Tek parti iktidarının kaybetmesiyle birlikte giderek güç kaybetmesi, ciddi bir bölünme olmasa da kendi içinden iki partinin birden ortaya çıkarak alternatif politikalar üretmeye başlaması, başkanlık rejiminin başarısızlıkları ve koalisyonun zaafları, AKP iktidarının son dönemine işaret ediyor. Kamuoyu anketleri normal koşullarda yapılacak bir seçimde Cumhur İttifakı’nın yeniden iktidara gelmesinin mümkün olamayacağını gösteriyor. 4 yıldan beri AKP’ye tam bağımlı politikalar izleyen MHP’de AKP ile ilişkilerin sorgulanması, partinin güç kaybederek baraj altına düşmesi ve sağlığı ciddi bir sorun haline gelen Bahçeli’ye karşı yeni lider arayışlarının başlaması, Cumhur İttifakı’nın ikinci ayağının da aksadığı ve açmaza düştüğü anlamına geliyor.
Ağır aksak giden bu durumun farkında olan Erdoğan ve Bahçeli’nin, Cumhur İttifakı’nın yeni katılımlarla güçlendirilmesi, rejimin devamı için aksayan bazı yönlerin giderilmesi, muhalefet bloğunun bölünmesi, seçim yasasında radikal değişiklikler yapılması gibi farklı seçeneklere kafa yordukları anlaşılıyor. Hatta iktidarı kaybetme riskine karşı seçimin en uygun koşullarda yapılması için yeni savaş senaryoları yaratarak seçimin belirsiz bir tahine ertelenmesi ya da kumpas ve komplo yöntemleriyle her şeye karşın iktidarın korunması gibi reflekslerin tartışıldığı da biliniyor.
Türkiye siyasi tarihinin en uzun süreli koalisyonu olan Türk İslam milliyetçiliğine dayalı AKP-MHP ittifakı gelinen aşamada güç kaybetmeye ve tıkanmaya başlamıştır. AKP’den ayrılanların kurdukları partilerin yüzde 3-5 düzeyinde oy alma ihtimalleri, İYİP’in Cumhur İttifakı için anahtar parti haline gelmesi ve ittifakın yeni bir seçimde yüzde 51 barajına takılma ihtimali Erdoğan’ı ve Bahçeli’yi yeni arayışlara yönelmiştir. Bahçeli’nin bunca yıldan sonra aforoz ettiği İYİP’i “eve” dönmeye çağırması, Erdoğan’ın bu partiyi “yerli ve milli” olarak nitelemesi ve çağrıya açıktan destek çıkması, Bahçeli ile Erdoğan arasındaki bir mutabakatı, daha doğrusu ortaklaştıkları bir seçeneği göstermesi bakımından önem taşıyor.
Bu siyasal ve toplumsal süreç Bahçeli’nin yeni manevralar yapmasının yolunu açarken, Erdoğan’ın da Cumhur İttifakı’nın geleceği konusunda ciddi olarak kaygılar taşıdığını ve kendi seçenekleri doğrultusunda çözümler aradığını gösteriyor. Bu bağlamda MHP’nin kuruluşundan itibaren uzun siyasal tarihi boyunca hiçbir zaman devletten, ordudan, sermayeden ve emperyalizmden bağımsız siyasal bir hat izlemediği ve gelinen aşamada partinin siyasal geleceği sadece kendi içinde değil derin devlet katlarında da tartışılmaya başlandığını gösteriyor. Devlet ve toplum katındaki gücünü esas olarak derin devlet ilişkilerinden alan Bahçeli’nin daha önce yaptığı keskin virajlar düşünüldüğünde, Ecevit’e ve Kılıçdaroğlu’na yaptığı benzer bir manevrayı bu kez Erdoğan’a karşı uygulama ihtimalini göz ardı etmemek gerekir. Derin devlet istediğinde Bahçeli, AKP’nin sonunu hazırlayacak bir adım atabilir ve AKP’yi erken seçimden rejimin revizyonuna kadar çeşitli manevralara zorlayabilir.
Türkiye tarihinin en pragmatist ve popülist parti lideri olan Erdoğan’ın bu tür ihtimalleri düşünmediği, iktidarı kaybetmektense koalisyonlar yoluyla iktidarını devam ettirmenin imkanlarını aramak için reel reel politik manevralar yapmayacağı söylenemez. Birçok kez başkanlık rejiminin revize edilebileceğini telaffuz etmesi ve son olarak Akşener’in “bu konuda yardımcı olabiliriz” diyerek pas atmasından cesaretlenerek, CHP, GP, Deva, SP gibi partilerin savunduğu bu projeye denize düşenin yılana sarılması gibi tutunabilir. ANAP örneğinde olduğu gibi iktidarı tümüyle kaybedip partinin dağılmasına yol açmaktansa, yol yakınken ve son bir çare olarak böyle bir siyasal manevra yaparak “Ne yapalım, denedik olmadı” diyebilir.
Üniter devletin güçlendirilmesi anlamına gelen bu proje konusunda Akşener ve Kılıçdaroğlu’nun hiçbir detay açıklamaması AKP ve MHP ile uzlaşma çabalarını gösteriyor. Böyle bir süreçte müesses nizam partileri HDP’yi dışlayarak bir adım attığında, “güçlendirilmiş parlamenter sistem” koşullarında yapılacak bir seçimde AKP yine birinci parti olacak ve kendisine yakın bir partiyle koalisyon kurabilecektir. Bu aşamada Türkiye’nin bölgedeki jeostarejik ve jeopolitik konumu nedeniyle ABD ve AB emperyalizmi ile Türk oligarşisinin desteğinde AKP-CHP koalisyonu kurulabilir.