Medyanın kadın cinayetlerini işleyiş biçimini değerlendiren Ekmek ve Gül editörü Sevda Karaca Gazeteci kadın cinayetini, şiddeti haberleştirirken sormalı: ‘Yaptığım bu haberle, kullandığım ifadelerle, seçtiğim video ve fotoğraflarla neyi seçtim?
Kadın katliamlarında özellikle ana akım medya çok sorunlu bir dil kullanıyor. Kadınların öldürülme biçimlerinin tüm detayları haberde anlatılırken, kadının ismi, fotoğrafları kullanılıyor ancak fail olabildiğince gizleniyor. Son süreçte bu konuda bir duyarlılık olsa dahi hâlâ “vahşet”, “yakma”, “parçalama”, “öfke” ve “intikam” tarzındaki erkek şiddeti bir yanıyla yeniden inşa ediliyor. Kadınların “mağduriyeti” haber diliyle güçlendirilerek diğer kadınlara da korku salınıyor. Ekmek ve Gül editörü Sevda Karaca ile medyanın dili, kadına yönelik şiddetin nasıl haberleştirileceği ve nelere dikkat edilmesi gerektiğini konuştuk.
- Özellikle son süreçte artan kadın katliamlarında medyanın haber dili nasıl? Öldürülen bazı kadınların daha çok gündeme gelmesinin nedeni nedir?
Pınar Gültekin, Fatma Altınmakas, Sevtap Şahin, Mücella Demir, Sonbahar Özcan ve daha pek çok kadın… Yalnızca günlerde katledilen kadınlardan basına yansıyan isimler. Her biri IŞİD’vari yöntemlerle öldürüldü; yakılarak, boğazlanarak, intihara zorlanarak. Basına yansımayan ya da küçük sıradan haberler olarak kalan çok sayıda kadın cinayeti, intihar, şiddet, istismar olayı olduğunu biliyoruz. Genel olarak basında kan donduran, vahşi bir biçimde işlenen bir kadın cinayetinin tüm kadın cinayetlerinin önüne geçtiğini, örneğin Pınar Gültekin’in öldürüldüğü hafta işlenen pek çok kadın cinayeti olduğu halde, Pınar Gültekin’in isminin öne çıktığını görüyoruz. Doğal olarak da toplumun tepkisi, Pınar Gültekin’in ismi ve yaşadıklarıyla öne çıkarılarak yükseldi.
- Muş’ta sistematik tecavüze uğrayan ve ardından katledilen Fatma Altınmakas ile ilgili haberlere erişim engeli getirildi. Kadın katliamlarında bölgesel farkların, cinayetin gündeme gelmesinde nasıl bir etkisi var?
Muş’ta kocasının erkek kardeşi tarafından tecavüze uğradıktan sonra öldürülen Fatma Altınmakas’ın jandarma karakoluna şikâyette bulunmak için gittiği ancak karakolda Kürtçe tercüman olmadığı için şikâyetinin alınamadığı ortaya çıktı. Fatma’yı korumakla yükümlü Muş Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü, Fatma’nın korunamamasının birincil sorumlusu değilmiş gibi bu cinayetteki ihmalleri açığa çıkaran haberleri ve sosyal medya paylaşımlarını hedefe aldı ve ‘erişim engeli’ getirme girişiminde bulundu. Açık bir biçimde ‘suç itirafı’ olarak gördüğüm bu girişim bize hem kadın cinayetlerinin mahiyetini, sorumluları ve cinayetlerin neden arttığını gösterirken, bir yandan da basının rolünü de düşündürüyor.
