Kapitalizm sınırsız büyüme ve genişleme eğilimine sahip bir sistem. Çılgın rekabete dayanıyor. Her kapitalist işletme varlığını daha çok üretmeye, daha çok büyümeye borçlu.
Aksi halde yarışı terk etmek zorunda kalır. Bana bu kadarı yeter, burada durayım diyemez. Velhasıl büyüme ve yok olma ikilemi söz konusudur. Fakat sistem artık yeteri kadar büyüyemiyor. Yeteri kadar yeni değer, artı-değer, fazla değer üretmekte zorlanıyor. Şimdilerde canlı doğayı değerlenme alanı olarak görüyor ve doğa tahribatı derinleşiyor. Koronavirüs (Covid-19) 40 yıllık neoliberalizmin sonunu getirdi.
İkinci emperyalist savaşın [1939-1945] ardından kapitalizm yaklaşık 30 yıl süren bir genişleme dönemi yaşadı ve 1970’li yılların ortasında yeniden ‘yapısal krize’ girdi. 1980’den itibaren de gerici, anti-sosyal neoliberal politikalar dayatıldı. Serbestleştirme [liberalizasyon], özelleştirme [privatizasyon], kuralsızlaştırma [deregülasyon] neoliberalizmin üç sloganıydı. Beş de yalan üretilmişti: 1. Serbest piyasa her sorunu çözer; 2. imkânlarımızın üstünde yaşıyoruz; 3. sermaye ve girişimcilik zenginlik yaratır; 4. Zenginler için iyi olan herkes için iyidir ve 5. İnsanlar bencildir… Küresel oligarşinin akıl hocaları, gözde iktisatçıları tarafından peydahlanan bu tekerlemelerin gerçek dünyada bir karşılığı yoktu. Olması da mümkün değildir… Şimdilerde olmadığı görülüyor. Geride kalan kırk yılda kapitalizm bir krizden diğerine sürüklendi. Ve bu zaman zarfında sosyal demokratlar ve yeşiller de, gerici politikaların destekçisi veya hükümet ortağıydılar. Kapitalizm sınırsız büyüme ve genişleme dinamiğine sahip, büyümeden yapamıyor ama bu dünyanın kaynakları sınırlı. Ve bir zaman geliyor, sınırsız büyüme eğilimi, sınırlı kaynakların duvarına çarpıyor. Artık bizzat küresel oligarşinin bazı kesimleri de ‘bu aracın bu rotada ilerleyemeyeceğini’ dillendirmeye başladılar… Dünya sistemi geride kalan 20 yılda üç krize tanık oldu: 2000 internet krizi, 2008 finansal kriz ve bugün pandeminin derinleştirdiği kriz. Aslında sunulanın ve genel algının aksine, koronavirüs krizin asıl nedeni değildi. Sistem zaten bir sürdürülemezlik sarmalına hapsolmuş durumdaydı. Daha önce söylediğim gibi, zaten patinaj yapıyordu…
Küresel kapitalizm büyüyemiyor ve büyümeden de varlığını sürdürmesi mümkün değil… Bu koşullarda büyüme ancak doğa tahribatını derinleştirebilir. Bu tam bir boşa koysan dolmaz, doluya koysan almaz durumudur. Sistem böylesi bir kritik kavşağa dayanmışken de artık bildik politikaların, yöntem ve araçların bir işe yaraması mümkün değil. Eğer bir paradigma iflas etmişse, yenisini oluşturmak işin doğası gereğidir… Sürdürülemezliğin göstergesi de şunlar: 1. Sistem yeteri kadar büyüyemiyor. Verimlilik ve kâr oranı düştü, borçluluk insan havsalasını zorlayacak boyutlarda; 2. Zengin-yoksul uçurumu skandal boyutlarda, eğer dünyanın zenginliği eşit paylaşılsaydı, ana-baba ve 3 çocuktan oluşan beş kişilik bir aileye ayda 4100, yılda 49.100 avro düşecekti. [Türkiye’de asgari ücret yaklaşık 250 avro] Oysa dünya nüfusunun üçte biri yeterli sağlık hizmetine ulaşamıyor… 8 kişiden birinin elektriği yok… Her beş dünyalının biri gecekonduda yaşıyor, her üç kişiden birinin içtiği su sağlığa uygun değil… Her on saniyede bir çocuk açlıktan ölüyor, 1,3 milyar yoksulluk içinde ‘yaşıyor’. Ve fakat 26 kişinin serveti dünya nüfusunun öteki yarısı kadar… Elbette sayılar, rakamlar yaşanan dramı hiçbir zaman ifade etmezler…
Bugünkü eğilimler ve süreçler devam ederse, vakitlice aracın direksiyonu sola kırılmazsa, insanlığın başına koronavirüsten daha büyük belaların musallat olması kaçınılmaz görünüyor. Başka türlü söylersek, VIH, Sars, Mers ve koronadan daha tehlikelileriyle yüzleşmek kaçınılmaz olacak… Eğer pandemiye karşı vaktinde tedbir alınmış olsaydı, uzmanların uyarıları dikkate alınıp gereği yapılsaydı, koranavirüs belasını önlemek için sadece 7 milyar dolar yetecekti. Öyle bir şey sadece kâra endeksli bir sistemde asla mümkün değildir. Oysa, Covid-19’un maliyetinin 12 500 milyar dolara ulaşacağı ileri sürülüyor… Ve ortada öyle bir kaynak da yok… Unutmamak gerekir ki, geçen yüzyılın başından beri ortaya çıkan tüm salgın hastalıklar, kapitalizm dahilinde ‘insan’ın doğaya müdahalesinin’ sonucu… (Aslında insanın değil, kapitalizmin eseri…)
Doğal çevre tahribatı, ekolojik yıkım bugünkü tempoda yol almaya devam ederse, iklim krizi vakitlice durdurulamazsa, insanlığın ve uygarlığın geleceği tehlikeye girecek… Dolayısıyla bugünün politik hareketlerinin, aktörlerinin misyonu, sadece sosyal kötülükleri bertaraf etmek değil, aynı zamanda insanlığın ve uygarlığın geleceğini kurtarmaktır… Dolayısıyla yeni paradigmanın vakitlice ete-kemiğe büründürülmesi gerekir… Yeni, farklı bir şey yapmak insan iradesi dahilinde olduğuna göre…