sıkılıp yuvarlanır ve bir kayayı yerinden edip uçuruma sürükler. İşte o yer değiştirme, o toprağın çalkantısı bambaşka bir manzara sunar. Gerçek tepede durup kayanın gölgesini bile dağıtır. Vakanüvisler arada sırada yalanlar bırakır, rüzgâr değsin diye. Değsin ki gerçeğe yer kalsın ve görünsün hakikat.
Öğrendik ki İpek Er, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) bağlı uzman çavuş Musa Orhan tarafından tecavüze uğramış ve yaşadıklarını taşıyamayarak intihara sürüklenmiş. İpek yoğun bakımda tedavi görürken tecavüzcü aramızda dolaşıyordu. Sonra İpek’in ölüm haberi gelince tepkiler çığ gibi büyüdü. Özgür basının duyurması ve sosyal medya ahalisinin itirazı üzerine TSK mensubu Orhan bir haftalığına tutuklandı. Yani tecavüz etti ama sorun yok. Araya ölüm girince suç doğdu ve cezası şimdilik bir haftalık tutuklanma.
İnsan kendi tarihinin vakanüvisi olurmuş. İpek bunu bize hatırlattı. İntihar etmeden önce bıraktığı mektubunda var olan düzeni kendi deneyimiyle anlattı. İpek’in mektubuna göre ne demiş tecavüzcü ve katil: ‘Kimse sana inanmaz,’ dedi. ‘Sahipsizsin, bana bir şey olmaz,’ dedi! İstediğin yere şikayet et, bana bir şey olmaz. Daha önce de çok yaptım, hiçbir şey olmadı.
Güven bir his, birey olmak değil sadece. Güven kötülüklere kapı aralayan hatta teşvik eden bir duygudurumu. İşin içine üniforma karışırsa bu güven ahkam kesmekten yoldan geçene tecavüz hakkını kendinde görmeye kadar gider. Üniforma, silah ve teşkilat. Yani devletlerin ideolojik giysisi. Gece gündüz ordusuyla övünen, o üniformanın cepkenine girecek mermi için evinde oturan insanın ekmeğini elinden alan bu düzen, kimsenin yakarışını dinlemiyor. Devlet, ordu ve sermaye yan yana burada. Sadece bunlar mı? Keşke… O üniformanın tarihine gidildiğinde ne katliamlar, ne tecavüzler ve ne gaddarlıklar çıkar ortaya da bunları yazanı da yok eden bir sistem var burada. Kutsal diye yutturulan bu tehdit, bu hokkabazlık maalesef hala tedavülde. Nihayetinde şu ayrıntıyı unutmamak lazım: Tecavüzcü ve katil Musa Orhan’ı tahliye eden hakim, Hâkimler ve Savcılar Kurulu’ndan (HSK) yeni görev talebinde bulunmuş. Bir kadının tecavüz edilerek intihara sürüklenmesi üzerinde puşt akbabalar gibi gezen bir düzen çarkı bu.
İşin aslını adıyla anlatmak lazım. Tecavüzcü ve katil asker Musa Orhan’ın salıverilmesi kadın mücadelesine bir mesajdır. Uygulanmayan ve tartışmaya açılan İstanbul Sözleşmesi için direnen, mücadele eden kadınları hedef alan münferit olmayan bir vukuat bu. Şüphesiz ki son yıllarda muhalif kesimler arasında en yılmaz mücadeleyi veren kadınlar oldu. Bu iktidara, bu erkek devlete boyun eğmeden isyanını bangır bangır duyuran bu korkusuzluğa ve inada saldırıdır bu tecavüz ve cinayet aklaması. Ama kadınların sokakta verdikleri mücadele ve yaydıkları dayanışma ruhu bir gıdım geri adım atmadı. Kadınlar sokakta dövüldü, illegalize edildi, tutuklandı ama sinmedi. Devletin buna yanıtı ise cezasızlıkla saldırmak oldu.
Tekrarların inadına inanan biri olarak şunu burada yazmak istiyorum: Kürtlerin isyanını silah zoruyla bastıran devlet kadınlara tecavüz, çocuklara kölelik dayattı . Nitekim geçtiğimiz günlerde sanatçı Nizamettin Arıç’ın şu hatırlatması isyan eden kesimlerin başına gelenlerin yazılmayan tarihidir: “Canım annem, gözyaşları içinde bana, Geliyê Zîlan Katliamı sırasında akraba kadınları yüz ve elbiselerine hayvan pisliği sürüp, pis kokarak Türk askerlerinin tecavüzünden korunmak istemişler, fakat kurşuna dizilmekten kurtulamadıklarını anlatmıştı.”
Yine bir başka tekrarın inadıdır: Suudi Arabistan Kralı sübyancı Abdullah bin Abdülaziz el Suud için Türkiye’de yas ilan edildi ve bu yas çocuk istismarını, tecavüzleri meşrulaştırdı. Yine de başka bir tekrarın inadı var ki ona inanırız: Biliriz ki bu kötülüğü tashih edecek mücadeledir.