Erken seçim ihtimalinin sıkça dillendirilmeye başlandığı şu günlerde, iktidar ve sistem içi muhalefet partileri Kürtlere ‘şirin’ gözükmeye çalışıyor. Ancak başta Kürtçe’nin kullanımı olmak üzere Kürtlerin temel taleplerine karşı ise üç maymunu oynuyorlar
Elif Aydoğmuş
İktidar ve CHP, İYİ Parti, DEVA, Gelecek Partisi gibi muhalefet partileri her köşeye sıkıştığında Kürtlerin oylarından medet umarken, Kürtçeye yönelik baskı, engelleme, asimilasyon politikaları hız kesmeden devam ediyor. Cumhuriyet tarihi boyunca iktidara gelen her parti, okullardaki eğitim diliyle başlattığı asimilasyon politikalarını 90’larda Kürtlerin evlerinin önlerine diktikleri askerlerle sürdürdü. Peki, 2020 yılı Türkiye’sinde durum değişti mi? Değişmesi bir yana Kürtçenin daha fazla unutturulmaya çalışıldığı dönemleri yaşıyoruz. AKP iktidarı döneminde asimilasyonun yöntemini değiştirerek “benim istediğim ölçüde Kürtçe öğrenebilir yahut konuşabilirsiniz” mantığıyla önce TRT 6’yı (TRT Şeş) açtı, ardından Kürtçeyi seçmeli ders yaptı ve sonra ise kimi üniversitelerde Kürt dili ve edebiyatı bölümlerini açtı.
Tek tek hedef aldı
Önce Kürtçeye yönelik bu adımları atan iktidar, 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından Kürtçe gazeteden (Azadiya Welat) tutun da Kürtçe okullara kadar tüm kurumları kapatmasının altında da “benim istediğim ölçüde dilini konuşabilirsin” mantığından başka bir şey olmadığı anlaşılıyor.
Kürt düşmanlığını körüklüyor
Özellikle 2016’da Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) ve 2019’dan sonra HDP’li belediyelere atanan kayyumlarla Kürtlerin iradesine yönelik saldırıların yanında Kürtçeyi unutturma politikası da hızlandırıldı. Kürtlerin çok dilli belediyelerine atanan kayyumlar işe Kürtçe tabelaları kaldırmak, Kürtçe isimleri sildirmek, Kürtçe ders veren okul ve kurumları kapatmak ile başladı. Devlet Kürtçeyi unutturma, konuşturmama politikalarını kayyumlar eliyle tek tek böyle hayata geçirirken toplumun kimi kesimlerinde Kürtçeye yönelik düşmanlığı da körükledi.
Devletten sokağa inen linç!
Sakarya’da Şirin Tosun adlı yurttaş Kürtçe konuştuğu için linç edildi. Ankara Etimesgut’ta Kürtçe müzik dinlediği için Barış Çakan adlı 20 yaşındaki genç öldürüldü. Yine Ağrı’da askerlik yaparken Kürtçe konuşan Fikret Aydemir, ırkçı askerler tarafından darp edildi, hastanede uzun süre tedavi görmek zorunda kaldı.
Yasaklama üzerine yasaklama
Sokaktaki ırkçı saldırı örnekleri uzayıp giderken, 6 Ağustos’ta Cizre’de yeni açılan bir alışveriş merkezindeki işletme sahipleri mağaza çalışanlarına Kürtçe konuşmalarını yasakladığı haberleri geldi.
Yine HDP’nin ulaşımda Kürtçe anons önergesine, Ulaştırma Bakanlığı 3 Ağustos’ta verdiği yanıtta, resmi dilin Türkçe olduğu yanıtını verdi.
İktidar tarafından kimi üniversitelerde açılan Kürt dili ve edebiyatı bölümlerinde Kürtçe tez yazımının yasaklanması ve ders dillerinin Türkçeleştirilmesi de başka bir skandal olarak 30 Temmuz’da karşımıza çıktı.
