Politik bilincim, aklım ve duygum devlet ve iktidarla kopuşu yaşamaya başladığından beri devletin zor aygıtının uygulayıcısı olan insanların ruh halleri, devlet ve iktidar için şiddet uygularkenki motivasyonları benim için hep merak konusu olmuştur.
Savaşa giden, devlet adına hiç tanımadığı ve düşman olarak tanımlanmış insanları öldüren bir askerin, öldürdüğü insanlarla empati kurmasını engelleyen şeyin ne olduğu beni hep düşündürmüştür. Öldürdüğü insanla oturup bir çay içse, sohbet etse. Onun bir baba, bir eş, bir evlat olduğunu gözlemlese, görse, tanık olsa yine de onu öldürmek için tetiğe basar mı? Ya da gerçekleştirdiği öldürme eyleminin ne işe veya kimin işine yaradığını sorgulasa ne olur? Bunu sorguluyor mudur acaba tetiğe basmadan önce? Konuşturmak, bilgi almak yahut iradesini kırmak için şiddet uyguladığı, dövdüğü, kendisine öğretilen envai çeşit işkenceyi üzerinde uyguladığı insanla o esnada nasıl bir bağ kurmaktadır bir işkenceci. Bir düşman olmak dışında başka hiçbir değeri, anlamı, bir tanımlaması yok mudur zihninde, duygularında? Ya da onlarca yıl hapis cezası verirken bir insana, onu sevdiklerinden koparıp dört duvar arasına hapsederken sadece onun bir düşman olduğunu mu düşünüyordur bir yargıç? İstanbul Kadıköy’de salgından korunmak için yüzüne taktığı maskeyi yanlış kullandığı gerekçesiyle uyardığı muhtemelen uyarış biçiminden dolayı kadının tepki gösterdiği polis, kadını kucaklayıp kaldırıp yere çalarken nasıl bir ruh haline sahipti? Karşısındaki kadını büyük ihtimalle giyim tarzı yüzünden düşman olarak kodlamıştı bu eylemi yaparken.
Devlet adına öldüren, işkence eden, hapseden hasılı kelam devletin tüm şiddet biçimlerini insanlar üzerinde uygulayan bu kimselerin devletin özel tedrisatından geçmiş, duyguları alınmış, bir aileye sahip olmayan, sevdikleri ya da onları sevenlerin olmadığı bir iklimde yetiştiklerini düşündüm çok uzun zaman. Bu insanların da tıpkı bizler gibi yiyen, içen, düşünen, korkan, ağlayan, seven, sevilen, endişe eden, hayal kuran insanlar olduğunu çok doksanlı yıllardaki cehennemi dönemde uzun süren bir gözaltı deneyimimde öğrenmiştim. Gözaltı ve işkence merkezi âdeta bir fabrika gibi çalışıyordu. Çocuk yaştan ayakta duramayacak yaştaki insanlara kadar onlarca insan getiriliyordu her gün. Önce gözlerim kapalı olduğu için dinlediğim çığlık sesleri daha sonra beni öldürmeye karar verdikleri için açtıklarını düşündüğüm gözlerimin tanık olduğu şeyler bende bunu yapanların asla bir insan olmayacağı kanaatini şüpheye yer vermeyecek kadar kesinleştirmişti. Bunlar, duyguları ve bilinçleri yok edilmiş, alınmış, robotlaştırılmış insanlardı. İnsan formunda robotlardı. Eğer buradan sağ çıkarsam bütün bu duyduklarım ve gördüklerime rağmen yaşamaya devam etmem ancak bu kanaatimin doğru olmasına bağlıydı.
Her günkü gibi sıradan işkence ve sorgu mesaisinin yaşandığı bir gündü. Sıra sıra insanların çıplak ve gözü bağlı harap bitap diz çöktükleri duvarın köşesindeki beyaz telefon çaldı. İşkencecilerden biri işine ara verip uzanıp telefonu açtı. Sonra işkenceyi ve sorguyu koordine eden, işkencecilerin bile korktuğu adama dönerek korkuyla seslendi. “Komiserim, oğlunuz düşmüş başı yarılmış, hastaneye götürmüşler.” Bir cellat yüzüne ait soğuk, duyarsız, kayıtsız, mimiksiz ifade gitti; yerine bir babanın çocuğu için duyduğu endişe, acı, korku gelip yerleşti. Yüzü, duyguları olan bir insan yüzüne dönüştü. O an dipsiz bir uçuruma yuvarlanmış buldum kendimi. Bu dehşetengiz işler yapan adam da bir insandı, hepimiz gibi sevdiği ve onu seven birileri varmış. Normal bir insan gibi aramızda yaşıyormuş. Meğer devlet ve iktidar zaten buymuş, her türlü vahşeti uygulamanın ve bunu görmeyi normal kabul eden kalabalıklarmış.
Bu duyguyla, bu durumla gerçekten baş etmem çok zor oldu benim için. Ben de onların bana yaptığının aynısını onlara yapabilirim diye düşündüm eğer fırsatım olursa. Hayata kaldığım yerden devam edebilmek, hep bu öfkeyi ve intikam duygusunu diri tutmakla mümkün oldu. Zamanla öfkemi yendim. Öfkem asla dinmedi, onu bilincimle buluşturmayı başardım. Bir işkenceciye dönüşme duygusunu yendim. Mazlumun zalime dönüşmesine izin vermeyen, insan bedenini, insan ruhunu, insan zihnini ahlaki ve vicdani bir hücreye dönüştüren bir devrim, bir özgürlük paradigması ancak her birimizi bir iktidar ve işkence odağına dönüşmekten alıkoyabilir.