Figüratif bir sembol olarak “Kapı aralığından bir bakış” başlığını seçmemdeki amaç mecazi olmaktan ziyade sosyo-politik olarak toplumsal realiteye bir gönderme isteğidir. Çünkü Ortadoğululuk gerçekliği olgusal hakikatler yerine mecaz ve yanılsamalara bakmaya daha yatkındır ve yüzleşmekten kaçma özelliğine sahiptir. Amin Maalouf’un çok şeffaf bir biçimde dediği gibi “her şeye üzülen ama hiçbir şeyle ilgilenmeyen insandır” Ortadoğu insanı. O nedenle bu insan tipolojisi önünde duran dünyaya hep derin bir üzüntüyle bakar ama aktif özne yükleminden de hep sakınır. Dolayısıyla toplumsal olgulara yakın plandan bakmak, tutum almak ve kendi üzerine düşünmek yerine hep bir kapı aralığından bakar dünyanın tekinsiz haline.
Ortadoğu toplumlarının birçoğunda olduğu gibi Türkiye toplumunda da meselelere kapı aralığından bakma alışkanlığı bir hayli yüksektir. Çoklu nedenlere bağlı olarak gelişen bu “bakma biçimi” genellikle hakikatle yüzleşmeme üzerine kurulu bir tavır olsa da bu durumun özünde yanılsamayla ilgili bir mefhum olduğunu belirtebilirim. Söz konusu yanılsama, toplum bireylerinin kendi rızalarıyla başvurdukları bir tercih değil, genellikle gerçek dünyayı bir süreliğine unutturmaya çalışan ideolojik aygıtlar üzerinden inşa edilmiş bir doktrindir. Bu ve buna benzer aygıtlar dış dünyadaki olguların olduklarından daha farklı veya yanlış görülmelerini ve algılanmalarına sebep olur.
Onun için olay ve olgulara genellikle dar bir kapı aralığından bakar ve açının bütününün önemi zamanla sıradanlaşır. Bu nedenle genellikle önemsiz olan meselelerle çok önemliymiş gibi ilgilenilir, önemli olan meseleler ise önemsiz muamelesi görür. Başka bir deyişle politik olan apolitik bir biçime evrilir, apolitik olan ise politik olana ve hatta “sosyal ve kültürel sermayeye” dönüşür. Oysa sosyal ve kültürel sermayenin toplumsal gelişimindeki önemi ve etkinliğine bakıldığında sosyolojik olarak ne denli önemli bir yere sahip olduğunu, Marx’tan Bourdieu’ya kadar birçok düşünürün ekonomik ve sosyal sorunların çözümü bağlamında ele alındığını görürüz. Genel çerçevesiyle bu kavram, kültür ve iletişim ağlarının sınıfsal bağlamda bütünlük arz etmesiyle bir sorgulama stratejisine dönüşebilir. Diğer bir ifadeyle, sosyal ilişkiler kurma ve yeniden üretmeyi amaç edinen ilişkiler ağını, bireysel veya kolektif, bilinçli veya bilinçsiz kurtuluş stratejilerinin ürünü olarak görmek gerekir. Nihai kertede sosyal sermayenin yeniden üretimi ancak bütünü görme çabasıyla sağlanabilir.
Bugün olup bitenlere her ne kadar kapı aralığından bir gözle baksak da, toplumda yeni bir bakma ve sorgulama kültürü oluşmaktadır. Bu mefhum öncelikle iktisadi, siyasi ve sosyal olmak üzere üç boyutta anlaşılmaktadır. Toplumsal zeminin tamamını kapsayan bu üç toplumsal olgu, özellikle yapısal sorunların artçı sarsıntıları olarak ortaya çıkmaktadır. Onun için bu olguların toplumsal sorunlara çarpan etki önümüzdeki dönemde salt ekonomik ve politik olarak değil aynı zamanda sosyo-politik açıdan da belirginleşecektir. Dolayısıyla devlet mekanizmasında eş güdümlülük doktrininin öncelik kazandığı, daha açık bir ifadeyle “tekçi” bir yapının inşa edildiği bir Türkiye’nin giderek daha da otoriterleşeceği sonucu ortaya çıkarken, buna karşı önemli yeni bir politik akım belirecektir.
Giderek muhafazakârlaşan devlet, işlevsizleşen Meclis ve radikalleşen hükümetin şekillendirdiği siyasi konjonktürde, Türkiye’de devlet-millet ilişkisinin gelişimi haliyle ırksal öğelere evirildikçe yeni bir değerler merkezine ihtiyaç duyulacaktır. Onun için rejim bugün hem içeride hem de dışarıda imgesel bütünlük üzerinde geliştirdiği düşman alegorisine karşı diktatöryal bir yönetimi kurumsallaştırmaya çalışmaktadır. Politik ifadesini Kürt düşmanlığı üzerinden bulan bu eğilim, Türkiye’de devlet-millet bütünleşmesinin önündeki fay hatlarını daha çok gerecek ve sivil toplumun tamamını daha da zayıflatacaktır.
