‘Tüm toplum potansiyel hastadır. Herkes her an hiç bilmediği, düşünmediği bir hastalıkla karşılaşabilir. Hastalık yaşlı genç, büyük küçük, ideoloji, ırk, renk tanımaz. Tam ve eksiksiz bilgi alma hakkı pandemi sürecinde daha da önem kazanmakta’
M. Ender Öndeş
Koronavirüs salgını döneminin sorunlarına, bir kez de ‘hasta hakları’ cephesinden bakmayı denedik ve bununla ilgili olarak Hasta ve Hasta Yakını Hakları Derneği (HAYAD) Kurucu Başkanı Leyla Ezgi ile konuştuk. 9 Eylül 1997’de kurulan HAYAD’ın Onursal Başkanı da olan Leyla Ezgi, salgın sürecinde hasta haklarının esnetilemeyeceğinin altını kalın çizgilerle çizdi.
- Bu düzeyde bir pandemi koşullarında ‘hasta’ kavramının tanımı da biraz değişiyor mu sizce? Yani her birey, ‘potansiyel hasta’ pozisyonundaysa eğer, o zaman her bireyin pandemi alanında da tam ve eksiksiz ‘bilgi alma hakkı’ gibi hakları olmalı değil mi?
COVID-19 salgını birçok ülkeye belirsizlik getirdi. Dünya böyle bir salgına hazırlıksız yakalandı. Pandemi insanlara eşitlik ve adaletin önemini ve bunlar üzerinde yeniden düşünmenin gerekliliğini hatırlattı. Yeni bir gerçeklikle yüz yüze kaldık ve onunla yaşamayı öğrenmeye çalışıyoruz. Şimdiye kadar hiç aklımıza gelmeyen sağlık uygulamaları ile karşı karşıya kaldık. Ölümle yaşam arasında tercih yapmak zorunda kalan sağlık çalışanlarını duymaya başladık. Koridorlarda bakılan hastalar, ekipman eksikliği, son nefeslerinde sevdiklerinden uzakta insanlar ve sevdiklerinin yanında olamayan aile üyeleri haberleri okuduk/duyduk.
Ancak bu dönemlerin olağanüstü dönemler olduğu ileri sürülerek hasta haklarının göz ardı edilmemesi önemlidir. Zaten pandemi ile mücadele insan hakları ve insanlık için değil midir? Bu anlamda hasta hakları pandemi döneminde daha belirginleşmelidir. Bu çerçevede pandemideki sınırlılıklar gerçekçi bir şekilde ele alınarak hasta haklarını göz ardı etmeyen önlemler alınmalıdır.
Herkes pandemiden önce de potansiyel hasta idi, bu durum pandemi sürecinde de değişmedi. Tüm toplum potansiyel hastadır. Herkes her an hiç bilmediği, düşünmediği bir hastalıkla karşılaşabilir. Hastalık yaşlı genç, büyük küçük, ideoloji, ırk, renk tanımaz. Mesela tam ve eksiksiz bilgi alma hakkı pandemi sürecinde daha da önem kazanmakta. COVID-19’un neden olduğu sağlık sorunları ve tedaviler net olarak bilinmese de tıp dünyasının bununla ilgili elde ettiği bilgiler var. Bu bilgilerin hastalar ile paylaşılması, sağlıklarının nasıl etkilendiği ve etkileneceği hakkında bilgi alma hakları var ve buna pandemi döneminde özen gösterilmelidir. Tam netlik olmasa da belli tedavi önerileri var ve uygulanıyor. Hastalar bu konuda da bilgilendirilmelidir. Önerilen tedavilerin bazı belirsizlikler taşıması hastanın daha ayrıntılı olarak bilgilendirilmesini gerektirmektedir. Hem tıp etiği hem de yasalar bunu gerektirir. Bu kapsamda hastaya uygulanan tedavinin yararları, zararları, riskleri hakkında bilgi verilmelidir. Hastadan bu bilgilendirmeden sonra onam alınmalıdır. Özellikle, bu bilinmezlik içinde yeni tıbbi girişimlerde bulunulacaksa hastaya her türlü fayda ve zarar anlatılmalı ve onamı alınmalıdır.