Fatma, yoksul bir Kürt kadını. Pınar Gültekin’in vahşice öldürüldüğünün ortaya çıktığı günlerde Fatma’nın yaşadıkları yansıdı gündeme. Pınar Gültekin için haklı olarak gösterdiğimiz tepkinin, Fatma’nın yaşadıklarının da en az Pınar’ın yaşadıkları kadar vahşi olduğu, üstelik de devlet destekli olduğunun açık olduğu gerçeğiyle daha çok birleşmesi gerekirdi. Burada elbette tepki veren geniş toplumsal kesimleri “neden tepki vermediniz” ya da “eksik tepki verdiniz?” diye suçlamak da anlamlı değil. Kadın mücadelesinin örgütlü kesimlerinin yaşananlara böylesi bir bütünlükle, bu iki kadının hayatını hepimizin hayatının bir özeti olarak ortaya koyma çabasını daha çok göstererek yaklaşması, bu geniş tepkinin kapsamını da etkilemek bakımından önemli. Ancak basına düşen sorumluluk bakımından da söylenmesi gerekenler var.
- Katledilen kadınlar nasıl bir ayrıma tabi tutuluyor?
Medya; cinayetlerde hayatını kaybeden kadınların sosyal statüsünü, görünüşünü, hangi yöntemlerle nasıl öldürüldüğünü kimi zaman bilinçli bir biçimde, kimi zaman ise “böyle gelmiş, böyle gider” alışkanlıklarıyla bir “seçime” tabi tutuyor. Bu seçim açık bir biçimde hem cinsiyetçi, hem sınıfsal hem de ırkçı, ayrımcı bir seçim.
Fatma Altınmakas’ın Muş’ta kocasının erkek kardeşi tarafından tecavüze uğradığı ve kocası tarafından öldürüldüğü gerçeği kimi medya organlarınca “ırksallaştırılan” bir “namus cinayeti” dolayısıyla da yalnızca “geri kalmış Kürt coğrafyasının hor görülen kadınlarının yaşadıklarının bir örneği” gibi sunuldu. Ancak bu sunuşun üstüne, Fatma’nın tecavüzü şikâyet ettiği süreçte Kürtçe beyanı kaleme alınmadığı için tercüman atanmadığı için soruşturmanın başlatılmadığı ve üzerinin örtüldüğü gerçeğini, yani devletin ihmalleriyle Fatma’yı ölüme sürüklediği gerçeğini göstermedi bu kuruluşlar. Bu da açık bir seçimdir…
Eşitsizliği yeniden üreten değil, eşitliğe dayanak olan bir habercilik gerekir. Bu yalnızca mümkün değil, aynı zamanda vazgeçilmez bir ihtiyaç. Kadınların canını koruyacak yasal düzenlemelerden vazgeçilmemesi için kadınların yaşadıklarının cinsiyetçi, ırkçı, ayrımcı bir “elemeye” tabi tutularak değersizleştirilmesinin önüne geçmek için medyanın elbette bir sorumluluğu var. Cinsiyetçilikle ve ayrımcılıkla mücadelede, yaygın olarak kabul gören klişelerin, önyargıların, varsayımların asılsız olduğunu göstermek, bunların yerine gerçekleri ve doğruları koymak için medyanın çok önemli bir rolü ve görevi var. Medyanın toplumun nasıl düşündüğünü, nasıl konuştuğunu etkileme gücü olduğu açık. Cinsiyetçiliğin ve ayrımcılığın yeniden üretilmemesi için medyanın dilini, anlayışını değiştirmeye, ayrımcılığın öznesi olanların hak mücadelelerinden öğrenmeye ihtiyacı var.
- Genelde kadın katliamlarında fail ile katledilen kadının fotoğrafları yan yana konuluyor. Bu vurgunun amacı ne?
