Beyrut’ta yaşanan patlama bugün yine bir Hiroşima’yı, Halepçe’yi tarihin kanlı sayfalarından bir dejavu suretiyle çağrıştırırken, militarizmin sonuçlarını yine gözler önüne sermekte. Emperyal güçlerin bölge ülkeleriyle beraber yarattıklarının sonucu bıraktıkları molozları kaldırmadan timsah gözyaşları mahiyetinde yaptıkları “acıyı paylaşıyoruz” anlamındaki açıklamaları aslında hepsinin örtüştükleri politikaları bir anlamda özetlemektedir. Hal buyken yıllardır süren savaş politikaları, paylaşım üzerine giriştikleri bir anlamda topraklar, yer altı yer üstü zenginliklerinin yanında ipotek konulan insan yaşamları ve doğasının silikliği…
Doğrusu sorgulatmak istemedikleri politikalarını bu anlamda gizlemekteler, özünde ise bu görünenleri tartışmak bir yana dursun açıkça savaşsız talana dayanan neoliberal ekonomileri sayesinde Kapitalist Modernite’nin yarattığı sonuçları bir bir ortaya koymaktadır. Öyle ki Irak’ta, Suriye’de, Libya’da ve daha birçok yerde mobil askerler ile yürüttüklerinin aynısını şirketleri üzerinden yürütmekteler. Bugüne göre, makro ölçekte Hindistan’da, Afrika’da yarattıkları acemi bir sömürge mantığı bugün endüstriyalizm ideolojisiyle buluşan, biraz da tıraşlayıp neoliberal politikalarla beraber, yerel anlamda örneklerine bakınca Türkiye’de Kaz Dağları’nda uluslararası şirket olan Alamos Gold’un doğa talanı, yine Kanal İstanbul projesiyle Katar prenseslerine peşkeş çektikleri araziler, bunun yanında kurulan nükleer üslerin yanında, Kirazlı’da Lübnanlı şirket Meyra’ya bıraktıkları köyler ve Botan Çayı’ndan, Hasankeyf’e Norveç gibi ülkelerin şirketlerine verilen baraj ihaleleri, bu da bir şey değil tabii ülkemizde geyiklerden yaban keçilerine kadar yurt dışından gelen ensesi kalınlara ihale edilerek öldürtülmesi, sonrasında zaten fabrikalarından gümrüklere, ithalattan ihracata her şeyin emperyalizme peşkeşi bu savaşsız talan deyimi yerindeyse hiçbir maliyete katlanmadan savaşın bir diğer türü olan uzun zamana yayılmış bir ölüm ve ipoteğe konulan insan/canlı yaşamının kaderini çizmenin bir kavrama kavuşmasıdır.
Öyle ki bugün bir gıda krizinden bahsediliyor ve baktığımız zaman gıdaların tarladaki üretimden tutalım, çiftçiye satılan ithal tohumlara, aynı ithal tohumun ıslahı için pestisit satan devasa şirketlere kadar bütün uygulamalarıyla hepsi özünde bir kanserleşme yaratmakta ve bu da bir elden insan yaşamına ömür dahi biçmektedir.
Kader demişken metafiziksiz yapamayan insana, sistemlerinin ezel-ebet olduğu mantığını zerk etmek için bir kadermiş gibi sunmaları bugün sistem karşıtı hareketlerin bir anlamda çaresiz kaldıkları gerçeğinin yanında, karşıt duranların bölünmüşlük hakikati var. Doğrusu bu anlamda giydirilmeye çalışılan deli gömleğinin karşısında bu bölünmüşlüğü kırmayı cesaret edemeyip yırtamayışı bir anlamda gömleği bir şekilde yırtık, dökük zorla da olsa kabul etmekten başka bir yol bırakmamaktadır.
Hal buyken güç getiremiyor oluşu, bir anlamda bir yerde olan talana karşı duruşun yarattığı eylemselliklerden bütünüyle direnişi bir anlamda artık birbirine benzeyen, bunun yanında kısa süreli bir kazanımlar yaratsa da uzun soluklu olabilecek çözümselliklerden uzak olduğu aşikârdır. Mikro anlamda bir doğa talanının olduğu bir yerde gösterilecek bir karşıt duruştan sonra bir baskı yaratıp geri adım atmalarını sağlayabilme durumu, aynı talancının yıllar sonra başka bir alanda çıkmasının garantisini vermiyor, kadına karşı şiddette de durum bu yaşanan şiddet karşısında öyle bir noktadaki sadece şiddet uygulayanların yargılamasının özünde bir zihniyetin yargılamasını yaratmıyor.
Özellikle bu durum bazen şuna benzemekte: Bir ölüm, şiddet olayının karşısında insanların yaşananın önüne geçemediğini anlayıp ya da güç getiremediği bir durum karşısında telefonlar ile canlı yayın yapıp, görüntü almasına ve böylelikle yaymasına benziyor. Ya da salgın sürecinde alana çıkamayan insanların sosyal medyada tweet atmaları ile yaşanan talan, şiddet olaylarının önüne geçme amacını taşırken uzun vadede bir çözüm olmadığını, bireysel bir refleksten öteye gitmediğini göstermektedir.
Bu anlamda mesele bir zihniyetin sonuçlarını ortaya koymak ve bu sebeple ortaya konacak bir karşı koyuşun da özünde Kapitalist Modernite’nin yarattığı tüm sonuçlarıyla bütünsel bakabilmek, bunun zihniyetini yaratmak ve bunu ortak bir mücadelede buluşturmak gerektiği açıkken, yine mücadelenin yaratacağı alternatiflere kadar bir yaratım, üretim sürecinin açığa çıkmasının elzem olduğunu göstermektedir.
Ve son olarak Federico Fellini’nin baş yapıtı olan Amarcord filminden başrol oyuncusu olan bir duvar boyacısının makus talihinin özeti olan cümleleriyle tamamlamak gerekirse:
“Dedem duvar örerdi, babam duvar örerdi, ben duvar örüyorum. Peki hâlâ bir evimiz niçin yok”…