Başlıktaki cümle Türk Tabipler Birliği’ne (TTB) ait olduğu için tırnak içinde yazıldı ve tespit çok doğru. Sağlıkçılar ölüyor, sağlıkçılar hasta, yorgun, moralsiz. Sağlıkçılar tükeniyor gerçekten.
Sağlıkçıları, neredeyse dünya genelinde yalan dolanla iş yapan yöneticilerin eline düşmüş cankurtaranlarımızı, bir bir öldürüyorlar. Eskiden bazılarını bir hasta yakını döver, yaralar ya da öldürürdü; ‘münferittir der geçer, ertesi gün de unuturduk.’ Şimdiyse, sistem toptan ölümlerine ferman vermiş, bir bir öldürüyor bu olmazsa olmazlarımızı.
Kapitalizmin para hırsı, ciğerleri, ağzı burnu virüsle dolu kitleleri salmış üzerlerine, hasta ediyor, öldürüyor. Salgının ilk günlerini hatırlayalım hep beraber. Tedbirler almak yerine ‘Bizde yok’ denilen günleri.
Vardı. ‘Yok’ söylemleri yalandı. Neredeyse tüm dünya gibi bizde de vardı. Ama, ‘Aman ha duyulmasın turizm sezonu yaklaşıyor, rezervasyonlar iptal olur turist gelmez, karantina yapmamız gerekir ki hem üretim düşer hem de para dağıtmak zorunda kalırız vs’ mantığıyla vakalar en yetkili merciler tarafından gizlendi. Umre’den gelenler, Avrupa’dan, İran’dan gelenler elini sallaya sallaya yurda girdi. Binlerce hastalıklı insan dolaşmaya başladı halkın arasında.
O dönem için Çin’den sonra en fazla hastalık ve ölüm oranı olan İran kapıları çok uzun süre açık tutuldu.
İşte o günlerde, hastanelere başı ağrıyan, ishal olan, nefes darlığı yaşayan insanlar, normal hastalar gibi girip çıkmaya başladılar ki çoğu coronavirüslüydü bu insanların.
Hastanelerdeki çeşitli işlerle uğraşan memur ve işçilerin, kafelerde, yemekhanelerde çalışan emekçilerin, hasta bakıcıların, hemşirelerin, hatta doktorların dahi bir bölümünde maske yoktu. Korunma aygıtlarından yoksun bu emekçiler bir bir hasta olmaya başladılar.
Veriler, şu ana kadar yirmi yedisi doktor olmak üzere elli üç sağlık çalışanının yaşamını yitirdiğini bildiriyor. En son Urfa’da yaşamını yitiren Dr. Abdurrahman Demir’in bu rakamlara dahil olup olmadığını bilmiyorum. Sadece bölgedeki iki şehirde binden fazlasının da hastalık kaptığı biliniyor.
Yaşamını yitirenler ve hastalık kapanlar bir yana, kalanların çektiklerine baktıkça tüyleri diken diken oluyor insanın.
Sosyal medyada resimleri yayılan doktorların kan ter içinde yerlerde, kafası ellerinin arasında çaresiz oturup ‘kurtaramadığı’ hastası için ağladığı, günler, haftalar, aylardır evlerine giderek bir gün olsun insan gibi dinlenemediği, hasta ederim korkusuyla ailesinden, eşinden, çocuklarından hatta komşularından uzak durduğu, otellere kabul edilmediği gerçeği yıllarca dramatik filmlerin konusu olacak gibi…
Ancak sabrı tükenen ve patlamaya başlayanlar da olmaya başladı içlerinden, çok doğal olarak.
AKP-MHP koalisyon hükümetinin vurdumduymazlığı, her şeyi halkın ve sağlık emekçilerinin sırtına yüklediği, bayramları, düğünleri, taziye ve toplu namazları, binlerce emekçinin hiçbir koruma faktörü olmadan kapalı alanlarda çalışmaya zorlandığı ve virüsün çok hızlı bir şekilde yayıldığı dönemde; sırf hava atmak, komplekslerini tatmin etmek adına amerika- ingiltere – ispanya gibi ülkelere dahi malzeme yollarken bizim emekçileri kendilerini koruma gereçlerinden mahrum bıraktığı, birçok sağlık emekçisinin ikinci bir koruyucu kıyafet bulamadığı, bunca emeğe rağmen (çoğunun öyle bir talebi yok) ekonomik anlamda hiçbir iyileştirme yapmadığı, ölen ölür, kalan sağlar bizimdir mantığının çok net olarak hissedildiği döneme geldi bu patlamalar.