Pınar Gültekin’in katledilmesinin ardından sosyal medyaya yansıyan korkunç sözlerin ruhunu kimi haberlerde de gördük; Pınar’ın evli bir adamla ne işi olduğu, üniversite öğrencisi bir genç kadının neden bir adamla bağ evine gitmeyi kabul ettiği, yaşam tarzından giyimine kadar bütün kişisel tercihleri adeta katledilmesinin bahanesi haline getirilmeye çalışıldı. Neyse ki bunlar çok büyük tepki de gördü. Ama bir yandan katledilmiş bir kadının ardından yapılan bu haysiyet cellatlığı bir yandan da bu haysiyet cellatlığının katillikten farklı olmadığına yönelik tartışmalar devam ederken, pat bir baktık, bir gazetenin internet sitesinde Pınar’ın katille daha önceden çekilmiş videoları, Pınar’ın evinin görüntüleri, kahkahalarının, gezilerinin zoomlandığı videolar ‘haber’ diye sunuluyor. Bu açık bir seçimdir işte. Pınar’ın yaşamı, tercihleri, bir kadın olarak kiminle ne yaşadığı onun vahşice katledilmesinin bahanesi haline getirilirken, bu görüntüleri servis etmek bu bahaneyle şiddeti ve cinayeti aklamak isteyenlerin yanında durulduğunu gösterir. Habercilerin etik bir görevi de önyargıları, ayrımcılıkları, cinsiyetçi tutumları yalnızca haberlerinde işletmemek değil, aynı zamanda yaygın olarak kabul gören önyargıların, cinsiyetçi tutumların asılsız, yanlış olduğunu ifade etmektir. Gazetecinin işi sadece “görünenin/olayın aktarımı” ile sınırlı değil. Gazeteci bir kadın cinayetini, şiddeti haberleştirirken sormalı: “Yaptığım bu haberle, kullandığım ifadelerle, seçtiğim video ve fotoğraflarla, attığım başlıkla, görüşüne yer verdiklerim ve vermediklerimle neyi seçtim?”
- Sosyal medyada Pınar’ın katledilmesinden sonra failin adının baş harflerinin yazılmasına tepki gösterildi ve birçok kişi bu duruma failin adını açarak ve fotoğraflarını kullanarak karşılık verdi. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kadına yönelik şiddet ve kadın cinayeti haberlerini yaparken adalet arayışı süreçlerinde, hukuki süreçlerde, soruşturma süreçlerinde kullanılan ifadeler, tanımlamalar son yıllarda daha belirleyici oldu gibime geliyor. Mesela “darp edildi” gibi ifadeler… Bir de yargı süreçlerinin başladığı/devam ettiği durumlarda haber yaparken yargılama süreçlerini ‘etkileme’, ‘aile mahremiyetini gözetme’, ‘masumiyet karinesi nedeniyle yargı süreci sonlanana kadar failleri açık etmeme’ vs. gerekçelerle gazetelerin, medyanın erkekler lehine baskı altına alındığını da biliyoruz. Bu gibi baskılar ‘hukuki’ bir sürecin gerekleri gibi sunulsa da aslında çok açık bir biçimde erkekleri koruyup kollamanın bir yöntemi olarak kullanılabiliyor. Bana kalırsa bu; medyanın bir bütün olarak baskı altına alınması, ilan cezaları, yayın durdurmalar, dava tehditleri, gerekli gereksiz tekzip zorunlulukları gibi topyekûn bir cendereye alma, basını “hizaya” çekme süreçlerinden azade değil. O kadar saçma gerekçelerle düzeltmeler, haber çekmeler, iletişim engelleri vs. geliyor ki! Bu, ister istemez gazeteciler bakımından bir baskılanma yaratıyor.
- Bu baskılanma mı yönlendiriyor onları?
Daha önce de vurgulamaya çalıştığım gibi medya kadın cinayeti ve kadına yönelik şiddet haberlerinde bir “seçim” yapıyor, fail erkeğin işlediği suçun yükünü ömrü boyunca taşımaması için az çok korunması, kollanması adeta içsel bir bilgi gibi. Hayatını kaybeden, artık söz hakkını kullanamayacak olan, kendini, yaşamını, mahremiyetini, tercihlerini, yaşadıklarını anlatamayacak olan kadınları sergilemek, kadınların hayatlarını türlü bahanelerle ellerinden alan failleri sergilemekten daha “tercih edilir” geliyor. Şok haberciliğinin, son dakika haberciliğinin, toplumsal önyargıları tık haline getirme haberciliğinin, skandal, heyecan, gerilim duygusuna hitap ederek adeta bir magazin iştahıyla, gündüz kuşağı programları gibi arkası yarın gibi hayatların sergilendiği haberciliğin pek matah görüldüğü bir medya düzeni içindeyiz.