Pandeminin başından beri toplumun bir kesimi yeterince aydınlatılmadığını düşünüyor. Bilgilerin eksik ya da yanlış olduğu kanısında. Oysa toplumun korku ve kaygıdan uzak kalabilmesi, güvenilir kaynaklardan bilgi edinmesi önemlidir. Pandemiyle ilgili veriler şeffaf bir biçimde uzmanlarla ve halkla paylaşılmalıdır. Bilgi eksikliği ve çelişkili anlatımlar, kulaktan kulağa veya sosyal medya üzerinden yayılan haberlerle bilgi kirliliğine, bu durum ise toplumda korku ve kaygının artmasına neden olabilir.
Hasta mahremiyeti ulusal ve uluslararası yasalarla düzenlenmiş, neleri kapsadığı anlatılmıştır. Hastalar sağlık hizmeti almak için başvurduklarında kendileri ve hastalıkları ile ilgili pek çok bilgi ve belgeyi kurum, sağlık hizmeti verenler ve diğer çalışanlarla paylaşırlar. Ulusal mevzuatımızda ve uluslararası belgelerde sağlık bilgilerinin paylaşımı özel hayatın ihlali olarak görülmekte. Bu nedenle hastanın bilgilerinin paylaşılmamasını istemek bir hasta hakkıdır. Bu hakkın da pandemi döneminde özenle korunması gerekir. Pandemi döneminde yalnızca gereklilikler halinde özel hayatın gizliliğinde sınırlamalara gidilmektedir.
- Çok somut bir örnek olarak, Manisa Vestel fabrikalarındaki durum var. Şirkete göre 2 ölüm ve 380 vaka, işçilere ve Manisa Tabip Odası’na göre 7-10 arasında ölüm ve bine yakın vaka var. Ve hiç kimse kesin durumu bilmiyor! Bu kabul edilebilir mi?
Çalışan hakları, işçilerin çalışma koşulları, ücretli/ücretsiz izin kullanımı, işveren yükümlülükleri iş hukukunda belirtilmiştir. Ancak kamu tarafından “evde kal” çağrısı yapılırken, sosyal hukuk devleti olmamıza rağmen çalışmak zorunda olanların evde kalabilmesi için yeterli önlemler alınmamaktadır. Üretime devam ediliyor. İş yerlerinde yeterli sağlık ve güvenlik önlemlerinin alınmaması, denetimlerin etkin olmaması gibi nedenlerle en temel insan hakları olan yaşam hakkı, sağlık hakkı ihlal edilerek işçiler çalışmak zorunda kalmaktadır. Denetimler arttırılmalı, işçilere ve ailelerine test yapılmalı, pozitif olanlar tedaviye alınıp iş güvencesi ve gelir kaybı engellenmelidir. Travma yaşayan, endişelenen, ruh sağlığı bozulan işçiler için tıbbi destek verilmelidir.
Burada sağlık çalışanlarının haklarına değinmeden geçilmemelidir! Hasta hakları öğretisi hiçbir zaman sağlık çalışanlarının sağlıklı ve güvenli koşullarda çalışma hakkını, çalışanların insani koşullarda çalışma hakkını dışlamaz. Tam tersi hasta haklarının bir parçası olarak görür. Bu anlamda, yalnızca pandemi döneminde değil her zaman sağlık çalışanlarının hakları sağlanmalıdır. Onların aile, mesleki, eğitim yaşamları göz ardı edilmemelidir. Pandemi dönemi, sağlık çalışanlarının hepimizin hayatındaki benzersiz rolünü göstermiştir. Zor ve sert çalışma koşulları bu mesleklerin doğası olarak kabul edilmemeli, bunun giderilmesi için toplumun ve kamunun her kesimi üzerine düşen yükümlülüğü yerine getirmelidir. Sağlık çalışanlarının pandemi sürecinde enfekte olması ve ciddi sağlık sorunları ile karşı karşıya kalması önemli bir gündemimiz bizim de. Sağlık çalışanlarının pandemi dönemindeki aşırı iş yükünün, yakınlarından uzak kalmasının, yakınlarına virüsü geçirme olasılığının yarattığı kaygıların sağlık çalışanlarının sağlığı ile sorunların ilgili resmi rakamlara yansımadığı düşüncesindeyim.
Ekonomiyi canlandırmak için sermayenin istekleri göz önüne alınarak adına normalleşme denen ama turizmin, alışveriş mekânlarının ve diğer yaşam alanlarının açılması olarak değerlendirebileceğimiz ‘normalleşme’nin sonuçlarını, şimdilerde vakalar ve ölümlerde artış olarak görüyoruz.
