Haziran ayıyla beraber ne güzel normalleşiyorduk. Fakat yeniden Covid-19’lu vaka sayıları hızla artıyor. Üstelik hastanelerdeki doluluk oranları açıklandıkça günlük olan verilerin güvenilirliği de sarsılıyor.
Anımsayacağınız üzere mart ayından beri hükümet tarafından salgına karşı alınan önlemlerin neredeyse hiçbiri işçileri kapsamıyordu. Normalleşme döneminde de fabrikalardan Covid-19 nedeniyle kitlesel hastalık ve ölüm haberleri gelmeye devam etti.
Geçen ay Çanakkale Dardanel Fabrikası’nda işçiler arasında Covid1-9 vakalarının artması üzerine “kapalı devre çalışma” adı altında işçiler adeta çalışma kampına mahkûm edildi. Ardından Manisa’da bulunan Vestel City fabrikasında 1000’den fazla işçinin Covid-19 olduğu ve fabrikanın buna rağmen üretime devam ettiği bilgisi geldi. Gördüğünüz üzere virüsün hızla yayıldığı fabrikalar ve üretim alanlarında üretimin aksamasına izin dahi verilmeden çalışma devam ediyor.
Tam buraya bir veri daha eklemek lazım sanırım. Bu hafta başında Dr. Uğur Aytun ve Dr. Cem Özgüzel’in “COVID-19 Sonucunda Evden Çalışabilirlik ve Eşitsizliğe Etkileri: Türkiye İçin Politika Önerileri” raporu yayımlandı. Raporda pandemi sürecinde çalışanların sağlık ve can güvenliği için en kritik önlemlerden birisi olan “evden çalışma” uygulamasına dair şu veri dikkat çekiyor: “Gelir dilimi arttıkça evden çalışabilirlik artmaktadır.” Yani buradan da anlıyoruz ki ücretli çalışanlar içinde de geliri daha yüksek olan çalışanlar kendilerini “evde kalarak” koruyabiliyorken düşük gelir grubunda yer alan emekçiler işe gitmeye devam etmiş. Gündelik tabirle olan fakire olmuş.
Tüm bu veri ve anımsatmalarla varmak istediğim yer biraz farklı. Konumuz tatil. Emekçilerin tatil arzusu ve bunu horgörenler. Pandemide henüz ilk dalgadan bile çıkamamışken işe gitme konusunda rutinleri değişmeyen milyonların tatil özlemi herkese dert oldu. Herkese demeyelim de riyakâr kamuoyuna ve medyaya.
Bayram boyunca TV ekranlarında, sosyal medyada izleyen günlerde ise hem bu mecralarda hem de gündelik sohbetlerde hastalık ve bulaşı riskini yok sayarak tatile gidenler kınandı. Plajları dolduranlar, Şile’de, Kilyos’ta sahillere ulaşmak için belediye otobüslerini hınca hınç dolduranlar ayıplandı. Uzmanlar uyardı, spikerler yineledi, sosyal medya sayesinde kanaat önderine dönüşmüş herşeyologlar defaatle söyledi: “bu sene de tatile gitmeyiverin.” Oysaki Muğla Akyaka’dan İstanbul Kilyos’a kadar ekranlarda topluca “kaygısızlıkla, cehaletle” yaftalananlar ekseri olarak bayram tatilini değerlendiren veya günübirlik tatile gidenlerdi. İnsanlar iç içe oldukları için kınadığımız görüntüler farkındaysanız halk plajlarına ya da uygun fiyata hizmet veren plajlara aitti.
TV’lerde magazin programlarında, gazetelerin magazin sayfalarında gelir düzeyi yüksek kimi “ünlü” isimlerin “cemiyet hayatının tanınmış simalarının” tatil fotoğraflarını iştahla yayımlayan, kim hangi şehirde, hangi ‘beach’te tatil yaptı haberlerini köpürterek verenlerin ana haber bültenlerinde tatilcileri mahkûm etmesine kanmayın. Onların hedefinde halk plajlarında yüzenler var.
Lüks otellerde, sosyal mesafeli imkân ve olanaklara sahip olanların yaptığı tatil ekranlarda iştah kabartıcı seyirlik olarak bize sunuluyor. Haftalık ortalama 48 saat çalışma ile Avrupa’nın en uzun süre çalışan işçileri olan Türkiyeli emekçilerin tatil ve dinlenme özlemlerineyse küçümseme ve tiksinti ile yaklaşılıyor.
Farkında mısınız bilmiyorum. Kendisinin en iyi ve doğruyu bildiği için her türlü dinlenme ve sefayı hak ettiğine inananların sınıf kibri pandemi bahanesiyle bir kez daha biz “fakirlerin” tepesinden aşağı boca ediliyor. Bu ölümcül virüs bize çalışırken bulaşabilir sorun değil ama dinlenirken bulaşması kabul edilemez çünkü yaşamaya hakkımız yok.
Buradan milyonlarca emekçiye tatile gitmeme çağrısı yapanlara sesleniyorum; bize akıl vermeyin, hak arama mücadelemize destek verin.