Eğer iki yüzlülükte dünya şampiyonluğu kimdedir diye bir soru sorulsaydı, Alman ve Fransız emperyalizmlerinin bu şampiyonluğu kimseye kaptırmadıklarını söylerdik. Özellikle “barış” diyerek savaş körükleyen iki yüzlülükte! Gerçekten de bu iki emperyalist güç on yıllardır insan ve kadın haklarını korumak, demokratikleşmeye katkı sağlamak, barış tesis etmek gibi gerekçelerle komşu coğrafyalarda savaş ve çatışma körüklemekte son derece ustalaştılar.
Emperyalist güçler arasındaki yapısal çelişkilerin sivriliklerini “Ortak Avrupa Çatısı” demagojisiyle reel bir Franko-Alman Avrupası inşa süreciyle törpülemeyi başaran Alman ve Fransız emperyalist burjuvazileri, “vatan cephesindeki” toplumsal rıza üretiminde de son derece başarılılar. İki ülkedeki silah tekelleri farklı coğrafyaların kan denizlerine dönüşmelerini destekleyerek kâr üzerine kâr yaparlarken, Berlin ve Paris’te hangi hükümet iktidarda olursa olsun, iktidarı ve muhalefetiyle tüm burjuva partileri bu gidişata süreklilik kazandırmak için uğraş veriyorlar.
Merkezi Stockholm’de olan SİPRİ’nin verilerine göre Almanya ve Fransa en fazla silah satan ülkeler arasında. Fransız askerî-sınaî kompleksi, ABD ve Rusya Federasyonu’nun ardından dünya üçüncüsüyken, Alman silah kardeşi dünya dördüncüsü. Askerî-sınaî komplekslerinin bu konumlanışları ve ekonomik güçleriyle Avrupa’yı iç pazar hâline getiren ikili, uzun vadede dünya çapında hegemonya kurma hedefine odaklanmış durumdalar.
Ancak bu hedef halihazırda bir hayli uzaktaymış gibi görünüyor. ABD emperyalizminin askerî üstünlüğü, fosil enerji taşıyıcıları konusunda Rusya Federasyonu’na olan büyük bağımlılık, gerek yüksek satın alma gücü olan toplumu gerek ucuz üretim olanakları gerekse de devasa piyasa özellikleriyle Çin Halk Cumhuriyeti’nin kabarttığı iştah, Alman ve Fransız emperyalizmlerini dizginleyici rol oynuyor.
Tüm bunların yanı sıra arka bahçelerinde, yani Akdeniz’de kontrol altına alınamayan ciddî ihtilaflar ve Afrika’daki gelişmeler, özellikle Mali’de Fransız etkisini azaltan darbe, Berlin ve Paris’te baş ağrılarına yol açıyor. Almanya kundakçılığa devam ederken, Fransa’nın Akdeniz’de önemli siyasî ve stratejik darbeler alması, Franko-Alman iş birliğinde sıkıntılara neden oluyor. Korona-Pandemisi ve etkileri de işin cabası.
O açıdan Başkan Macron’un geçen perşembe St. Tropez yakınlarındaki yazlık rezidansında Şansölye Merkel’i misafir etmesi, sembolik bir ziyaretten fazlasıydı diyebiliriz. İki saatlik görüşmenin ardından yapılan açıklamada Almanya ve Fransa’nın “Avrupaî hükümranlık” başlığı altında, “Avrupa’nın jeopolitik aktör olarak hareket etmesi ve tek sesle konuşması için ortak ajanda da anlaşıldığının” bildirilmesi, AB’nin, başka bir yazıda belirttiğimiz gibi, “iki arada bir derede” kalmaktan kurtulmak için daha aktif bir angajman göstereceğine işaret ediyor. Daha aktif angajman da hem diğer AB üyesi ülkeler üzerindeki baskıların artması, hem komşu ülkelere yönelik yaptırımların artırılması, hem de askerî araçlara daha fazla ağırlık verilmesi olarak okunabilir.
Bu yeni siyasetin nasıl sonuçları olacağını güncel olarak AB’nin partneri ve NATO üyesi Türkiye’nin Akdeniz’deki girişimleri karşısında ve mülteci sorunlarıyla yalnız bırakılan AB ve NATO üyesi Yunanistan ve AB üyesi Kıbrıs örneğinde görmekteyiz. Yunanistan “bizi korumaktansa, Lukaşenko’yu devirmek istiyorlar” diye boşuna hayıflanmıyor. Öyle ya, filler tepişince olanlar çimenlere oluyor…