2020’nin 23 Mayıs’ında, Kuzguncuk Surp Krikor Lusavoriç Ermeni Kilisesi’nin dış kapısındaki haç sökülmüştü bir erkek saldırganca. Ermenilere ait mekanlara yapılan yığınla saldırıdan biriydi bu. Kilisenin güvenlik kameralarına yansıyan görüntülere göre, saldırgan sağına soluna baktıktan sonra kameraya poz verip, haçın bulunduğu kapıya tırmanıyor ve iki silkelemede kapı üzerindeki haçı söküp düşürüyor. Ardından alıp götürüyor. Ne yapıyor haçı bilmiyoruz.
Bu arada, saldırganın etrafını kontrol etmesi de usulen gibi. Poz veriyor kaldı ki. Güpegündüz, toplu taşıma aracının geçtiği, cadde ortasındaki bir ibadet alanına, kameralar eşliğinde saldırıyor bu adam. Güven içinde elbette. Gece vakti değil de, aydınlık bir zaman dilimi içerisinde bunu yapabiliyor olması şu manaya geliyor; Bazı alanlara müdahale edilse, saldırı düzenlense bile, bu eylemleri gerçekleştirenler özel bir korumadan yararlanır, en kötü olasılıkla biraz uğraşılır ama neticede özgür kalınır. En başta tam olarak böyle oluyor. Nefret dolu saiklerle kiliseye saldıran adam, yakalandıktan sonra tutuklama istemiyle sevk edildiği nöbetçi sulh ceza hakimliğince, adli kontrol koşulu ile serbest bırakılıyor. Ancak, hak savunucularının, vicdanı olanların, kimi milletvekillerinin ve sosyal medya ahalisinin tepkisi sonucu, ırkçı saldırgan yapılan salıverilme itirazı sonrası, itiraz merci olan diğer bir sulh ceza hakimliğince tutuklanarak cezaevine gönderiliyor, hızlıca yapılan yargılaması sonucu, 1 yıl 4 ay ceza alıyor.
Saldırgan hakkında hazırlanan iddianame ile aslında 1 yıl 3 aydan, 5 yıl 4 aya kadar ceza istense de, yargılamayı yapan hakim verilebilecek en az cezayı vermeyi tercih ediyor. Saldırganın tek bir beyanı itibar edilecek nitelikte değil oysa. Birbirinden tutarsız, saçma. Fiilin işleniş biçimi ve saldırganın sabıka geçmişi de ortada üstelik.
Bu hadiseden sadece 3 ay önce 8 Mayıs 2020’de, Bakırköy’deki Surp Dzınunt Asdvadzadzni Kilisesi’nin giriş kapısı ateşe verilmiş, olayın ardından gözaltına alınan saldırgan ifadesinde “Koronavirüsü bunlar bela ettiği için yaktım” demişti. Saldırgan burada bir nebze olsun samimi davranmış ve ‘benim niyetim öyle değildi’ minvalinde laflar etmemişti. Kuzguncuk’taki kiliseye saldıran kişi ise, nasıl yıkama ve yağlama yapacağını şaşırmış.
Sadece iki ay ara ile yapılan ‘kasıtlı’ ve sistematik saldırılar bu kadar ortada iken, her sene Ermenilerin yaşadıkları mahallelere, onların okullarına, kiliselerine defalarca saldırı tertip edilirken, sosyal medya tepkisi ile ve Kuran’dan alıntı ile tesis edilen bir asliye ceza mahkemesi hükmünü de gördü bu gözler. Hakim en alt sınırdan uygun gördüğü cezayı gerekçelendirirken, En’am Suresi 108. Ayet Diyanet tefsirine göre bir değerlendirme yapmış ve şöyle demiş: “Başkalarına, onların inançlarına ve kutsal saydıkları değerlere hakaret etmek İslami edep ve ahlakla bağdaşmadığı gibi, İslam’ın izzetine de zarar getireceği, Müslümanların bu durumlara imkan verecek söz ve davranışlardan kaçınmaları emredilmektedir. Ayette İslam’ın tebliğ ve davet metoduna da işaret vardır. Buna göre bizim gibi başkalarının inanç ve kanaatleri de onlara göre değerlidir. Diyalog ve ikna etmenin yolu saygı ve nezaketten geçer. Hakaret ve küfür ise sadece muhatabın düşmanlık duygularını kabartır. İnatlaşma, sertleşme ve giderek çatışmaya yol açar.’’
E işte gördünüz. Hakim sanığa hemen inanç atamış ve kendini de onunla ‘biz’leştirmiş. Diyalog kurulmalı, ikna edilmeli, hakaret karşı tarafı çatışmaya sürükler demiş. Kendilerine yönelik sistematik nefret ve saldırı gün gibi ortada ve evlerinde o insanlar güvende hissetmez iken, hangi Ermeni kimle inatlaşacak orası meçhul.
Devletin en tepesindekilerin, Ermenilerle diyalog ve eşit ilişki kurma iradesi yok ve bizzat yöneticilerce nefret söylemi ve ırkçılık üretilirken ne kadar beklenti içinde olmalıyız? Teşkilat-ı Mahsusa kıvamlı fiilerin hedefinde en çok Ermeniler var hala.