Neyse ki bunun karşısında toplumsal olarak yükselen bir bilinç de var -ki sosyal medyada insanlar habercilerin yapmadığı, yapamadığı şeyleri ortaya serebiliyorlar. Bir kadın cinayetinin arkasındakinin devletin sorumluluğunu yerine getirmediği gerçeği olduğunu, kadınların hayatının lime lime edilemeyeceği, kadınların yaşam tarzlarının, kökenlerinin, sosyal statülerinin şiddete gerekçe olarak sunulamayacağının, öldürülen kadınların ne yaptıklarının değil, öldüren erkeklerin ne yaptığının konuşulması gerektiğini gösteren bir bilinç bu. İyi ki de var.
- Öldürme biçimlerinin tüm detaylarının haberde yer almasının ne gibi sorunları var?
Biz bu ülkede, öldürmeyi kafasına koyduğu kadını nasıl öldürürse daha az ceza alacağını, hakim karşısında ne derse ceza indirimi alacağını, hangi yöntemle öldürürse daha çok acı çektirebileceğini Google’da arayan katillerin olduğunu gördük. Gördük de ne oldu? Adamlar ‘iyi ki aramışız ha’ diyecek muamele gördüler adalet mekanizmalarında. İndirim üstüne indirim, iyi hal üstüne iyi hal indirimi aldılar. Planlı, programlı, her türden hazırlığı yapılmış bir biçimde gerçekleşen kadın cinayetlerinin ‘bir anlık öfke’, ‘kıskançlık’, ‘kadının sadakat yükümlülüğünü yerine getirmemesi’, ‘aşırı sevgi’, ‘mahkemedeki iyi hal ve tutum’ gibi korkunç gerekçelerle adeta mazur görüldüğü bir ülke burası.
Kadınların öldürülme biçimlerini açık seçik, adeta bir korku ve gerilim filmi gibi haberleştirmenin şiddet faili erkeklere yol gösterici bir yanı olduğunu görmek lazım. Ancak bir de vahşice işlenen cinayetlere ilişkin bu ayrıntılı, detaylı tanımlama ve tasvirler bir şeye daha neden oluyor; bir kadın cinayetinin ancak bu derece vahşi bir biçimde işlenmişse gündem olmasına, farklı şekillerde katledilen kadınların hayatlarının değersizleşmesine, onların ölümünün, öldürülmesinin dikkat çekici bir konu olarak görülmemesine, sıradanlaşmasına…
‘Kadınların yolunu kapatamazlar’
- Yargının cezasızlık kültürü ve faillerin korunması neticesinde kadınlar adaleti sosyal medyada arıyordu. Meclis’e getirilen sosyal medya düzenlemesiyle bu durum bertaraf edilecek. Bu kadınların birbirine seslerini duyurmasını engeller mi?
Amaç bu. Bu da yine topyekûn bir saldırının parçası. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme tartışmalarıyla oda ve barolara dönük saldırıların, sosyal medya düzenlemesiyle 6284 sayılı şiddet yasasını kadük hale getirme çabalarının, siyasi parti yasası ile kıdem tazminatının gaspı gündemlerinin iç içe geçtiği bir süreç yaşıyoruz. İşte bunlar hep “yeni normal!” Tek adam rejiminin iyiden iyiye yerleşmesi ve bu rejim inşasına karşı her kesimin susturulması, haklarının kullanılamaz hale getirilmesi. Örgütlenme, ses çıkarma olanaklarının daraltılması, ses çıkaracak bir kurum, örgüt, mecra bırakmamacasına yapılan saldırılar. Bu topyekûn saldırılara karşı topyekûn mücadele bugün çok acil, çok temel bir şey. Kadın mücadelesinin de bu saldırıları topyekûn saldırılar olarak gördüğünü ve bu eksenle hareket etmek için araçlar yaratmaya çalıştığı bir süreç aynı zamanda. Sesimizi kısacakları her mecranın yerine yan yana durma olanağımızı geliştirecek yeni araçlar ve birliktelikler kurmak hayati bir ihtiyaç. Yolu kapatmak isteyenler varsa, her koşulda birlikte yol yürümeye kararlı kadınlar da var!
Habibe Eren / Ankara-Jinnews