Demokrasi ve barış için ortak mücadelenin önemine dikkat çeken HDP Eşbaşkan Yardımcısı Tayip Temel: Eğer muhalefet güçleri, demokrasi güçleri, sosyalistler ve inanç grupları barış kavramı etrafında bir araya gelmezse, hangi kavram üzerinde bir araya gelecekler?
HDP, “Demokratik Mücadele Programı”nın üçüncü aşamasının startını geçen hafta verdi. 1 Haziran’da başlayan ve ilk etabında “Demokrasi Yürüyüşü” düzenleyen, ikinci etabında ise “Demokrasi Buluşmaları” yapan HDP, şimdi de “Savaşa karşı barış, tecride karşı özgürlük” diye yollarda. Bu şiarla 1 Eylül Dünya Barış Günü’nü karşılayacak olan HDP, birçok kentte kitlesel “barış zinciri” oluşturacak. HDP’nin bu yoğun gündemini, kampanyasını, savaşı, barışı, tecridi ve çözümü partinin Eş Genel Başkan Yardımcısı ve Van Milletvekili Tayip Temel Mezopotamya Ajansı’nın sorularını yanıtladı.
- ‘Demokratik Mücadele Programı’nın üçüncü aşamasının startını verdiniz. Bu süreçte bir dizi eylem ve etkinlik yaptınız. Kampanyanız nasıl gidiyor, neyi hedefliyorsunuz?
Demokratik Mücadele Eylem Planı’mız, kapsamlı bir direnişi ve bir kitleselleşmeyi hedefliyordu. Fakat pandemi koşullarında biz bu programı revize etmek zorunda kaldık. Dolayısıyla Hakkari’den Edirne’ye yürüyüşle başlayan ve 1 Eylül’de Türkiye tarihinin en büyük insan zincirleri ile tamamlanacak olan bu kampanya, bir şekilde amacına ulaştı. Türkiye’deki demokrasi güçlerinin ve itirazı olan bütün güçler, yeni dönemde pandemi koşullarında mücadele yol ve yöntemlerini bulmak zorunda. HDP bunun öncülüğünü yaptı. Kadınlar, İstanbul Sözleşmesi’nin hedef alınmasına karşı durarak bunun öncülüğünü yaptı. Hem cesaret hem direnişe çağrı hem de mevcut siyasi iktidarın uygulamalarına ses çıkarma yöntemi açısından Edirne ve Hakkari’den başlayan ve birçok yerde buluşmalarla süren demokratik mücadele sürecimiz, birçok durumu açığa çıkardı.
- Ne gibi durumlar açığa çıktı?
Örneğin artık insanların yürüyebileceğini, sorunların çözümünün direnişten geçtiğini tekrar hatırlatmış olduk. Kürt sorununun savaşla, saldırıyla, tutuklamayla, kayyumla, sınırların dışına işgalle çözülemeyeceği gerçeğini bir kez daha hem açıkladığımız deklarasyonlarla ortaya koyduk hem de yapılması gerekenleri sıraladık. Türkiye’de Kürt sorunu çözülmeden ve Kürt sorununun demokratik haklar ve halk olmaktan doğan hakları temelinde çözülmeden, Türkiye’de birçok sorunun devam edeceğini de ortaya koyduk. Dikkat ederseniz Kürt sorununu başka çevreler tekrar gündemine almak zorunda kaldı.
- Üç aşamalı ‘Demokratik Mücadele Programı’nızın toplumda bir karşılığı oldu mu? Hangi talepler açığa çıktı?
Bu mücadele programını üç yönlü geliştirdik. Birincisi halkla buluşmak yani halka danışma, ikincisi sivil toplum örgütleri, siyasi partiler ve birçok çevreyle buluşarak görüş ve düşüncelerini almak, üçüncüsü ise iktidara karşı bir tavır, bir tutum ortaya koymak açısından eylemsel bir duruşumuz oldu. Bunların tümünden çıkan şey şu: Bu iktidarın uygulamalarından herkes rahatsız. Aslında bu iktidar birçok zemini kaybetmiş. Sivil toplumun, halkın desteğini kaybetmiş. Meşruluğunu ve haklılığını yitirmiş. İnsanlar, toplum, büyük bir yoksulluk yaşayan işçiler… Herkes rahatsız. Fakat mücadelenin yol ve yönteminde bir sorun var, bulamıyorlar. HDP’nin bu çevrelerle buluşması önemli. Çünkü muazzam bir baskı ve otoriterlik hali, insanların kafasının kaldırmasına izin vermiyor. Herkes çok rahatsız, çok öfkeli ama aynı zamanda çok yalnız. Dolayısıyla bu birlikteliğin nasıl yakalanması gerektiğine dair bir arayış var. HDP yeni dönemde mücadele ve politik hattını oluştururken, direniş hattını ittifaklar temelinde geliştirirken, bu kesimlerle nasıl yan yana geleceğini ve nasıl mücadele yürüteceğinin yol haritasını oluşturacak.