Yazar Selim Temo, Twitter hesabı üzerinden skandalı şu sözlerle duyurmuştu: “İşte yeni densizlik: Üniversitelerdeki Kürt dili ve edebiyatı bölümlerinde Kürt diliyle tez yazımı yasaklandı ve bütün derslerin dili Türkçe oldu. Yerli ve millî akademi böyle bir şey!”
Diğer taraftan bu bölümden mezun olanların atamalarının olmaması da Kürtçenin gelecek nesillere aktarılmasının önüne geçilmeye çalışıldığının açık göstergesi.
Tüm bu yasaklar olurken yukarıda da belirttiğimiz gibi iktidar partisi ve sistem içi muhalefet partileri, her seçim öncesi “Kürt kardeşlerim”, “Kürt sorununu çözeceğiz”, “Bizim Kürtlerle hiçbir sorunumuz yok olamaz da” söylemlerini havada uçuruyor. Son günlerin trendi yine Kürtler. Bu da erken seçimin kapıda olduğu yorumlarını güçlendiriyor.
Koltuğu kurtarma malzemesi
AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan “Kürt sorunu benim sorunum” derken, geçtiğimiz günlerde Gelecek Partisi Genel Başkanı ve sokağa çıkma yasakları döneminin başbakanı Ahmet Davutoğlu Diyarbakır’da yurttaşları “rojbaş” diyerek selamladı. Yine AKP’den ayrılarak DEVA Partisi’ni kuran partinin Genel Başkanı Ali Babacan Kürt sorununun kendilerinin en önemli çalışma alanları olduğunu söyledi. İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener “Diyarbakır baba ocağım” dedi. CHP bundan geri kalır mı? CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da partisinin 37. Olağan Kongresi’nden sonra Kürt sorununu Meclis’te çözme sözü verdi. Tüm bu söylemler “Kürtlerin kara kaşı kara gözü için değil, yaklaşan seçimdeki oyları için” yorumları yapılıyor. Öyle ya Kürtlerin yaşadığı inkâr ve asimilasyon dün başlamadı, 100 yıldır devam eden bu politika her seçimde partiler tarafından koltuğu kurtarma malzemesi haline getiriliyor.
Felsefeleri tekçilik üzerine
Kürtçeye yönelik baskı politikalarını ve Kürtler üzerinden yürütülen siyasi oyunları, dil bilimci ve yazar Zana Farqinî gazetemize değerlendirdi.
Farqinî, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesinin tekçilik üzerine kurulu olduğunu dile getirerek, “Türk etnisitesi dikkate alınarak kendi varlığını diğer halkların yokluğu üzerine inşa etme gibi bir durum söz konusu” diyor. Farqinî, bu temel politikanın konjonktüre göre değişkenlik gösterdiğini söylüyor.
Kabul etme adımı değildi
Farqinî, çözüm sürecinde iktidar tarafından atılan adımların da konjonktüre göre atıldığını hatırlatarak şunlara dikkat çekiyor: “Konjonktüre bağlı olarak birtakım gelişmelerden bahsedebiliyoruz. Nedir bunlar; dünyadaki siyasi gelişmeler, Türkiye siyasetindeki daralmalar, Kürt mücadelesinin geldiği aşama. Çözüm sürecinden önce Avrupa Birliği (AB) süreci vardı. Bu süreçte yasal düzenlemeler yapması gerekiyordu birliğe girebilmesi için. Demokratik adımlar atmaya çalışırken de radyoda Kürtçe yayınlar yapıp, TRT-6’yı, Yaşayan Diller Enstitüsü’nü açtılar. Kürtçeyi seçmeli ders yapıp kimi köylere Kürtçe adlarını geri verdiler. Ama bunlar hiçbir zaman Kürtçeyi/Kürtleri kabul edip haklarını teslim etme adımları değildi. Sadece diplomatik alanda kendini rahatlatmak anlamında atmış oldukları adımlardı.”
