Karadeniz bölgesi, AKP iktidarıyla birlikte yoğun bir sömürüye tabi tutulurken; ABD, AB ve Rusya bu sürecin destekleyenleriydi. Karadeniz bölgesi hem karadan hem de denizden yok oluşa sürükleniyor
Yusuf Gürsucu
Yeşilin her türden tonunu yakalayabileceğiniz, her santimetrekaresinden hayat fışkıran dağları, yaylaları ve sularıyla insanın “yaşadığını” belki en çok hissettiği bölge olan Karadeniz inanılmaz güzelliklerle dolu bir yer. 2005 yılına kadar hemen her yıl yaylalarını gezmeye, dağlarına tırmanmaya gittim. O güzel insanlarıyla sohbet edebilmenin dışında bölgede yaşayan birçok canlıyı, bitkiyi izlemek, onlara dokunmak veya fotoğraflarını çekmek, derelerinde, buzul göllerinde ayaklarımı serinletmek yaşamımın en güzel ve en mutlu olduğum anlarıdır diyebilirim. Belki bir Karadenizli kadar olmasa da bölgeyle yoğun bir aidiyet duygusunu hep içimde yaşattım ve halen yaşamaya devam ediyorum.
AKP bölge insanını kendine benzetti
Giresun’un Sis Dağları’ndan, Rize’nin Kaçkar Dağları’na oradan Artvin’in Karçal Dağları’na kadar tüm dağların ve yaylaların büyük çoğunluğunu gezdim. Rengârenk süslerle bezenmiş inekleri yaylalara çıkaran genç kızları ve oğlanları özenerek seyre daldığım anlar çok oldu. Deli dolu insanlarının şaka ve isyan dolu sohbetlerini dinlemekten, horonlarını izlemekten inanılmaz zevk duydum. Fakat son yıllarda her gittiğimde değişen ve talan edilen doğasını gördükçe içimde onulmaz sızılar yaşıyorum. Oğuz Atay, “İnsan nedir biliyor musun? Ağaçları kesip kâğıt yapan, sonra o kâğıda ağaçları koruyun yazandır” sözleri Karadeniz’de yaşanan sürecin bir özeti gibi. Atay’ın vurgusu daha çok kapitalizmi yani sermayeyi resmediyor. Ancak Karadeniz’de iktidar politikalarıyla bölge halkını yedeklerken, onlara ufak tefek rantlar aktararak genişlemiş ve Atay’ın vurgusu bazı insanlara da bulaşmış. Bölgede ağzına bal çalınmış bazı insanların yağmanın yanında durmanın sonuçları, yüzlerine tokat gibi inmeye başlamış durumda.
‘İnsan ve doğa’ kaynak!
2000’li yılların başında Karadeniz Ekonmik İşbirliği Örgütü’nün (KEİ) Kiev’de yaptığı Karadeniz Bölgesi ve AB Dışişleri Bakanları Toplantısı Ortak Açıklaması’nda, AB ile tamamı KEİ üyesi olan ülkeler arasında ulaştırma, enerji, örgütlü suçla mücadele ve ticaret alanlarında proje bazında işbirliğine yönelik siyasi irade sergilendiği ve söz konusu alanlarda işbirliği yapılacağı vurgulanmış. 2012 Haziran’da Sırbistan’da yapılan zirvede önümüzdeki 10 yıllık süreci belirleyen ekonomik gündem belgesi onaylanmış. Belgede, “KEİ’nin iş birliğinin daha işlevsel hale getirilmesi ve sürdürülebilir kalkınma temelinde bölgenin “insan ve doğal” kaynaklarının daha etkin kullanılmasına yardımcı olması açısından büyük önem taşıyor” diye yazılmış. Önemli olan neymiş “insan ve doğal” kaynaklar.
Rusya, ABD, AB ve Türkiye!
KEİ – Rusya ilişkilerini içeren bölümde, “Enerji kaynaklarının pazarlanması ile enerji yollarının güvenliği” maddeler halinde ifade edilmiş. KEİ – ABD ilişkilerinde ise “Nato’nun Karadeniz’de rolü ile Kafkas enerji havzalarının güvenliği” maddeleri yer alıyor. KEİ – AB ilişkileri bölümünde “AB yayılma politikası ve Karadeniz’de olası yeni AB aktörleri, AB’nin ulaşım, enerji, güvenlik projeleri vb. kapsamında ticaret” maddeleri sıralanmış. Bu ifadeler, kapitalizmin yaşamı ve doğayı yok etmesiyle sonuçlanacak politikalar için kol kola, yan yana yürüdüklerini gösteren önemli ifadelerdir.
Kara-deniz!