14 Ağustos Cuma günü yayınlanan TTB değerlendirmesinden bir paragrafta şöyle deniyor:
‘Kamuoyuna da ‘kapalı sistem çalışma’ olarak yansıyan Dardenel ve vaka sayısının çok arttığı gizlenemeyen Vestel başta olmak üzere fabrikalara, atölyelere, şantiyelere, organize sanayi bölgelerine de denetimlerin uğraması yerinde olacaktır. Denetimlerin işçilerin çalışma koşulları, yeterli KKD (maske vb) verilip verilmediği, işverenlerin işçi servislerini tıka basa doldurarak ve hiçbir önlem almadan hareket ettirip ettirmediğini de kapsaması yaşamsaldır. Denetimlerin zamanında ve bilimsel öneriler ışığında yapılması da önemlidir. Bütün denetimlerde öncelikle merkezi otoritenin görevlerini/sorumluluklarını yapıp yapmadığı, takiben kurumlar ve kişiler gelmelidir.”
Sorumsuzluk, ihanet hat safhaya varmışken, gerçekler halktan gizlenmeye devam ediliyor ve halk rehavete sürükleniyorken; istifa etmeye, çalışma süresini tamamlamış olanlar da emeklilik için başvurmaya başladılar haklı olarak. Dönüp yapılanlara bakıldığında, uğradıkları haksızlıklar gözlendiğinde ‘Yapmayın’ demek mümkün mü? Kalın ve ölün demek mümkün mü?
**
Sağlık emekçilerimiz bu durumdayken, iktidar halka da benzer bir şey sunuyor: aynen cebinde beş parası olmayan insana ‘yemeğini ye aç kalma’ der gibi ‘koru kendini, hasta olma’ diyor. Mesafeni koru, maskeni tak diyor ama yüzlerce insanı aynı fabrikada işe yolluyor, dolmuş ve otobüslere tıklım tıklım insan dolduruyor. Devleti yöneten AKP başkanı 350 bin insanla birlikte kiliseyi camiiye çevirip namaz kılıyor.
Saraya giriş çıkış yapan 45 bin kişi üç günde bir, bir AKP milletvekili aynı ay içinde sekiz kez test yaptırırken, halk ancak hastane kapılarına düştüğünde test yapma şansı buluyor.
Başta sağlık emekçileri olmak üzere, evine gönderilerek ölüme terk edilen herkesin dava açma, sistemi, uygulamaları ve haksızlıkları mahkemelere taşıma hakları var. Söylenecek çok şey var aslında ama şimdilik bu kadarıyla yetinip, yazıyı, ne yapılması gerektiğini anlatan Türk Tabipler Birliği 5. ay değerlendirmesinden bir paragrafla bitirelim: “Düzenli geliri olmayanların, günlük kazanabilenlerin, yoksulların günlük zorunlu gereksinimlerinin karşılanmasının mümkün olmadığı koşullar değiştirilmeden; toplum hareketliliğinin kısıtlanması başta olmak üzere tek başına salgına karşı alınması gereken önlemleri tartışmak yeterli değildir. Bugün yapılması gereken kamusal bir sağlık sisteminin gerekliliğini akıldan çıkarmadan; işçilerin, işsizlerin, yoksulların yaşamlarının ve sağlıklarının olumsuz etkilenmesini engelleyecek desteklerin (ücretli izin, işsizlik ödeneğinin kapsamının genişletilmesi ve tutarının artırılması, önümüzdeki aylar boyunca ücretsiz su-ısınma-elektrik verilmesi vb) ivedi olarak sağlanmasıdır. Türkiye’nin kaynakları bu destekler için yeterlidir.”