- ‘Herkes çok rahatsız, çok öfkeli ama aynı zamanda çok yalnız’ dediniz. Toplumda bu kadar rahatsızlık ve itiraz varken, bir güç birliğinin sağlanamamasının önündeki engel nedir?
Güç birliğinin sağlanmamasının en büyük sebebi, iktidarın bu konuda sürekli baskı uygulamasıdır. HDP’yi ve diğer muhalefet partilerini birbirinden ayrıştıran siyaset yürütüyor olmasıdır. Meşru, Meclis’te temsiliyeti olan partileri başka tanımlamalarla sürekli kriminal göstermeleri ve muhalefetin de buna tavır alamaması. Cesur bir muhalefet gücünün ortaya çıkıp AKP ve MHP’nin gayrimeşru yönlerine de vurgu yapan ama bütün siyasi partilerin onlar kadar Türkiye partisi olduğunu, Türkiye halklarının temsilini gerçekleştirdiklerini vurgulamaları gerekiyor. Örneğin; CHP’yi HDP ile dövüyor, HDP’yi yalnızlaştırıp selam verilemez hale getirmeye çalışıyor. CHP’yi içten karıştırıyor. Kriz içerisinde olan ve yönetemeyen iktidar, muhalefet partilerinin içlerinde kriz yaratmaya çalışıyor. Bu özel bir politika. HDP’ye son dönemdeki yönelimlerin bir sebebi budur. CHP’de bazı kişilerin çıkıp yeni parti veya hareket kurma açıklamalarının ardından iktidar blokundan onlara destek açıklamalarının gelmesinin sebebi budur. İyi Parti’yi ‘yuvaya’ davet etme girişimlerinin sebebi de bu.
- Peki, bu güç birliğinin sağlanamamasında muhalefete düşen pay var mı?
Muhalefet partilerinden veya parti zemininde bir araya gelmekten bahsetmiyorum. Toplumun neredeyse yüzde 80’i bu iktidara rıza göstermiyor. Bunu seçim zamanlarında ya da topluma mikrofon uzatıldığında görüyoruz. Ama bir öncü güç, öncü hareket gibi bütün farklılıkları bir araya getirebilecek bir hareket çıkmıyor. Bunun sebebi, muhalefetin belli yönleriyle iktidarı yeteri düzeyde okuyup, doğru bir mücadele hattını oluşturamamasıdır. Yoksa AKP-MHP iktidarı Türkiye’de siyaseten toplumsal zemini kaybetmiştir. Şimdi mücadeleyi tekrar güvenle, kararlılıkla geliştirme ve o cepheyi oluşturma zamanıdır. Biz de HDP olarak bu konuda hem öncülük etme misyonuyla hareket ediyoruz hem de öncülük edeceklerin yanında yer alabileceğimizi söylüyoruz. Herhangi bir siyasi kompleksten bağımsız, Türkiye’nin demokrasiye geçişini gerçekleştirecek bir mücadele hattına ihtiyaç var.
- Kampanyanızın finali için 1 Eylül Dünya Barış Günü’nü seçtiniz. Neden 1 Eylül?
