“168-173 cm yüksekliğinde, 68-73 kg ağırlığında, oldukça “parlak” ten rengi, ancak melez değil, geniş omuzlar, büyük düz burun, iri gözler, geniş düz ayaklar, saçları çok ince, üst dudağında ve çenenin tepesinde sakal yok, şakaklarından birinde yara izi, ayrıca bir boynunun arkasında, sağ kolunun kemiklerinden birinde, bileğinin yakınında, bir darbeyle oluşturulan büyük bir şişlik…”
1831 Ağustos’unda Virginia’daki ödül afişinde böyle tanımlıyorlardı onu. Aradıkları kişi, Nat Turner’dı. Köle, vaiz ve isyancı…
Buldular da sonunda; bulup idam sehpasına çıkardılar…
Mistik bir kişilik
Ağır ve kanlı bir isyandı onun başlattığı. Öyleydi, çünkü onun da hayatı çok ağırdı, çok zordu.
Güneydoğu Virginia’da, Southampton ilçesinde 2 Ekim 1800’de bir köle olarak doğdu Nat. Anne ve babasını hiç tanımadı. Virginia, köleciliğin en azgın bölgesiydi o zamanlar. Bütün üretim sistemi köle emeği üzerine kuruluydu ve en küçük itaatsizliğin bile asılmayla cezalandırıldığı bir vahşet düzeni hüküm sürüyordu.
Bu koşullar altında Nat, bir çocuk olarak sıradışı bir zekâ sergiledi, çabucak okumayı öğrendi. İncil okumak onda bir takıntı haline geldi ve köle topluluğunda kendi kendini yetiştirmiş bir vaiz olarak boy gösterdi. Giderek dini vahiyler aldığını iddia etmeye başladı. Siyah köleler arasında sık sık pagan kökenlerle karışan Hristiyanlık biçiminde bu olgu, o dönemlerde çok normal bir durumdu.
İlk sahibinden 21 yaşında kaçtı. Ormanda açlık içerisinde bir ay kaldıktan sonra kendisine vahiy geldiğini iddia ederek geri döndü. Daha sonra, 1824’te tarlalarda çalışırken ‘Kutsal Ruh’un ona “Büyük yargı gününün yaklaştığı” yolunda yeni bir mesaj gönderdiğini iddia etti. Bu arada, köleler arasında ayinleri sürdürüyordu.
İsyan ateşi
1828 baharında, “Kutsal Ruh” tarafından ‘seçilmiş’ olduğuna kesin olarak ikna olmuştu artık. 12 Mayıs’ta tarlalarda çalışırken “göklerde yüksek bir ses duyduğunu” ve artık zamanın geldiğini söyledi. Tanrının ona “düşmanlarımı kendi silahlarıyla öldürme” görevini verdiğine inanıyordu. 12 Şubat 1831’deki güneş tutulmasını da böyle yorumlamıştı Turner ve ayaklanma hazırlıklarına başladı. En güvendiği dört köleye, Henry, Hark, Nelson ve Sam’e yapılması gereken büyük işi anlattı.
Ve nihayet, 21 Ağustos’ta isyan başladı. Birkaç güvenilir köle arkadaşıyla harekete geçen Turner, önce kendi sahibi ve ailesini öldürdü; daha sonra hızla bazıları at sırtında olan 70’den fazla köleyi bir araya getirdi. İsyancılar, evden eve, çiftlikten çiftliğe geçerek kadınlar ve çocuklar dâhil buldukları bütün beyazları öldürüp köleleri serbest bırakıyorlardı. İlk 48 saat içinde 60’a yakın beyazı öldürdüler. Sonunda, ordu ve beyaz milisler harekete geçti, büyük bir güçle ve üç topçu birliğiyle isyanı bastırmayı başardı. Zaten bu zor da değildi; çünkü Turner’in güçleri neredeyse çıplak elle savaşıyorlardı.
Misilleme vahşeti
Daha sonrası tam bir felaketti. Ordu ve milis çeteleri misillemede çok acımasızdılar. Birkaç günde 56 isyancı öldürülürken, milisler çoğu isyana karışmayan 200’e yakın insanı katletti. Histeri bütün Güney eyaletlerine yayıldı ve bütün bölgede çok sayıda siyah linç edildi ya da asıldı. Operasyonu yöneten general, askerlere ve beyaz vatandaşlara cinayetleri durdurmalarını emretti ama bir etkisi olmadı. Kent kavşaklarındaki direklerde siyah insanların kesilmiş kafaları asılı duruyordu.
Bu arada Turner, altı hafta boyunca yakalanmadı, sonunda ormanda ele geçirildi. 5 Kasım 1831’de ölüm cezasına çarptırıldı. Yaptığına pişman olup olmadığı sorulduğunda yanıtı hiç değişmedi: “Mesih çarmıha gerilmedi mi?” Asıldıktan sonra, cesedi dörde bölündü, diğer siyahları korkutmak için başı da kesildi. Ayrıca, 30 hükümlünün 18’i de asıldı
İki yüz yıllık öfke
Öte yandan Güney’in köle sahipleri, bu olayı doğrusu çok iyi kullandılar. Nat Turner’ın isyanı bir dizi yeni yasanın çıkarılmasına yol açtı. Özgür ve köleleştirilmiş siyahların gruplar halinde bir araya gelme, seyahat etme, vaaz verme ve okuma ve yazmayı öğrenme hakları kısıtlanırken, bütün eyaletlerde kanlı gösteriler birbirini izledi. Güney eyaletlerinde zaten zayıf olan kölelik karşıtı hareket büyük baskı altında ezildi. Irkçılar, kölelik karşıtlarının sadece köleliğin kaldırılmasını değil aynı zamanda köle sahiplerinin öldürülmesini de istediklerini yaymaya başlamışlardı çünkü.
Doğrusu Turner ayaklanmasının yöntemleri ve gelişmesi çok sertti ama onun şiddeti, yine de köle sahiplerinin ve milis çetelerinin yanına bile yaklaşamazdı. Sonraki yıllarda siyah hareket onu sahiplendi ve ilk isyancılar arasına adını yazdı.
İki yüzyıl sonra, Floyd ayaklanmasının da yine aynı bölgelerde patlaması herhalde tesadüf değildi. Rüzgâr ekilince hep böyle olur çünkü. Ardından mutlaka fırtına gelir.