Şimdi deney yapacaksın; ‘Aa bakın, bunlar aslında iyi insanlar’ diyeceksin, sonra da renkli bir tablet vereceksin. Tamam; de o halde. Ama oradaki yoksulluğa karşı, çocukların emeklerinin daha o yaşta o kıskaca kapılmasına karşı nasıl bir lafın olacak mesela?
Cengizhan Kaptan
İki güncel konudan yola çıkıp demokratik ulus ve bunun için gerekli olan demokratik bir anayasaya uzanacağım bu yazıda.
Malum; ortalığı sarsan(!) sosyal deneyler yayınlandı geçenlerde. Haklarında çok yazıldı, çizildi. Bir deneyin amacını ortaya koymak gerekir öncelikle: görebildiğimiz kadarı ile ‘Güneydoğu’ insanının -aslında- ne kadar yardımsever olduğunu, elindekini paylaşmaya hazır olduğunu vesaire göstermek isteyen deneyler olduğu şeklinde yorumlayabiliriz amaçları. Peki, bu deneyleri yapanlar orada aslında çok daha büyük sorunlar olduğunu hiç olmazsa deneyleri yaparlarken göremiyorlar mı sponsorluk yapıp renkli tabletleri Darülaceze misali sunarken? Örneğin, o çocukların çoğunun ailelerine bakmak için okuldan vazgeçtiklerini ya da hem okul hem çalışma gibi bir kıskaca daha o gencecik yaşlarında kapıldıklarını? Tüm bu karnavalvari mizansenin bağrında, gizlenemez şekilde büyük bir ayıp ortaya çıkıyor ve gösteriyor kendini: YOKSULLUK! Kürtlerin yoksulluğu.
Şimdi deney yapacaksın; ‘Aa bakın, bunlar aslında iyi insanlar’ diyeceksin, sonra da renkli bir tablet vereceksin. Tamam; de o halde. Ama oradaki yoksulluğa karşı, çocukların emeklerinin daha o yaşta o kıskaca kapılmasına karşı nasıl bir lafın olacak mesela? Sormayacak mısın ‘neden kardeşlerine bakmak zorundasın’ diye? Sormayacak mısın bunun düzeltilmesi için onların ne düşündüğünü, yoksulluğun neden kaynaklandığını? Sormayacak mısın gelecek ile ilgili kaygılarını, hayallerini; nelere hasret, özlem duyduklarını? Sormazsın, soramazsın. Deney sonrasında zaten ‘yarının Mehmetçikleri’ gibi ifadeler ne amaçlandığına dair söylemleri özetliyor. Çocuklara Mehmetçik olmaktan öte bir şey vaat edemiyorlar; diyemiyorlar “yarının düşünürleri, özgürlükçüleri, toplumbilimcileri” örneğin.
Bazı sevgili dostlarım da ‘Batı’da da şöyle bir deney yapılsa’ diye görüş belirttiler örneğin. ‘Batı’da deneye ne hacet? Amedspor’un futbol oynamasına izin verilmemesinden, Irak Kürdistanı’ndan gelen turistlerin bayraklarından ötürü linç edilmeye çalışılmasından, daha geçen gün tarım işçilerinden muhtarlar tarafından ayakbastı parası adı altında haraç toplanmaya çalışılmasından, bu işçilere saldırılmasından, işçilerin bu suçlarından(!) ötürü şehirden gönderilmesinden, Ahmet Kaya tişörtü giydi diye linç edilmek istenen Kürt gençlerinin durumundan daha açık sosyal deney(!) olabilir mi? İroni bir yana, deneye ne hacet var; her gün, her alanda ayrımcılığın, ırkçılığın, ırkçı önyargının en şiddetli görünümlerini ya yaşıyor ya da bunlara şahit oluyor insanlar.
Buradan, yaşanan bir diğer utanç tablosuna geçmek istiyorum. Politikanın içerdiği ve cesaretlendirdiği sapkın cinselliğe değinmek istiyorum. Deleuze ve Guattari’nin politik açıdan cinselliğe yaklaşımını, aynı şekilde Foucault’nun bu ikisinin Anti-Ödipus’una yazdığı önsözde belirttikleri gibi yalnızca Hitler ve Mussolini rejimlerindeki gibi tarihsel faşizmin değil, her gün içimizde varolan ve davranışlarımıza bulaşmış faşizm sorunsalı konusunda geçmişte bazen abartılar bulduğumu itiraf etmeliyim. İtiraf etmenin yanısıra, bu konuya gereken önemi vermediğimi belirterek yanıldığımı da kabul etmeliyim. Hatta, rejimlerin uyguladığı faşist diktatörlükler ile bireylerde bunun kök salmasının bağının ne kadar güçlü olduğunu anlamış olduğumu da ifade etmeliyim.
Politikanın cinselliği hakkında şöyle bir tanımlama yapılabilir diye düşünüyorum:
- Bir sistem, tecavüz, agresif cinsellik, gasp, hırsızlık ve bunların en iyi sergilenebildiği (arkalarına gizlenilebildiği) vatanseverlik, kahramanlık, ganimet hakkı gibi değerler üzerinden zaptetme şeklinde örgütleniyor.
- Sermaye birikimi dahi yüzyıllardır bu şekilde yapılıyor demek abartılı olmaz diye düşünüyorum. Hatta imparatorluk ve ulus-devletlerin politikalarında bu cinsellik temelli politikaların, ganimetin, talanın, köleleştirmenin büyük bir ekonomik kaynak olduğu gibi bir gerçeklik çıkıyor karşımıza. Milli denilen sermayenin diğer ulusların varlıklarından kotarılması gibi örnekler de sıkça mevcut.