Sokakta Kürtçe konuşulamıyor
Farqinî, mevcut iktidarın, Diyarbakır Cezaevi’nde Kürtçe konuştu diye insanların uğradığı işkenceyi zamanında dile getirdiğini ve geçmişle hesaplaşmak istediğine dair beyanatlarının olduğunu da hatırlatarak şöyle devam ediyor: “Bu iktidar attıkları bu adımlar ardından ‘Biz Kürtlerle ilgili atılması gereken tüm adımları attık bundan sonrası yok’ dedi. Aynı iktidar milletvekili Meclis’te Kürtçe konuştuğunda tutanaklara ‘anlaşılmayan bir dil’ olarak geçirdi.”
Türkiye’de demokrasi adına atılması gereken adımların atılmadığını, ülkenin geriye götürüldüğünü belirten Farqinî, insanların Kürtçe konuşamadığı, sokakta müzik dinleyemediği günlerde olunduğuna dikkat çekiyor. Kamuoyu araştırmalarının da bu tespiti doğruladığını belirten Farqinî, “Öyle ki kendi dilini savunmak suçlamayla karşılık buluyor” vurgusunu yapıyor.
Amaçları siyasi çıkar
Son dönemlerde siyasilerin her fırsatta “Kürtlere sarılmasını” değerlendiren Farqinî, bunun ciddiyetten uzak ve samimiyetsiz olduğunu söylüyor. “Hepsinin gözü kulağı Kürt oylarında” diyen Farqinî, “Kürtler siyaseten bir malzeme olarak kullanılıyor. Herkes Türkiye’de Kürtlerin aktör olduğunun farkında. Siyasal çıkar elde etmeye çalışıyorlar” diye konuşuyor.
Saldırıların boyutu arttı
Farqinî, özellikle son birkaç yıldır Kürtçeye yönelik saldırıların boyutunun artmasını şöyle açıklıyor: “Bir konsept değişikliği söz konusu biliyoruz. Türkiye tekrar güvenlikçi politikaları merkezine alan bir uygulamaya gitmeye başladı. Güvenlikçi politikalar esas alınınca da tekrardan Kürtler; Kürtçe ile ilgili şeyler tu kaka ilan edilmeye başlandı. Kürtçe konuşmak, Kürtçe ile ilgili birtakım faaliyetlerde bulunmak ister şahıs bazında ister kurum bazında ‘bölücülükle’ eş değer görülüyor.”
HDP’li belediyelerin Kürtçe ile ilgili çalışmalarının Kürtçenin gelişmesinde etkili olduğunu da kaydeden Farqinî, “Dil demek kimlik demektir o kimliğin sembolü olan dile de şu anda saldırılar söz konusu. Tekrar bir kriminalize etme durumu var, tekrar sindirme politikaları uygulanıyor. Devletin istediği şey ‘Benim istediğim kadar hak kullanabilirsiniz, bunun dışına çıkarsanız beni karşınızda görürsünüz’ şeklinde. Baskılar dilin unutulmasında çok etkili. Baskı ve sindirme politikalarında insanlar içine çekiliyor. Ben baskıya maruz kalmadan dilimi gelecek nesillere aktarabilir miyim kaygısı yaşıyor” diyor.
Herkes diline sahip çıkmalı
Farqinî asimilasyon politikasının sürdürüldüğü noktada kuşaklar arası dil yetiminin yaşanmasına neden olacağını söyleyerek şunları ekliyor: “Zaten eğitim sisteminde dilin kullanılmaması asimilasyonu dayatıyor. Bir dil eğer eğitim dili olmayacaksa kamusal alanda kullanılmayacaksa bu dilin geleceğinden bahsedemeyiz. Çünkü dil denilen şey gelecek nesillere aktarılmalıdır. Ebeveynler kendi çocuklarına bu dili aktaramıyorsa bu asimilasyonu beraberinde getirir. Belki ‘Ben Kürdüm, Lazım, Çerkesim’ der ancak sonuç itibarıyla dilinden kopuk bir nesil yetişmiş oluyor. Devletin zaten istediği budur. Herkes diline daha fazla sahip çıkmalı ve çocuklarına öğretmelidir.”