Üçüncü aşamanın esas teması, savaş ve işgal politikalarına karşı barış, tecrit siyasetine karşı da özgürlük. Bunu şundan dolayı tercih ettik: Türkiye’de en büyük sorun savaşla, kanla, ölümle, tutuklamayla, gasp etmeyle ve çoğunlukla bunu Kürtlere karşı yaparak ayakta duran milliyetçi iktidarla karşı karşıyayız. Yani milliyetçi dala tutunan iktidar, Kürtleri esas düşman ilan ederek savaş politikalarıyla ayakta duruyor. Türkiye’deki halkları da “milli beka sorunu” diye kandırarak bu sürece entegre ediyor. Bütün bu kötülüklerin nedeni, iktidarın ayakta kalmak için devreye koyduğu savaş konseptidir. Bu atmosferde de Türkiye’deki demokrasi güçlerini bastırmaya çalışıyor. Biz de buna karşı bir barış hareketine ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Türkiye tarihinin en büyük barış gücü, demokrasi güçleridir. Ama yalnızlar. Bir türlü bir araya gelme, bu iktidarın kabul edilemez siyasetine dur deme iradesini ve birliğini gösteremiyorlar. 1 Eylül’de bu güçlerin tümüne ulaşmayı hedefliyoruz. Bu güçlerin artık bu gerçeği görmesi, savaş karşısında barış güçlerini birleştirmesi gerekiyor. Eğer muhalefet güçleri, demokrasi güçleri, sosyalistler ve inanç grupları barış kavramı etrafında bir araya gelmezse, hangi kavram üzerinde bir araya gelecekler? En meşru ve doğru zemin barış zeminidir.
Diğer bir konu da tecrit. Herkes tecridin Sayın Öcalan üzerinde yürütülen yalnızlaştırma, dışarıyla ilişkisini koparma ve bütün dünyadan soyutlama olarak tanımlıyor. Şu an İmralı sistemi bütün Türkiye’ye sirayet etmiş durumdadır. Tecrit ederek yönetme, Türkiye’deki rejimin karakteridir. O açıdan tecride karşı özgürlüğü savunuyoruz. Özgürlük toplumsaldır. Cezaevlerini boşaltmak bir özgürlük mücadelesi gerektirir. İmralı tecridini kırmak, savaş politikalarına dur demek anlamına geliyor. Çünkü oradaki çözüm ve barış iradesi defalarca denenmiş. Bu açıdan biz tecrit aşılmadığı sürece savaşın da devam edeceğini düşünüyoruz. Savaş ve tecrit birbirleriyle paralel iki olgu. Biri diğerini derinleştiriyor. Tecrit derinleştikçe savaş, savaş derinleştikçe tecrit toplumsallaşıyor. Barış ve özgürlük de böyle paralel iki kavram. Toplum özgürleştikçe barış olgusu da gelişir. Barış ve tecrit kavramını yeni dönemde mücadele hattımıza dönüştüreceğiz. Savaşa karşı barış, tecride karşı özgürlük mücadelesi yürüteceğiz.
- Bu kapsamda neler yapacaksınız?
Aslında büyük mitingler düşünüyorduk. Örneğin Amed’de Newroz alanında fiziki mesafe kurallarına göre örgütlenmiş 100 bin kişilik miting. 1 Eylül’ü 21 Mart Newroz ve 1 Mayıs ruhuyla karşılamayı düşünüyorduk. İki-üç kentte devasa mitingler yapmayı düşünüyorduk. Maalesef pandeminin geldiği düzey, hastalığın giderek tedbirsizlikten yaygınlaşması nedeniyle toplum sağlığını düşünerek, barışı ve özgürlüğü daha görünür kılmak için insan zinciri gerçekleştireceğiz. Bu anlamda 7-8 merkez var. Esas merkezlerden biri İstanbul ve Amed’dir. Bunun startını kayyumun yıl dönümü olan 19 Ağustos’ta Mardin ve İstanbul’da verdik. Aslında bu da bir mesaj. Kayyum sadece HDP ve Kürtlerin sorunu değil, aynı zamanda İstanbul’un, Ankara’nın, İzmir’in de sorunu. Çünkü kayyum bir gasp yöntemidir ve her yere, kazanılmış her mevziye iktidar tarafından kolaylıkla tayin edilebilir bir gasp aracıdır. 1 Eylül belki üçüncü aşamanın finalidir ama mücadele durmayacak. Örneğin biz tecride karşı daha etkili bir mücadele yürüteceğiz.
- ‘Demokratik Mücadele Programı’ öncesi partinizin yetkili kurulları, ‘HDP artık sokaklarda olacak’ diyordu. Nitekim bir dizi eylem, etkinlik ve buluşma gerçekleştirdiniz. Partiniz sokağı nasıl görüyor ve değerlendiriyor? Yeni dönem için nasıl bir yol haritanız var?
