Osmanlı’nın devşirmeciliği Türkiye Cumhuriyeti’nde asimilasyon olarak vücut bulmuştur. DAİŞ; Êzidî kadınlarını cariye gibi alıp satarken, çocuklarını da devşirmekte, büyütüp kendi için savaştırmayı hedeflemekteydi. Aynen Osmanlı’nın talan ettiği Hristiyan topraklarında çocukları alıp başta Yeniçeri Ocağı olmak üzere birçok kurumda devşirip hizmetine alması gibi. Beyni yıkanıp sistemin hizmetine sunulduktan sonra köle ruhlular sadrazamlığa kadar yükselebilmekte, önemli komuta kademelerinde yer alabilmekteydiler.
Cumhuriyet döneminde devşirme kavramı kullanılmadı ama pratikte yürürlükteydi. Asimilasyon politikaları tarzında tezahür eden bu politika Şeyh Sait direnişinin bastırılmasından sonra aleni ve aralıksız olarak sürdürülmektedir. Birkaç örnek verelim.
TBMM Başkanı Abdülhalik Renda, 1925 tarihli Doğu Raporu’nda, “Türkçeyi hakim dil haline getirmek gerekir. Fırat’ın batısındaki vilayetlerin bir kısmında dağınık vaziyetle yerleşmiş olan Kürtler Türk yapılmalı.”
1930’da Başvekil İsmet Paşa: “Bu ülkede sadece Türk ulusu ırksal (kimliksel) haklar talep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur.”
1931’de Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, hükümete verdiği raporda “Kürtlük Türk toplumu içinde eritilmelidir. Yüksek memurlara koloni (sömürge) yönetimlerindeki yetkiler verilmeli ve Kürt kökenli memurlar tümüyle bölgeden çıkarılmalıdır. Dersimli, okşamakla kazanılmaz…”
1940 tarihli CHP raporunda: “Kürt meselesi Türkiye’nin en mühim meselesidir. Kürtler Türkleştirilmelidir. Asimilasyonun ilk şartı dil öğretmektir…” Bu kadar zaman geçmesine rağmen CHP’nin programında bir değişimi hâlâ gözlemleyemiyoruz.
1961 yılında, 27 Mayıs darbesini yapan cunta, hükümete verdiği raporda “Kendilerini Kürt sananların kökenlerinin Türk olduğu ispatlanarak yayımlanmalıdır. Bölgede asimilasyon politikalarına hız verilmelidir…”
1961 yılında, 27 Mayıs darbesinin lideri Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel, Diyarbakır’da “Bu memlekette Kürt yoktur, Kürt’üm diyenin yüzüne tükürürüm” der.
1981 yılında MİT görevlisi, Dışişleri Bakanlığı’na yeni girmiş diplomatlara meslek içi eğitim verilirken: “Kürt diye bir şey yoktur. Dağda yürürken kart kurt sesi çıkaran, dağlarda yaşayan göçebe Türklerdir bunlar. Kürtçe diye bir lisan dil yoktur…”
1984 yılı 15 Ağustos’unda başlayan direnişin 90’lı yıllarda yükselmesi Türk yetkililerini daha farklı tonda söylemlere itse de özünde bir değişim olmayacaktır. Mesela 1990 yılında, Süleyman Demirel bir söyleşide, “Atatürk milliyetçiliğinin şoven bir yanı yok değildir. Biraz yer yer ırkçılık da kokar. ‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ lafı biraz da yoruma bağlıdır. Aslında Türk’ü esas sayar.”
2005 yılında Başbakan Erdoğan, Amed mitinginde “Devlet geçmişte yanlış yapmıştır. Kürt sorunu vardır. Kürt sorunu benim sorunumdur…” derken, 2007 yılında Rusya gezisi sırasında, Kürt sorununa ilişkin sorulan soruya “Düşünmezsen Kürt sorunu yoktur” diyerek Mahmut Esad Bozkurt, İsmet İnönü, Kazım Karabekir, Celal Bayar vd. klasik devlet söylemlerine dönmüştür.
Neredeyse yüz yıldır aynı söylem tekrar ediliyorsa, Einstein’ın “her zaman aynı deneyi yapıp farklı sonuç beklemek aptallıktır” söylemini Türk devletinin kurmay aklına hatırlatmakta fayda var ki Kürtler bu sistem için bir batağa dönüşmüştür.
Hakeza Michael Hecter’in İnternal Colonialism isimli çalışmasında da belirttiği gibi eğer kapsamlı bir biçimde Britanya adasında yaşanan tarihi inceleselerdi, devletin kurmay aklının bu kadar debelenmesine gerek kalmayacaktı. İrlanda, Galler, İskoçlar… hepsi asimilasyon çarkından geçtiler. Dillerini kaybettiler ama siyasal bilinçlerini geliştirdiler ve hepsi bir biçimde bağımsızlık, federal veya özerk olarak varlıklarını garanti altına aldılar.
Evet, devlet biz Kürtleri asimilasyonla, eğitimle, mevkiyle, makamla, parayla ıslah edip içinde eritmeyi hedefledi. Ama “Biz de tam da sizin mecbur kıldığınız bu dilinizle size isyan ediyor; sizi, projenizi çökertiyoruz” diyebiliriz. Pir Seyid Rıza’dan ilham alarak diyorum ki,
“Siz dilimizi elinizden aldınız, bu bize dert olsun
Biz sizin dilinizde de size itaat etmedik. Bu da size dert olsun.”
Aksine isyan ettik, öğrendik ve dilimizi dilinizle, kültürünüzle karşılaştırarak ne kadar köklü ve güçlü bir dile sahip olduğumuzu da öğrendik.
Şunu çok iyi bilin ki 50 milyon Kürdün 50 bini dilini kullanıyorsa dahi 50 milyonu da kendi dilinde konuşmaya yöneltebilir, İskoç, Bask, Kosta Rika örneklerinde olduğu gibi. Hele dijital çağın nimetlerini de okumuş gelişmiş kuşaklar ve uyanmış, örgütlenmiş zihni güç de söz konusu iken. Daha da ötesi örgütlenebilme yeteneği ve öz savunmasını geliştirmiş bir toplumla uzlaşılmaz ise baş etmenin de mümkün olmadığını gösteren binlerce tarihi delil varken.
Derin veya açık devlet güçleriyle Türkiye’nin kurmay aklı kendini formatlayıp bu yüzyıllık kördüğümden vazgeçmediği sürece bu kafayla zerre-i miskal başarılı olamayacaktır. Tam tersine katilin suçluluğu, çürümüşlüğü ve çaresizliğinin kurbanı bir devlet ve sistemin kendisi zaten mevtadır.