Fötr şapkası, biçimli yüzü ile uyumlu kemikli gözlükleri, yelekli takım elbisesi ve elindeki bastonu ile tanımayanın Avrupalı bir aristokrat zannettiği Fehmiyê Bilal’in fikir dünyası, çağının orta doğusunun en parlak düşüncelerini besliyordu. Hem medrese eğitimi almış hem de rüştiyeyi okumuş Fehmiyê Bilal; Kürtçe dışında Türkçe, Arapça, Farsça, Fransızca ve İngilizce biliyor. Haritaların yeniden şekillendiği, halkların kaderlerini tayin ettiği 20. yüzyılın ilk çeyreğinde, kavganın tam ortasında yer alıyor; savaşlar, sürgünler yaşıyor, ölümlerden dönüyor.
Sadece bir eylem adamı değildir Fehmiyê Bilal, iyi bir okuyucu ve araştırmacıdır, kalemi de güçlüdür. Fransızcadan Kürtçeye çeviriler yapıyor, öyküler ve şiirler yazıyor. Ne yazık ki yaşadığı onca badireden sonra, yazdığı onca eserden sadece “Giliyê Daran” (ağaçların serzenişi) şiiri günümüze kalıyor.
Yaşlı meşe ağacının, baltaya ricasını konu alan şiir, Kürdün makus kaderinin özeti gibidir. “Benden umut dilemen yanlış/ cevherimde insaf yok/ ve gücümü senden alıyorum/ senin elinle başını kesiyorum/ bana verdiğin sapım olmasa/ ha ben ha bu taş.” der balta ve Fehmiyê Bilal “Bazı haramzadeler ve nankörler oldukça/ Kürt düşmanlarının yardakçısı ve yardımcısı oldukça/ Hep çaresiz ve gariban, boyunduruk altında olacaklar.” diye bitiriyor.
Bu dizelerin şairine sorulduğunda, hiç kaygısız “Ben komünistim” diyebiliyor ve durum böyle olunca, Şeyh Said ile Fehmiyê Bilal’in dostluğuna Şeyh’in bazı müritleri anlam vermekte zorluk çekiyor. Ama Şeyh, Fehmiyê Bilal’deki meziyeti çok iyi okuyor. Yakınında tutuyor, danışıyor, dediklerine değer biçiyor.
Sovyetler Birliği, Bolşevik devrimiyle birlikte Kürt illerinden askerlerini çekince, Şeyh Said bunu Kürdistan hayalinin yaşam bulabileceği bir fırsat olarak görüyor. Ortak bir şeyler yapmak üzere Fehmiyê Bilal’i İstanbul’a Seyid Abdülkadir’in yanına gönderiyor lakin Seyid Abdülkadir aynı kanıda olmadığından Şeyh’in hayali o gün için bir plana dönüşmüyor. Birkaç yıl sonra Cibranlı Halit Bey’in önderliğinde Azadi hareketi kurulduğunda Şeyh Said ve Fehmiyê Bilal de hareket içinde yer alıyor.
Kürtler arasındaki sorunları çözüp, güçlerini Azadi hareketine katmak için Cibranlı Halit Bey ve Şeyh Said, Fehmiyê Bilal’i Xormekan, Şadiyan, Çarekan ve Lolan aşiretlerine gönderiyorlar lakin çabaları sonuç vermiyor, Kürdün birbirine yeten gücü, birliğe dönüşmüyor.
1924 yılının sonbaharında Yusuf Ziya Bey ve Cibranlı Halit Bey tutuklanıp, bir süre sonra Şeyh Said hakkında da tutuklama kararı çıkınca, Şeyh dava arkadaşları ile sürece dair fikir teatisi yapmak üzere Diyarbakır’a doğru yola çıkıyor. Lakin geçtiği her yerde kendisine katılımlar olunca, birlikte yol aldığı kitle hayli kalabalıklaşıyor. Beklediğinden farklı cereyan eden bu durum karşısında Şeyh, o günlerde Lice’de ikamet eden Fehmiyê Bilal’e, Dr. Fuat’a ulaştırması için bir mektup gönderiyor.
Dr. Fuat, beraberindeki kitleyi dağıtmasını ve bahara değin Siwan bölgesindeki dağ köylerinde saklanmasını tembihliyor. Şeyh denileni yapıyor, yanındakileri dağıtıyor ama dönüş yolu da çok farklı olmuyor. Piran’da kardeşi Şeyh Abdurrahim’e misafirken, askerlerin planlı provokasyonu sonucu ölümler yaşanıyor ve bir anda olaylar büyüyüp, isyan ateşi yayılıyor. Şeyh tekrar yüzünü Diyarbakır’a çevirince Fehmiyê Bilal’e ikinci bir mektup yazıp durumu aktarıyor ve kendisine bir an önce ulaşmasını tembihliyor.
7 Mart’ta Diyarbakır kuşatmaya alınıyor. Kuşatmanın 4. günü Mardin kapısından şehre giriş yapan bir grup savaşçı, yaşanan çatışmalar sonucunda kayıplar verip, geri çekiliyor. Birkaç gün içinde devlet toparlanıp Mardin’den ek kuvvet gönderdiğinde, ağır silahlarla büyük kayıplar veren Kürt savaşçılar çekiliyor, dağılıyor.
Fehmiyê Bilal, Şeyh Said’e Suriye’ye geçmeyi öneriyor. Önerisine sıcak bakmayan Şeyh yönünü doğuya çeviriyor, hesapta İran’a geçmeyi planlıyor. Lakin bir ihanet sonucu yakalanıyor. Fehmiyê Bilal ise önce Suriye’ye oradan da Irak’a geçiyor.
1927 yılında çalışmalarında yer aldığı Xoybun’dan fikir ayrılığından kopuyor. Bir yıl sonra af çıktığında, oralarda yapamadığından ülkeye dönüyor. Sürgün edildiği Isparta’dan 14 yıl sonra ancak Diyarbakır’a dönüyor.
Kendisine büyük değer veren Faik Bucak ve arkadaşlarına 1965 yılında PDK’yi kurmalarını öneriyor. Bir yıl sonra genel sekreter Faik Bucak bir kontra saldırıda öldürülünce en büyük acıyı 80 yaşındaki Fehmiyê Bilal yaşıyor. Bir gece kederden vücudu çekiliyor. Ele ayağa düşmemek için ölmeyi seçiyor ve yatağı yorganı ateşe veriyor. Ağır yaralanıyor, üç ay kadar hastanede kalıyor. Taburcu olduğunda oğlu, Lice’ye götürüyor. En büyük dermanı Erivan Radyosu’nun yayınlarıdır, acılarını dindiren morfin gibidir stranlar.
1967 yılında Lice’de vefat etmeden kısa bir süre önce “Defnettikten üç gün sonra mezar yerimi düzleştirin. Kimseler yattığım yeri bilmesin yoksa çıkarıp götürürler ya da başımı keserler.” diye vasiyet ettiğinden mezar yeri bilinmiyor. Gördüğü trajedilerin travması gibi anlaşılsa da ölümünden birkaç gün sonra jandarma gelip onu sorduğunda aile, kendisinden habersiz olduklarını söylerler. Ve Liceli Fehmiyê Bilal, Lice’nin kalbinde yatmaya devam ediyor.