1992 yılında açılmış olan Main-Tuna Kanalı ile Tuna-Ren bağlantısı ve bununla birlikte Rotterdam’la Köstence arasında Kuzey Denizi ile Karadeniz bağlantısı oluşturulup Avrupa’nın neredeyse tüm atıkları Karadeniz’e bırakılarak denizin âdeta çöplük haline gelmesine yol açılmıştır. Hepimiz biraz farkındayız aslında Karadeniz artık can çekişen ölü bir deniz. Karadeniz’i kirleten en büyük kirlilik kaynağının başında Tuna Nehri bulunuyor. Ukrayna’nın Dinyeper Nehri, nehir boyunca kurulmuş olan sanayi tesislerinin atıklarını Dinyeper’e ve dolayısıyla Karadeniz’e döktüğü diğer bir kirletici. Bir diğeri ise Don Nehri’dir. Rusya’nın liman ve sanayi kentlerinden biri olan Novorossisk, Karadeniz’e dökülen Don Nehri kıyısında kurulmuş olan bir kent. Kentte yaşayan çocukların yüzde 80’inin kusurlu doğduğu, genç erkeklerin yüzde 75’inin sağlıksız oldukları için askere alınmadıkları ve verem, astım, alerji gibi hastalıkların salgın halinde olduğu yapılan araştırmalarda ortaya konmuş. Bu durumun nedeni ise Don Nehri’ne bırakılan sanayi vb. atıklar. Türkiye’den ise Kızılırmak, Yeşilırmak ve Sakarya Nehirleriyle taşınan ağır metaller Karadeniz’i âdeta yok ediyor. Karadeniz’in yüzde 90 suyunda oksijen artık yok.
Neyi kurtaracaklar?
Avrupa Sayıştaylar Birliği (EUROSAI) toplantısında alınan karar gereği Karadeniz’e kıyısı olan Türkiye, Rusya, Ukrayna, Romanya ve Gürcistan Sayıştayları “Karadeniz’in Kirliliğe Karşı Korunması” konulu uluslararası ortak ve paralel bir denetim projesi başlatmış. Bu girişimin sosyal ve kültürel açıdan önemli bir “ekolojik” değer olan Karadeniz’in kurtarılması yolunda önemli bir adım olacağı Sayıştay dergisinde yer alıyor. Yine dergide yapılacak olanlar şöyle açıklanmış: “Çevrenin herkesin sorumluluğu altında yer alan “küresel bir kamu malı” olmasından ve çevreye ilişkin çoğu sorunun sınır ötesi özellik göstermesinden dolayı, gerek ulusal gerekse de uluslararası düzeyde gerçekleştirilen çevre denetimlerinin, sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması ve daha yaşanabilir bir dünyanın tesisi yolunda oluşturduğu katma değer, her geçen gün daha da artacaktır.”
‘Katma değer’
EUROSAI’ın ‘katma değer’ vurgusu sıradan bir vurgu değildir. Katma değerin ortaya çıkarılmasının tek koşulu emek sömürüsü ve ham madde deposu olarak gördükleri doğa sömürüsüdür. Katma değer elde ederek Karadeniz’i kurtaracak adımlar attıklarını iddia edebiliyorlar. Türkiye, Karadeniz’i besleyen en önemli temiz su kaynaklarına sahip bir bölgedir. Yakın zamanda ortaya çıkan enerji vb. yatırımlar ile suların HES’lerle önünün kesilmesi, yapılan otoyol ve Karadeniz kıyısında kentleşme ile çimento fabrikaları ve sanayileşmenin Karadeniz’i kirleten en büyük kirleticilerdir. Sürdürülebilir sözü veya sürdürülebilir kalkınma masalları sermayenin yeni bir saldırı biçimini işaret eden önemli kavramlardır.
Karadeniz’de sanayileşme
Binlerce HES, büyük barajlar, onlarca termik santral, onlarca çimento fabrikası, Sinop ve İğneada’da projelendirilen nükleer santraller, enerji organize sanayi bölgeleri, yeni demir çelik fabrikaları ile gemi söküm tersaneleri, petrol ve gaz arama sondaj sahaları, kentsel dönüşüm projeleri, biyo yakıtlı termik santraller, yeşil yol ile yüzlerce maden sahalarına ulaşım ve yaylalara ‘kentsel dönüşüm’ projeleri. Masal anlatmıyoruz tüm bunlar yaşanıyor ve bu sürecin büyütülmesi noktasında hazırlıklarsa hızla sürüyor. Karadeniz’in uğradığı tahribatı ve yok oluşu çıplak gözle görmeden idrak etmek olanaksız. Bugün HES’lerin ve büyük barajların neden olduğu yıkım halkta büyük bir değişimin habercisi gibi.