- Dikta, faşist rejim vs. bu yüzden cinselliği eril ve saldırgan bir biçimde pompalayan bir iktidara sahiptir. Sistemin lejyonerlerinin sapkın ve kendinden utanmayan utanılasılar olmasının da bununla doğrudan ve bu yüzden bağlantısı vardır.
Tam da bu yüzden denilebilir ki, cinsel sapkınlık işte bu anlamda politiktir. Çünkü bizzat onu üreten ve dağıtan ilgili rejim tarafından politika temelli ve yaygın bir şekilde pompalanmaktadır, ta ki hemen her bireyin dokusuna işlesin. Tabi, birey derken erilleri kastetmek lazım; kadının bireyliği bu erillere uymaktan geçiyor bu anlayış kapsamında!
İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmasına karşı çıkışları bundandır örneğin. Eril cinsellik ve cinsel sapkınlık içeren tüm üretim ve dağıtım kanallarına ket vuracaktır sözleşme. Günlük hayatından her alanında, her gündelik davranışta bu eril hem de sapkın söylem öne çıkmaktadır. Mesela birisine karşı bir zafer(!) elde edildiğinde ‘anasını s…m’ denir. Kavgaya tutuşacaklar önce birbirlerine ‘o… çocuğu’, ‘p.şt’, ‘i.ne’ vs. diyerek küfrederler. Aşağılayıcı konuşmalarda başka ulusların spermlerinden örnekler verilir ‘Ermeni dölü’ vs gibi. Bu küfürler, bu sapkın cinselliğin açık dışavurumlarıdır. ‘Küfür kötüdür’ ötesi bir şeydir bu; küfürlerdeki cinsel sapkın tavrın doğası kadar nedenlerini de ortaya koymak gerekiyor her şeyden önce. Mevcut küfür kültürümüz(!) ve dağarcığımız bu sapkın egemen eril anlayışa dair çok değerli bir hazineye(!) sahiptir.
Buraya kadar olanı toparladığımızda, yaygın bir eril ve sapkın cinselliğin bizzat politikadan kaynaklandığını, toplumun mevcut dilinde de buna ait birçok yerleşik söylem olduğunu, buradan da yola çıkarak politikanın kendisinin bu cinsel anlayış ve söylemi bizzat üretip dağıttığını belirtebilirim.
Peki, bu kadar ayrımcılık, ötekileştirme, sapkınlık, ırkçı önyargı ve ırkçılığa karşı tepkisellik ötesinde ana eksen ne olmalıdır? Bu konuda Yeni Yaşam’da eğer uygun görülürse demokratik ulus, belediyecilik ve demokratik anayasa konularını kapsayan bir mini yazı-serisi ayrıca yayınlayacağım. Temel eksen anlamında; demokratik anayasa, demokratik ulus temelinde talep edilmeli ve her zamankinden daha güçlü bir biçimde dile getirilmeli ve bu anlamda baskı grupları oluşturulmalıdır.
Demokratik ulus, ulusların bir arada yaşayabileceği değerleri etnisite temelli, üst kimlik(?) olarak tanımlanan milli kimlik, ırkçılık, bu ırkçılığın yapıtaşı olan ulus-devlet otoritesi olarak tanımlamaz; aksine, bunları reddeder. Katılımcılık, demokratik cumhuriyet, anayasal eşitlik ve güçlendirilmiş yerel yönetimler üzerinden; hem eşit vatandaşlık hem de tabandan tavana uzanan, ayrımcılığa karşı demokratik bir düzen önerir. Toplulukların, ulusların kendi ananelerini, dillerini, üretim ilişkilerini kendi iradeleri ile geliştirecekleri bir yapı önerir. Bu yerel yapıların birbirleri ile konfederal biçimde dayanışmalarının önünü açar; toplumu hem ekonomik, hem kültürel hem de politik cenderelerden arındırır ve özgürlüğün ekolojik ve sosyolojik yapılarını yeniden tanımlar ve bunları zenginleştirir. HES’lerin doğayı tahrip etmesine karşı durur; binlerce yıllık kadim coğrafyanın rant için yok edilmesine set çeker. Demokratik ulus, bir coğrafyada barışın, işbirliğinin, toplulukların kendi sorunlarını kendilerinin tanımlaması ve çözmesinin anahtarıdır. Güçlendirilmiş parlamenter sisteme karşı çıkmanın, İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmaması için şiddeti öven ya da özendiren her türlü şoven, ayrımcı anlayışın panzehiri niteliğindedir. Bu ulusun inşası için de öncelikle demokratik bir anayasaya ihtiyaç vardır.
Politikanın sapkın cinselliği ve kanser hücresi gibi içimize işlemiş sapkın değerleri nasıl bize sapkın rejimler verdiyse, bunlardan el ele kurtulmanın yolu da içimize panzehiri verecek olan katılımcı, cinsiyet ve her türlü ayrımcılıktan beri, eşitlik temelli demokratik bir anayasadır. Bu anayasayı ve demokratik ulusu inşa etmek belki zordur ama bir o kadar da mümkündür; despotizme karşı direnenler bu başarının mümkün olduğunu göstermişlerdir, göstermektedirler. Başarıldığında ise zindanlardan tarlalara iklimin değişmesi kaçınılmazdır.
Sevgi, selam, saygı ile…