HDP ve Türkiye’de bu rejimin değişmesini isteyen herkesin, pandemi de dahil her koşulda bir mücadele yolunu ve yöntemini bulması gerekiyor. Bunun elbette en önemli ayağı sokaktır. Sokakta, meydanda, mahallede, fabrikada mücadele gelişmediği, bunların tümünün bileşkesi olan toplumsal bir muhalefete dönüşmediği sürece, iktidar her koşul ve krizde Türkiye toplumunu manipüle etmeye devam edecektir. İstanbul Sözleşmesi’nin hedef alınmasına karşı kadınların çok muazzam bir direniş örneği var. Demek ki pandemi koşullarında mücadele yürütülebilir. HDP yeni dönemde de sokağı asla terk etmeyecek.
- Kürt sorununun çözümü için “HDP olarak her türlü sorumluluk ve riski almaya hazırız” demiştiniz. Nedir bu riskler?
HDP’nin aldığı risk şudur: Çatışmanın ve savaşın durdurulması açısından HDP birçok bedel ödedi. Dünyanın hiçbir yerinde barış elçileri içeri atılmaz ama bizimkiler içeride. Bahsettiğim tüm dayatmalara karşı işte dış güçler, emperyalist güçler ayrılıkçılığı körüklüyor. Kürt sorununun çözümsüz kalmasını dayatıyor. Oysa HDP dimdik iradeyle Türkiye halklarıyla bu sorunun çözülmesi gerektiğini savunuyor. Ve Türkiye’nin demokratikleştirilmesi temelinde Kürd’ün statüsünün tanınmasını öneriyor. Bunun için risk alıyor. Hiçbir siyasi, hiçbir oy kaygısına girmeden, hiçbir dış gücün tahrikine gelmeden, hiçbir faşist ve ırkçı politikaya boyun eğmeden ve tenezzül etmeden tüm bu süreci, bu çözümü topluma anlatacak, muhalefete anlatacak, Türkiye’deki tüm toplumsal kesimleri de duyarlı kılacak bu mücadeleye dahil olurken, bu çözüme de ikna edecek bir risk alıyoruz. Zaten bunun mücadelesini yürütüyoruz. Bu çözümün mücadelesini yürütürken, yüzlerce arkadaşımız yaşamını yitirdi, binlerce arkadaşımız şu an cezaevlerinde. Dolayısıyla barış mücadelemiz, çözüm mücadelemiz, özgürlük mücadelemiz birçok riski beraberinde taşıyor.
‘Kürt sorunu politik çıkarla gündeme alınıp çözülemez’
- Kürt sorunu çeşitli çevrelerce yeniden gündeme getirildi. CHP, DEVA ve Gelecek Partisi liderleri de konuya dair düşüncelerini söyledi. Köklü ve tarihsel bir sorun olan Kürt sorunu bugüne kadar ya inkâr edildi ya da soruna yüzeysel tanımlamalarla yaklaşıldı. Sorunun şimdi bu partiler tarafından gündeme getirilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kürt sorunu, öyle politik çıkar ve dönemsel faydacı siyasetle gündeme alınıp çözülecek bir konu değil. Bu konuya böyle yaklaşanları yakan bir sorundur. Kürt sorununa yanlış yaklaşıldığı için, bir çözüm iradesi geliştiremediği için çok sayıda iktidar devrildi. O yüzden hangi güç, Kürt sorununun çözümüne adaysa ve Kürt sorununu çözeceğine dair samimiyse üç hususu öncelikle belirlemesi lazım. Birinci husus, bu sorunu kimlerle çözecek ve muhatabı kim? İkincisi, Kürt sorununu çözmemekte ısrarcı davranan ve Kürt düşmanlığı yapan bu iktidara sözü ne? Üçüncüsü ve en önemlisi ise Kürd’ün haklarını, Kürd’ün halk olmaktan kaynaklı ve statüsünü nasıl tanımlıyor ve nasıl bir çözüme kavuşturacak? Bu üç soruya cevap veremeyen bir güç, daha önceki iktidarların daha önce denediği pragmatist ve lafazanlığının ötesine geçemez. Bir şekliyle işi politik polemiğe dönüştürür. Biz HDP olarak bu çağrıyı yapıyoruz. Bu konuda köklü bir çözüm anlayışı ortaya koymadan, bu soruna siyasi hesaplarla, faydacı ve Kürd’ün oyuna göz dikerek gündemde tutmak tehlikeli ve yanlıştır. Bu işe bu şekilde soyunanları yakar.
Diren Yurtsever – Selman Güzelyüz / Ankara- MA