Amerika Birleşik Devletleri’nin ekonomisi en güçlü ülkelerden biri olmasına rağmen, bir yandan da Amerikan toplumunu nasıl bir sefalete sürüklediği sık sık haberlere yansır. Özellikle kasırga, deprem, orman yangını gibi afetlerde ABD’nin nasıl hazırlıksız ve örgütsüz bir devlet, yoksulluğa karşı ne kadar duyarsız bir toplum olduğu ortaya çıkar. Ekonomik açıdan zenginliğin toplumun mutluluk ve refahını sağlamadığını Amerikan kentlerindeki barınma sorununu, sokaklarda yatan evsizleri ortaya koyan fotoğraflarda görebilirsiniz. En son pandemide ABD sağlık sisteminin nasıl çöktüğüne de tanık olduk.
Sosyal adaletin yaygın ve örgütlü bir demokratik hayatın olduğu, toplumsal barışın sağlandığı ülkeler ise bu pandemiyle çok daha güçlü biçimde mücadele ediyor.
ABD’de pandemi sırasında sadece sağlık sisteminin değil güvenlik devletinin çöküşüne de tanık oldu dünya kamuoyu. Ülkedeki siyah nüfusa yönelik ayrımcı güvenlik politikalarına ve sert polis müdahalesine karşı ülkenin bütün kentlerinde siyahlar ve onlarla dayanışma içindeki diğer nüfus grupları ayaklanırken, ülke ırk temelli ve sınıfsal bir iç savaşın eşiğine geldi. Aynı dönemde sağcı ve ırkçı çok sayıda topluluk pandemiye karşı önlemleri de sabote etmeye başladı. Sınıfsal olarak ayrıcalıklı olan siviller siyah ve yoksul yurttaşlarına karşı elde tüfek mülklerinin önünde göstermelik bir nöbete başladı. Bu ayaklanma ve çatışmalar yer yer sürüyor ABD’de.
ABD, ekonomik açıdan zengin olmanın bir topluma ne demokrasi ne refah getirdiğinin iyi bir örneğidir.
Söz konusu olan ekonomik zenginlikse, bir diğer uçta dünyanın en büyük petrol kaynaklarına sahip Suudi Arabistan gibi demokrasi dışı, resmi şiddetin yaygın olduğu ülkeler örnek olarak duruyor. Bir ülkenin enerji ihtiyacını kendi kaynaklarından karşılayabilmesi tabii ki o ülkede refahın önünü açar.
Ama bir refah toplumunun oluşması için bu yeterli değildir. Demokrasi olmazsa zenginlikler o ülkede refaha yol açabilecek şekilde kullanılmaz.
Aynı şekilde güvenlik politikaları demokrasi olmadan bir toplumun güvenliğini sağlayamaz. Tam tersine güvenlikçi politikalar arttıkça toplumda şiddet daha fazla yayılır. Ülkeye gereken öncelikle toplumsal barıştır.
Geçen hafta iktidar tarafından bir yandan ülkede yeni bir doğalgaz yatağının keşfedildiği açıklanırken, diğer yandan da yeni bir güvenlik birimi oluşturulması için kararname yayımlandı. Ve yine geçen hafta Selahattin Demirtaş’ın önce muhalefet partileri çevrelerinde sıkça konuşulan ‘Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi’ kavramını tarif ettiği bir yazısı, ardından da bu yolda olası bir siyasi ve toplumsal ittifakın ilkelerini sıraladığı bir başka yazı art arda yayımlandı. Türkiye’nin mutlu ve güvenli bir barış toplumu olmasının reçetesi bence işte bu iki yazıdadır. Yani önce barış ve demokrasidir ülkemize gereken.