Kürt halkı ağır zulme maruz kalan bir halktır. Maruz kaldığı zulmün tarihi geçmişi uzun ve derindir. Özellikle geride bıraktığımız yüzyılın başından günümüze kadar olan zaman sürecinde maruz kaldığı saldırıların, kötülüğün, vahşetin kapsamı ve boyutu eski tarihsel geçmişle kıyas götürmeyecek düzeyde büyüktür. Kürt halkına yönelik 20. yüzyılın başından bu yanaki saldırı konsepti, daha sistematik ve daha yıkıcı olmasının yanında, varlığının tasfiyesine yönelik bir içerikte yürütüldü. Bu temeldeki konsepte çok sayıda bölgesel ve küresel gücün katılım göstermesi ve onun bir parçası durumuna gelmesiyle, süreç içerisinde bölgesel ve küresel düzeyde bir kabule dönüşmesinin sonuçları Kürt halkı açısından çok ağır oldu. Ülkesi parçalanmış, varlığı ve kimliği dahi inkâr edilmiş olmasının yanı sıra karşısında bölgesel ve küresel bir ittifakın varlığına ve büyük güç dengesizliğine rağmen bir mücadele ortaya konuldu.
Ortaya konulan mücadele yarım yüzyıldır bir süreklilik içinde ve kesintisiz bir biçimde devam ediyor. Kürt özgürlük mücadelesinin bölge dengelerini, bölgenin jeopolitik durumunu derinden etkileyen bir güç haline gelmesi ve bir eksen konumuna yükselmesiyle bölgesel ve küresel aktörler kendisine karşı yeniden bir konumlanma ve bir yoğunlaşma içerisine girerek, önünü kesme ve etkisini kırma yönelimine girdiler.
Merkezinde Türkiye’nin olduğu saldırı konseptinin temel amacı: Direnişin yardığı inkâr ve imha konseptini, soykırım kıskacını yeniden tahkim etmek ve hakim kılmak. Kenan Evren bunu NATO’nun ve küresel kapitalist güçlerin desteği ile gerçekleştirdiği 12 Eylül Askeri Faşist Cuntası’yla başarmak istedi. Cunta, Diyarbakır hapishanesini işkencehaneye dönüştürerek, ortaya çıkan mücadeleyi tasfiye etmeyi amaçladı ama tüm vahşi uygulamalarına rağmen ne o büyük ve tarihi eylemi, o insanlığa onur yolunu gösteren 14 Temmuz direnişini engelleyebildi ne de 15 Ağustos hamlesinin ortaya çıkmasını önleyebildi. Hem 14 Temmuz hem de 15 Ağustos, forslarını söktü; Kürt halkını yok sayan zihniyete tarihi cevaplar oldu. Çiller, Ağar, Güreş özel savaş ekibinin soykırım ekibi binlerce köyü yakıp yıkarak, milyonlarca insanı sürgün ederek, binlerce insanı ‘faili meçhul’ bir biçimde ortadan kaldırarak, inkâr ve imha siyasetini tahkim etme yönündeki uygulamaları direnişi yok edemedi ama kendileri tarihe lanetli bir ekip olarak geçtiler. Onların uygulamaları sonucu Cumartesi Anneleri, Barış Anneleri aradan 30 yıl geçmesine rağmen daha evlatlarının akıbetini soruyor, cenazelerini arıyor. Çadır devleti olmadığını iddia eden devletin ve iktidarların ne anaların yüzüne bakacak cesareti ne de insani bir yönleri kaldı.
Yine Demirel, Ecevit, Mesut Yılmaz 15 Şubat Komplosu’nu gerçekleştirip küresel güçlerin desteği ile Öcalan’ı esir ederek mücadelenin önünü kesmek istedi ama kesemediler. Özgürlük mücadelesi çok zor bir durumla karşı karşıya kalmasına rağmen uluslararası komplonun vahşi konseptine ve saldırılarına karşın toparlanıp yola devam etti.
AKP iktidarı ise Kürtlere yönelik son yüzyılın en yıkıcı, en ağır saldırı konseptini devreye sokarak, Kürt halkına yönelik düşmanlık konseptini Kürdistan’ın diğer parçalarını da içine alacak şekilde hakim kılma peşinde. AKP iktidarı bir taraftan Rojava Kürdistan’ı ve Güney Kürdistan’ı ele geçirme peşinde koşarken diğer taraftan ise içeride Kürt halkına ve onun siyasi demokratik iradesine yönelik hiçbir kural tanımayan bir saldırganlık sergiliyor. Bir halkın siyasi ve demokratik iradesi üzerinde tam bir kırım uygulaması gerçekleştiriyor. Aralarında milletvekilleri ve belediye başkanlarının da olduğu binlerce, on binlerce insanı zindanlara koyarak yıllarca en hukuksuz uygulamalara tabi tutuyor.
AKP iktidarı Kürt halkına karşı geçmiş tüm kötü uygulamaların bir özeti, bir yoğunlaşmış hali ve daha üst, daha yıkıcı bir düzeyini sergilemekte; içeride faşist ve baskıcı uygulamaların en ağırını sergilerken dışarıya yönelik de halklara dönük bir düşmanlık, savaş, saldırı ve işgal politikasını öne çıkarmakta; çevreye, bölgeye, çağa ve insanlığa yönelik bağrındaki karanlığı ortaya saçmakta; herkese, ‘benim karanlığımdan, benim saldırganlığımdan korkun’ mesajını vermektedir. Karanlığı ve saldırganlığı örgütlemede ne kadar mahir olduğuyla övünmekte, birçok yerde durmadan katliam gerçekleştiren çetelerle bağını giderek daha fazla pekiştirmektedir. Çetelerle ortak organizasyonlar ve ittifak üzerinde yükselme, güç olma ve sağa sola hakimiyet kurma peşinde koşmaktadır.
Bunun karşısında halkların demokratik birliği, demokratik ve özgür bir gelecek peşinde ve ufkunda olan tarihi ve büyük bir mücadele var. Karanlıkla hesaplaşmak isteyen karanlığın, geleceklerini daha fazla karartmasına kabulü olmayanların mücadeleye ve direnişe destek olmaları, dayanışma içinde olmaları mücadele alanını genişletme ve güçlendirmeleriyle karanlıktan kurtulabilinir.