- Sağlık Bakanlığı’nın Covid-19 ile ilgili yeni tedavi kararları ise hasta haklarını doğrudan ilgilendiriyor. Hastaların büyük bölümünü ‘evde’ tedavi ederken, ancak ağırlaşan vakaları hastaneye yatıran uygulamanın tartışmalı yanları yok mu? Türkiye gibi paranın ve hatırlı tanıdıkların her kapıyı açtığı bir ülkede, bir eşitsizlik hali doğmaz mı? Öte yandan, yine hasta hakları perspektifiyle baktığımızda, bazıları ciddi yan etki yapan Covid-19 ilaçlarının evde kullanımı problemli bir durum değil mi? Bu tür konularda bakanlığın sizinle bir teması var mı?
Pandeminin başlangıcından bir süre sonra özel hastaneler de pandemi hastanelerine dâhil edilerek hastalardan COVID-19 tedavisi için ücret alınmadı. Bu olumlu bir gelişmeydi. Ülkemizde sağlık hizmetlerinin ücretsiz ve eşit olduğu konusu her zaman tartışmalıydı. Çalışanlar, sağlık hizmeti alabilmek için yıllarca prim ödedi. Sağlıkta dönüşümle başlayan süreçte katkı payları veya ücretli sağlık hizmeti arttı. Parası olanın sağlık hizmeti alabileceği hale dönüştü. Salgın döneminde de ne yazık ki parası, hatırlı tanıdıkları olan hastalar daha kolay hizmete ulaşacaktır. Hasta haklarının en önemli maddesi olan sağlık hizmetine ulaşım hakkının herkes için geçerli olup olmadığı da önemli bir tartışma bence. Bildiğim kadarıyla, COVID-19 için kullanılan ilaçlar yeni değil. Başka hastalıklar için kullanılan, hastalar tarafından evlerde kullanılan ilaçlar. Burada önemli olan hastaya ilacı nasıl kullanacağının anlaşılır bir şekilde anlatılması ve doğru şekilde kullanmasının sağlanmasıdır.
Ülkemizde ilk kurulan hasta hakları derneğiyiz. Biz dernek olarak herkesi doğal üyemiz olarak görürüz. Bu ülkenin en zengininden en fakirine, siyaset ve parti ayrımı gözetmeksizin. Hangi ideolojide olursanız olun, hasta hakkı bir gün herkese lazım olacaktır. Yetkililerin, salgın döneminde bizimle de bir teması olmadı. Tüm tarafların kararlara aktif katılımı sağlanmalı.
- Bu arada, pandemi koşullarında, hasta haklarının en klasik maddeleri olan ‘hekim ve kurum seçme’ gibi unsurlar da gürültüye gidiyor sanki. Zor koşullarda esnetilebilecek şeyler mi bunlar? Ayrıca, birinci basamaktaki aile hekimlikleri ne durumda?
Pandemi dönemi dışında da hastane ve hekim seçme kısıtlıydı. Kamu kurumlarında randevu bulabildiğiniz, özel hastanelerde ekonomik gücünüzün yettiği oranda faydalanıyordunuz. Bu kısıtlılık hizmete ulaşma hakkının da ihlali anlamına geliyordu. Pandemiyle birlikte aciliyet taşımayan ancak takip edilmesi gereken kronik hastalıklar kanser, şeker, tansiyon, böbrek gibi hastalıklarının kontrolleri ya ertelendi ya da hastalar hastaneye gitmemeyi seçti. Bu ertelemeler, ölüm risklerinin artmasına neden olabilir. Bunlar zamanında planlanıp pandemi hastaneleri ayrılmalıydı. Geç kalınmadan ikinci dalganın yaşandığı, başka dalgaların da yaşanacağı göz önüne alınarak yeni planlamalar yapılması gereklidir. Belki bizleri başka pandemiler beklemekte. Erken teşhisi önem taşıyan kanser gibi hastalıkların tespit edilmesi de göz önünde tutulmalıdır.
COVID-19 ilk elemesi aile hekimliğinin altyapısı ve iyi bir ekip çalışması olsa ve ikinci, üçüncü basamak hastanelere hastaların sevk edilebilmesi için iyi bir planlama yapılabilseydi olurdu. Birinci basamak dediğimiz aile hekimlerinin ekip çalışmasına dayalı, koruyucu hekimlik hizmetlerinin yoğun olduğu yeni bir organizasyon gerekiyor.