Özellikle 2010’dan itibaren baskın ve belirleyici olan toplumsal dinamiklerin neoliberal politikalarla biçimlenen ve dozu giderek artan kapitalistleşme süreci ve bunun bir sonucu olan iç göç ve çarpık kentleşme süreçleri ve iç buhran hali bunu daha görünür bir noktaya getirmiştir. Bununla bağlantılı olarak yoksulluğun yeni bir mekânsal yoğunlaşma yaşadığını ve yeni kentsel yoksulluk olarak tamamlanacak bir biçime büründüğünü sosyolojik olarak sınıflandırabiliriz. Ek olarak, kentleşme sorunlarının, toplumsal, ekonomik ve kültürel çevre değişikliklerinin küresel çapta yeni tip antagonizmalar ortaya çıkardığını gözlemliyoruz. Modernitenin radikalleşmesi, bir başka deyişle küresel bir hale evirilmesi artık modernitenin sorunlarının sadece Batı’yı değil, aynı zamanda dünyanın öbür coğrafyalarındaki insanları da yakından ilgilendirdiğini ortaya koymaktadır. Bunun en canlı örneği, finans sektöründe görülen etkilenmelerin toplumsal olaylarda da hissedilmesidir. Lakin bugün Ortadoğu coğrafyasında cereyan eden çatışma ve savaşlar bunu en bariz örneğini teşkil etmektedir.
Bu durumu salt sosyo-mekânsal bir olgu olarak değil, onun yanında hem mekânsal hem de sosyo-politik (çevresel) olguların genel bir parçası olarak algılamak gerekir. Dolayısıyla sosyolojik olarak bu tür çevresel (interaksiyon) bakma biçimleri sınıf, cinsiyet, iktisat, kültür ve politik eylem planının sentezini oluşturan göstergeler olarak ortaya çıkar. Günümüz insanının modernleşme sürecinin apolitik bir döneminde Kürt modern hareketi yakın tarihin en önemli sosyal olgulardan biri olan politik bakma bilincini inşa etmiştir. Türkiye koşullarında hem yeni bir sosyal mekânsal aidiyeti ve ona bağlı sınıf bilinci hem de merkezi hegemonik projeye eklemlenmeyen yeni bir politik düşünme kültürünü yaratmıştır. Dolayısıyla bu kültürün bir sonucu olarak meselelere salt kapı aralıklarından bakarak değil tamamen bir pencere kadrajında ve onun tamamını gören bir açıdan bakmaktadır. Onun için dünyada neoliberal dönüşümler çerçevesinde şekillenen toplumsal alanların büyük bir kısmına eleştirel bir saikle bakmaktadır.
Buradan hareketle Kürt kitlesinin ezici çoğunluğu, Türk-İslam sentezinin yeni bir türevi olan Türk tipi yeni rejim inşasını neoliberal söylemin hegemonikleşmesi olarak görmektedir. Kuşkusuz bugün Türkiye’de, gerek bölgesel ölçekte, gerekse ulusal ve siyasal alanda yaşanan çokluk krizi süreçleri ve toplumsal anomi nöbetleri neoliberal doktrinin oluşturduğu apolitik sürecin bir sonucudur. Bugün ırkçı-dinci ittifakın kurduğu hegemonya tam da bu sosyoloji üzerine oturtulmuştur. Kapı aralığından bakmak; Türkiye sosyolojisinde rutin ve makul hale gelmiş yahut getirilmiş, mevcut çarkın işleyişine halel getirmeyen bir bakma biçimine dönüştürülmüş olabilir. Lakin bakma biçimlerinin bir “görme biçimi” yarattığı ve bu görme biçiminin de toplumların mevcut düşünsel standartlarını şekillendirerek bir sermaye yarattığı hakikatini göz önüne aldığımızda, bu durumun bir sonucu olarak önümüze ve muhtemel geleceğe bir projeksiyon tutmak mümkün. Kapı aralığından bakma biçiminin bir norm haline dönüştüğü toplumların çürüme, yozlaşma, kaos ve çöküş süreçleri yaşadığı tarihin bize bıraktığı ibret defterinin ilk sayfalarında yer almaktadır. Uzun bir süredir içinde bulunduğumuz koşulların tamamı bu kaosun bir dışavurumu olarak mevcut ırkçı-dinci ittifakın hegemonyasına girmiş, sivil toplum dahil bütün sosyo-politik alanlar sistem dışı aktörlere kapatılmıştır. Halihazırda, modern Kürt siyasi hareketinin dışında buna karşı direnen, yeni model önermeler yapan ve varlık gösteren çok az bir toplumsal kesim kalmıştır. Politik liderlerin de topluma öncülük etme kapasitelerini yitirdiği bir dönemde radikal demokrasi ve üçüncü yol gibi sentezlerle politik özneye dönüşen Kürt modern hareketinin sosyo-politik kadrajı büyüterek yeni toplumsal manzaraları elde edeceği kuvvetle muhtemeldir.