Yağma diz boyu
‘Temiz enerji’ iddiası yüklenen HES’lerle doğal yaşamı yok ediyorlar. Bölge halkı halen Çernobil’in etkilerini yaşamaya devam ederken, bizim yapacağımız nükleer santraller çok güvenli diyorlar ve yalan söylüyorlar, ‘Termik santraller en son teknoloji’ diyorlar ve insan dâhil tüm canlıların sağlıklı yaşam hakkını gasp ediyorlar. Yaylalar arası Yeşil Yol yaparak turizmi geliştireceğiz diyerek madencilerin altyapılarını hazırlıyorlar. Fındık ekim sahalarını üreticiden alıp şirketlere devretmenin adımlarını atıyorlar, uyguladıkları fiyat politikaları ile çay üreticilerini yıldırıp çayı ithalata bağlayarak Lipton gibi tekellerin ithal çaylarla Türkiye pazarına sahip olmasının yolunu açarlarken ÇAYKUR’u fona devrederek batırılacağı veya satılacağını söylemek gerekiyor.
Su doğadan ve halktan çalındı
Türkiye’nin iki bölgesi diğer bölgelere göre “nitelikli su” açısından zengin bölgelerdir. Bu iki bölge Karadeniz ile Güneydoğu’dur. İki bölgede yaşayan halkların geçmiş tarihleri boyunca suyun yaşamlarında çok önemli bir yerinin olduğu hikâyelerinde, destanlarında ve mitolojik anlatımlarında yer alıyor. Sermayenin, emeği ve doğayı köleleştirilme politikalarında tüm Türkiye halklarının ve doğasının hiçbir biçimde ayırt edilmediği bir gerçek ancak bu iki bölgenin bir diğer ortak yanı bu bölgelerin petrol, doğalgaz, biyo yakıt, maden, enerji üretimi amacıyla düzenlenmiş olmasıdır. Doğadan çalınan suları, büyük barajlar ve mikro HES’lerle boru içine alıp hem enerji üretimini gerçekleştirmek istiyorlar hem de aynen petrol boru hatları gibi suyu boru içinde farklı amaçlarla kullanım (hidro-gaz, kaya gazı) için suyun taşınır kılınarak metalaştırılıp, ticarileştirilmesini hedefliyorlar.
Bölgede tarım!
2008 yılında Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Tarımsal Araştırmalar Genel Müdürlüğü tarafından “Karadeniz Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü” kurulmuş. Kurulan enstitü, “Enerji Bitkileri Tarımı Araştırma Merkezi” olarak ülke genelinde araştırma ve temel projeler yürütmekle görevlendirilmiş. Bu görevlendirmeden sonra bir altyapı projesi hazırlanmış ve DPT’ye (Devlet Planlama Teşkilatı) sunulmuş ve sunulan proje kabul edilmiş. Proje ile enstitü bünyesinde “Enerji Tarımı Araştırma Merkezi” kurulmuş. Karadeniz’de kurulmuş olan bu enstitünün görev alanı olarak da tüm Türkiye tanımlanmış. Bölgesel görev alanı olarak ise bölgedeki 15 il belirlenmiş. Bu illerdeki çalışmaları da iki alt bölgeye ayırıp sahil kesimi ve geçit bölgeleri olarak görev alanları tarif edilmiş.
Amaç çay üreticisini yıldırmaktı!
Bölgenin en önemli ekonomik kaynakları fındık ve çay tarımı iken böyle bir merkezin bölgeye kurulmuş olması manidar bir durum. İktidar, kota ve taban fiyatı uygulamaları ile bölge halkını tarımdan vazgeçirip topraklarını elden çıkarması ve tarım bölgelerini terk ederek göç etmeye mecbur bırakmayı hedeflemiştir. Elden çıkarılan ya da miras vb. nedenlerle parçalanan topraklar el değiştirilerek, nihai olarak toprakların bazı tekellerin elinde toplanması sağlanmak istenmektedir. Sahil kesimlerinde ise varlık nedenleri tarım topraklarını korumak olan “toprak koruma kurulları” fındık bahçelerinin sanayi yatırımlarına kurban edilmesini desteklemektedir. Enerji tarımını bölgede destekleme gayretinin ardında, uygulanan kota ve fiyat politikaları ile çay üreticilerini yıldırıp farklı alanlarda üretimler yapmalarını sağlayarak çay tekellerinin önündeki üretici engelini aşma hedefi vardı.
Tüm bölge yağmalanıyor
Dünyanın belki de en önemli ve gözümüz gibi korunması gereken Karadeniz Bölgesi, hemen hemen tüm coğrafyada olduğu gibi cehennem kaçkınlarının işgali altında. HES’ler, ‘Yeşil’ yollar, madenler, kentsel yağma, orman katliamı, mera işgalleriyle o güzelim doğanın, birçok endemik bitki ve hayvanın hızla yok edildiği, ranttan pay alamayan insanların köylerinden tamamen göç etmek zorunda kaldığı bir dönem yaşanıyor. İnşa edilen dev barajlar ve yüzlerce HES ile doğası tamamen tahrip edilmiş bölgede seller can alıyor, evleri, bağları, kentleri yerle bir ediyor. Kara ile denizin bağını koparan geniş otobanlı sahil şeridi sadece insanın denizle bağını koparmamış hem canlıların hem de suların denizle buluşmasının önünde büyük bir engel olarak durmaya devam ediyor