- Ve daha da genel bir soru. Tıp dünyasında artık ‘hasta hakları’nın ötesinde bir insan hakkı olarak ‘hasta olmama hakkı’ da tartışılıyor. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Hasta olmama hakkı hep vardı. Bizim 1961 tarihli 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanunu’muz bugünün koşullarına göre revize edildiğinde birçok sorun ortadan kalkacaktır. Bu kanun koruyucu sağlık hizmetlerini öne çıkarırken “Madde 10: Sağlık ocakları ve evleri her türlü koruyucu hekimlik hizmetleri, hastaların muayene ve tedavisi ile sağlık ocağına kayıtlı şahısların sağlık sicillerini tutmakla mükelleftir” diyor. Bakanlık, tabipler, eczacılar, veteriner odalarının, üniversitelerin, uzmanların ve kamu kurumlarının yer aldığı genel kurul sağlık hizmetleri ile ilgili tavsiyelerde bulunacaktır. İllerde, mahallelerde sağlık kurulları kurularak, halkın ihtiyaçları ve sorunları talepleri belirlenecek. Kanun hâlâ yürürlükte ancak uygulanmıyor. Bu kanun uygulansaydı bugün çok daha farklı, serbest piyasa koşullarına göre şekillenmemiş bir sağlık hizmetimiz olurdu.
Sonuç olarak, hastaların tıbbi teşhis ve tedaviden yararlanma hakları da vardır. COVID-19 testi yapılmadan gönderilen hastalar olduğu basına yansımakta. Testin sınırlı olduğu ve belirli semptomları gösterenlere yapıldığı söylenmektedir. İnsanlar nereye gideceklerini bilmemektedirler. Bu salgın bize bir kez daha toplum sağlığının öneminin birey sağlığından daha önde olduğunu göstermiştir.
Aşının dağıtımı endişe konusu
Bir de ‘aşı’ var. İlaç tekelleri muazzam yatırımlar yapıyor, büyük devletlerden destekler alıyor ve adil dağıtım konusu tartışılıyor. Örneğin geçen ay, Nobelli bilim insanlarının da aralarında bulunduğu 140 isim, ‘People’s Vaccine’ bildirisiyle olası bir aşının adil dağıtımı konusundaki endişelerini ifade ettiler.
Aşı bulunsa da sorunlar bitmiyor, evet. Yoksul devletlerin, yoksul halkın, aşıya ulaşımı sorunu başlayacaktır. Bunu daha şimdiden konuşuyoruz. Herkesin aşıya ulaşamayacak olması gerçekten endişe verici ve kabul edilebilir değil. Salgınlarda izole yaşamak pek mümkün değil, birinin hasta olması birçok insanın hasta olması anlamına geliyor. Bu nedenle zengin ülkelerin bunu göz önüne alarak hareket etmeleri ve halkların sağlığını önemsemeleri gerekir. ‘People’s Vaccine’ bildirisinde önemli noktalara değinilmiş ve son derecede haklılar.
Zorlayıcı önlemler istisna olabilir
- Bir de tersinden bir tartışma var. ‘Tedaviyi reddetme hakkı’ pandemi koşullarında sıkıntılı değil mi? Örneğin ‘Ben karantina dinlemem, maske de takmam’ dediğinizde bu bir ‘hak’ olarak değerlendirilebilir mi?
Salgın hastalık halinde kişi sağlığından ziyade toplum sağlığı ön planda olacağından hastaların ‘tedaviyi reddetme veya durdurma hakkı’ndan bu dönemde söz edilemeyeceği ilk bakışta kabul edilebilir görünse de aslında bu yanlış bir yaklaşımdır. Hastanın tedaviyi almak istememesi ya da durdurmak istemesi kabul edilmelidir. Ki COVID-19 kapsamında tedavi alma zorunluluğu yoktur ülkemizde. Ancak hastalığın yayılmasına neden olabilecek davranışlarda bulunmanın önüne geçilmelidir. Bu bağlamda izolasyon, karantina gibi önlemlerde zorlayıcılık söz konusu olabilir. Maske takmamak, izolasyon ve karantinadan kaçmak, insanlara fiziksel mesafeye uygun olmadan yaklaşmak gibi davranışları hak olarak göremeyiz.