İnşaat Mühendisleri Odası 16 milyon İstanbullunun çaresizlik içinde depremi beklediğine vurguladı.
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) İstanbul Şubesi, 17 Ağustos 1999 Kocaeli-Gölcük merkezli depremin yıldönümü nedeniyle basın toplantısı düzenledi. Karaköy’de bulunan Oda binasında düzenlenen toplantıda konuşan İMO İstanbul Şubesi Başkanı Nusret Suna, İstanbul’un herhangi bir depreme hazır olmadığını söyledi.
Facia bizi bekliyor
Türkiye’de 20 milyonu aşkın yapının bulunduğunu belirten Suna, “Ayrıntılı bir yapı envanter çalışması yapılmadığı için bilgilerimiz kısıtlı, ancak yapı stokunun en az yarısının güvenli olmadığı tahmin edilmektedir. Pek çok yapı ruhsatsız ve kaçaktır; bir başka ifadeyle yapılarımız mühendislik hizmeti almadan üretilmiştir. İstanbul’un yapı stokunun mevcut durumu ülke genelinden farklı değildir. En iyimser senaryolarda bile on binlerce yapının değişik düzeylerde hasar göreceği, yüz binlerce İstanbullunun hayatının tehlike altında olduğu ifade edilmektedir” dedi.
İstanbul’un büyük risk altında olduğuna dikkat çeken Suna, “Olası bir İstanbul depreminde yaşanacak can kaybı, ne yazık ki tahminlerin çok üstünde gerçekleşecektir. İstanbul Kartal Sema Sokak’ta kendiliğinden çöken tek bir binada bile 21 vatandaşımızı kaybettiğimiz göz önüne alınırsa, nasıl bir facia ile karşı karşıya bulunduğumuz daha net anlaşılacaktır” diye ifade etti.
Sorunlar hamasetle çözülmez
1999 depremlerinden sonra, 2004 yılında toplanan Deprem Şurası’nda zamanın Başbakanın, “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” sözlerini hatırlatan Suna, şu ifadelerle konuşmasını sürdürdü: “Ne yazık ki bu iddiayı doğrulayan bir süreç yaşanmadı. Bazı kamu binaları güçlendirildi, bazıları yıkılıp yeniden yapıldı; köprü ve viyadükler elden geçirildi. Ancak 16 milyon İstanbullunun yaşadığı binalar kaderine bırakıldı. Hamaset ile gerçekler arasındaki uçurum mevcut durumu resmetmektedir. Ne yazık ki iktidar yapı stokunun iyileştirmesi, yani bir kısmının güçlendirilmesi, bir kısmının ise yıkılıp yeniden yapılması için kentsel dönüşüm projeleri haricinde herhangi bir uygulamayı hayata geçirmedi. Bugünkü kentsel dönüşüm yasası ve var olan mevzuatlar; kentsel dönüşüm uygulamaları için temel beklenti olan sağlıklı ve yaşanabilir bir çevrede, güvenli yapılarda oturmak anlayışını karşılayamadığı gibi yeni sorun alanları yaratmıştır. Kentsel dönüşüm projeleri deprem riskinin fazla olduğu yerlerde değil, kentsel rantın en yüksek olduğu bölgelerden başlamıştır. Ayrıca kentsel dönüşüm uygulamaları ile caddelerin, sokakların ve mahallelerin alt yapısı aynı kalmasına rağmen, hane sayısının artması aile sayısı ve nüfusun artması kentin demografik yapısını bozarak, fiziksel eşikleri zorlamakta, yeni trafik ve alt yapı sorunları yaratmaktadır. Tüm bunların yanı sıra özellikle ekonomik krizin büyümesi ile YIKYAP anlayışı ile üretilen bu projelerin yarım kalması da vatandaşlarımızı mağdur etmiştir.”
Deprem güvenliği alınmalı
Kanal İstanbul Projesi’nin 2011 yılında “çılgın proje” şeklinde kamuoyuna duyurulduğunu anımsatan Suna, bu projenin bir yıkım ve intihar projesi olduğunu vurguladı. “İstanbul’un ihtiyacı nedir?” diye soran Suna, “Yanıtımız ise tartışmaya gerek bırakmayacak ölçüde açık ve nettir: İstanbul’un ihtiyacı depreme hazır hale getirilmektir. Kentin Kanal İstanbul gibi bir projeye ihtiyacı yoktur. Bugün İstanbul 7 ve üzeri büyüklükte bir deprem beklemektedir. Yaşanacak bir deprem ile yapı stokunun en az yüzde 25’i kullanılamaz hale gelecektir. Yapı stoku yenilenmediği veya güçlendirilmeği takdirde deprem yıkımının faturası oldukça ağır olacaktır. Oysa İstanbul, Kanal Projesiyle çok daha riskli hale getirilmiştir. Kanal İstanbul nedeniyle kent fiili olarak bölünecektir. Olası bir depremde bölünmüş bir kentin yaratacağı sorunlar, kurtarma çalışmalarını doğrudan etkileyecektir. Mevcut durumda deprem sonrası ulaşım güzergahları yok edilen bir kentin bölünmüş hali deprem sonrası müdahaleyi mümkün olmaktan çıkaracaktır” ifadelerini kullandı.
Bu durum değişebilir
Depremin bir doğa olayı olduğunu belirten Suna, “İnşaat mühendisliği her zeminde ve her şart altında güvenli ve sağlıklı yapılaşmanın gerçekleştirilebileceğini kanıtlamıştır. Sağlıklı zemin etüdü, zemine uygun tasarım, eksiksiz yapı denetim sistemi gerçekleştirildiği takdirde, doğa olayı olan depremin doğal afete dönüşmesi mümkün değildir. Tüm ülke toprakları inşaat sektörünün bir arazisi olarak görülmemeli, bilimsel bilgi ve kent planlaması kapsamında ve ihtiyaç temelli yapılar yapılmalıdır” dedi.
Sorunun, depremin kendisi değil ranta dayalı uygulanan politikaların doğurmuş olduğu sonuçlar olduğuna dikkat çeken Suna, “Kentsel planlama deprem tehlikesini gözeten bir anlayışla yapılır, nüfus ve yapılaşma yoğunluğu kentin ihtiyacıyla uyumlu şekilde gerçekleştirilirse geleceğe dönük kaygılar azaltılacaktır. İstanbul’un makûs talihini yenmek mümkündür. İstanbulluların kendilerini güvende hissedebileceği düzenlemeleri hayata geçirmek siyasi iktidarın tercihlerinin değişmesi ile sağlanabilir. Tercih insan olduğu sürece çözülemeyecek hiçbir sorun yoktur” ifadelerini kullandı.
HABER MERKEZİ