Hiç beceremediler ve sık sık da söylediler. Biz her yerleri ele geçirdik ama bu sanat alanda iktidar olamadık diye. Elhâk doğrudur: Onca yıl sonra sağdan say Alişan, soldan say Tuğba Ekinci! Arada bir karşı cenahtan birilerini devşirmeye çalışsa da tam istedikleri gibi olmuyor, olamıyor. İsteyen istediği kadar kültür-sanat alanının solun tekelinde olmadığını kanıtlamaya çalışsın, gerçek öyledir çünkü. Sanat, muhafazakârlık tanımayan bir alandır. Filizlenip üzerinde geliştiği toprak ne kadar sık alt üst oluyorsa o kadar gelişir.
Bu alanda ‘iktidar’ da olunmaz ayrıca. Vardır oranın da kendi çapında iktidarcıkları ama o başka bir hikâyedir; o iktidar biçimleri zaman zaman seninkini andırsa da aynı şey değildir. Sen, siyasal iktidar olarak orada hâkim olmak, kendi hegemonyanı inşa etmek istersen, hayat uzun ve iktidar kısa olduğu için ‘hızlandırılmış’ bir yoldan gitmek zorundasındır ve yapabileceğin en iyi şey, bir tarafın sesini zorbalıkla kısarken, diğer tarafın volümünü sonuna kadar açmak olur. Ama ortaya çıkan o gürültü bile durumu kurtarmaz. Ve daha önemlisi, herhalde bir kuraldır, sanat (hatta medya) alanına o kadar çok çökersen, o kadar çok hâkim olursan, yarattığın beton zeminde o kadar geniş çatlaklar oluşur, oralardan başka türlü şeyler fışkırır ve netice itibarıyla senin milyon dolarlar harcayarak yaptığın işler çöp olur, ‘iki kalas bir heves’ üzerinden yürüyenler yine kazanır, yine kazanır. Sadakatle zekâ aynı yerde durmaz çünkü. Biri mutlaka öbürünün başını yer, birinden biri giderek azalır. İkincisi azalırsa, zaten batarsın; ortaya çıkan işler saray eğlencesini aşmaz. Birincisi azalırsa, sen gitgide daha sadık olanları ararsın, buldukça da daralırsın; sonuç, yine saray eğlencesidir.
Sahada olanlar belki durumlarını iyice güçleştirmemek için söyleyemiyor olabilirler ama Koronavirüs salgını süreci, açık seçik bir intikam süreci olmuştur! Bugün artık bu, yüksek sesle dillendirilebilir, çünkü öyledir. İktidar, her alanda olduğu gibi sanat alanında da salgını bir ‘Allah’ın lütfu’ olarak görmekte ve hiçbir zaman tam ehlileştiremediği bu kesimden intikam almaktadır. Salgın tedbirleri filan da boş hikâyedir! Nasıl Ayasofya önünde binlerce kişi bir araya gelirken, muhalefetin en küçük basın açıklamasına ‘Hıfzısıhha kararı’ bahane yapılıyorsa, nasıl turizm uğruna bütün kapılar ardına kadar açılırken Ebru ve Aytaç için bekleyenler oturmasın diye banklar kepçeyle sökülüyorsa, aynısı bu alanda da geçerlidir. İnşaatlar habire yükselirken, Vestel’de işçiler dip dibe çalışırken, AVM’lerde insanlar kucak kucağa virüs bayramları kutlarken, tiyatro salonlarının durumu tam da bunu anlatır.
Tiyatro salonu, numaralı koltuklardan oluşan bir yer değil midir? Evet, öyledir. Kapıda bilet satılırken (hani şu sizin KDV aldığınız biletler) aynı zamanda oturacağınız yerler de belirlenmiyor mu? Evet, belirleniyor. Bu oturma düzenini olabildiğince seyreltmek mümkün mü? Evet, mümkün. Oyuncuların ve sahne arkası çalışanların düzenli testten geçirilmesi mümkün mü peki? Evet, düzenli ‘test yaptıran kodomanlar’ sınıfına onları da katsanız, kitiniz mi biter yani? Topçulara her hafta yapıyorsunuz ya! O kulüpler o kadar testi nerelere, hangi anlaşmalı özel hastanelere yaptırıyorsa, oralarda bir kontenjancık da oyuncu taifesi için neden açamıyorsunuz? Hiç bilmiyorsanız, Sağlık Bakanı’nın kârına kâr, sermayesine sermaye katan bi sürü hastanesi var, açın onları, adam da her akşam vatandaşa fırça atmaktan daha manalı bir iş yapmış olsun.
Ya da daha iyisi, hani bizimki Küba ziyaretinde Raul’e “Ya bu kültür bakanlığıyla turizm bakanlığının ayrı ayrı olması iyi değil, ikisini birleştirin, turizmden kazandığınızın ‘tamamını’ (aynen aktarıyorum) kültüre harcayın” demişti ya, öyle yapın. Turizm şirketleri sahibi turizm bakanının gelirlerinin ‘tamamını’ da buna dâhil edin mesela!
Şaka yapıyor gibi görünüyoruz ama yaşananlar şaka filan değil. İktidar, bütün kültür alanlarını çökertmeye çalışıyor ama en ağır hasarı tamamen canlı performansa dayanan, gişeden başka (reklam, vb gibi) geliri olmayan tiyatro görüyor. Ve tiyatro, sadece sahnede gördüğümüz insanlardan ibaret değil, arkalarda bir yerlerde bir yığın insan çalışıyor, bu işten evine ekmek götürüyor. Bu insanlar pandeminin başından beri bakanlık kapılarını aşındırıyorlar ama Cengiz’lerin Limak’ların borçlarını tek kalemde silen devlet, ne bu insanların ihtiyaçlarını, ne de salonların yaşaması için gerekli olan kira ve diğer giderleri umursuyor. Daha doğrusu her alanda ‘sadaka’ ve ‘lütuf’ kültürüne sahip olanlar, bu alanda da birileri kişisel ilişkiler üzerinden gelsin, ricacı olsun ve padişah hazretlerinden bir kese altın koparıp el etek öpsün istiyorlar.
Ama kötü haber: Tiyatro, atlatır bu süreci. Dünyada çok saray yıkıldı şimdiye kadar, sahneler ayakta kaldı. Ağır yara alır ama ayakta kalır tiyatro. “Dünya aydınlık olsaydı sanat olmazdı” diyor ya Camus; işte ne çıkarsa o karanlıktan çıkacak eninde sonunda. Hep birlikte göreceğiz.