Sugözü’nde ilk enerji santralinin temeli 2000 yılında atılmış ve 2004 yılında tamamlanmıştı. Santralin açılışını dönemin Başbakanı R. T. Erdoğan ile yine dönemin Almanya Başbakanı Gerhard Schröder birlikte gerçekleştirmişti.1998-2005 yılları arasında Schröder’in başbakanlığı döneminde Almanya Dışişleri Bakanı ise dönemin Yeşiller Partisi lideri Joschka Fischer’di. Sugözü termik santral girişimi ve yapımının sağlanması Alman Dışişleri çabasıyla gerçekleşmişti. Açılışta konuşan Schröder, dünya çapındaki kömür rezervlerinin enerji kaynağı olarak uzun yıllar kullanılacağını, kömürle işletilen bu modern santrallerin çevre korumaya da önemli katkı sağlayacağını söyledi.
İktidar kirlenmesi miydi?
Sugözü Termik Santrali kısa adı İSKEN olan İskenderun Enerji Üretim ve Ticaret A.Ş’nin yüzde 75’lik hissesi Alman STEAK’a, yüzde 25’i ise yine alman firması olan RWE’ye ait olarak kuruldu. Santralin açılışının yapıldığı dönemde termik santrallerin hem bulunduğu çevreye verdiği zararlar hem de küresel ısınmanın en önemli nedeni olduğu çok iyi biliniyordu. Ancak Fischer’in partisinin ortaya koyduğu politikalara ters düşen bu adımın Alman sermayesinin ulvi çıkarları için gerçekleştirildiği ise malum. Bu durum Yeşillerin salt iktidar ortağı olması nedeniyle miydi? Sanmıyorum. Son yıllarda gerçekleşen iklim zirvelerinde bir gerçek açığa çıktı. Yani termik santraller ciddi bir küresel sorundu. Kyoto’da yapılan zirveyle birlikte kapitalizmin yok edici yüzünün gizlenmesi ve sermayeye yeni birikim yollarının açılması amacıyla bazı kararlar alındı.
1997yılında Kyoto’da hazırlanan protokolle sanayileşmiş ülkeler,1990’daki salım oranlarını 2008-2012 yılları arasında yüzde 5 oranında azaltmayı taahhüt etti. Ortaya konan hedefler asla tutturulamamasına karşın protokolde yer alan emisyon ticareti ve bu amaçla ortaya çıkarılan karbon borsaları kurulma adımları hızla gerçekleşti. Borsanın işleyişi ise; bir ülke para karşılığında, az karbon salınımı olan bir başka ülkeden karbon salınımı yapma hakkı satın alabilir oldu. Bir diğer yöntem de, ülkeler, başka ülkelerin karbondioksit gazını yutan bir projeye imza atmasıyla da salınım ticaretinden faydalanabilmesi sağlandı (rüzgar, güneş enerji santralları gibi).Bu adımlarla birlikte tek ticarileştirilmemiş ve yaşamsal olan soluduğumuz temiz havada ticari bir metaya dönüşürken küresel ısınmaya neden olan yatırımlar ise hiç hız kesmedi. Protokolü imzalamayan devletlere karşı Türkiye’de de yoğun bir propaganda dönemi yaşanmıştı. Türkiye’de 2009 yılında protokolün mecliste kabul edildiği döneme kadar‘ Kyotoyu imzala, rüzgâr güneş bize yeter’ sloganları eşliğinde kampanyalar yapıldı.
RES ve GES’ler!
Rüzgâr Enerji Santralleri (RES) ve Güneş Enerji Santralleri (GES) konusunda en gelişmiş ülkelerin başında Almanya gelir. Almanya’da bu bağlamda büyük sermaye tarafından (siemens vb.) ciddi yatırımlar yapıldı. Enerjinin bu yolla gerçekleşen üretim biçimlerine baktığımızda ise en az termik santraller kadar sorunlu olduğunu görüyoruz. Köylerin, meraların, denizlerin üstü RES’lerle kaplanmaya başlandı. Tarım arazileri GES’lerle adeta işgal ediliyor. RES’lerin çevresinde yaşayan halk pervanelerden gelen sesler nedeniyle psikolojik sorunlarla yüz yüze kalmış durumda. Büyük GES’lerin inşa edildiği bölgeler de ortaya çıkardığı ısı nedeniyle iklim değişimi ve radyasyon etkileri ortaya çıkmaya başladı. Alman Yeşillerine yüklenen işlevin, kapitalizmin yok edici yüzünü görünmez kılma işlevi olduğu ve bu nedenle sermaye politikalarına eklemlendikleri çok açık biçimde gözlemlendi.
Son yıllarda dünya da yaşayan tüm insanlar ve dolayısıyla diğer tüm canlılar küresel iklim değişiminin sonuçlarını yakıcı ev yıkıcı bir biçimde yaşamaya başladı. Kapitalizmin kirli yüzünü görünmez kılmak amacıyla birçok politika geliştirirlerken sorunlara duyarlı insanların kapitalizmin iki yüzlü politikalarına istemeden de olsa eklemlendiği süreçteyiz. Kapitalizmin aşırı üretim ve tüketim politikaları onun varlık nedeni ve başka türlü var olamaz. Bu amaçla tek hammadde deposu olan doğa artık üzerinde uygulanan sömürüyü taşıyamamaktadır. Tarım arazileri yok olmakta, sular azalıp kirlenmekte, hava aşırı sıcak ve kirli bir hal almakta. Bunların sonucu olarak yaşam hızla sona doğru ilerlerken insanlık kapitalist politikalara evet mi diyecek? Geçici ve anlık çözümler yaşamın yok olmasını durduramayacağı herkes tarafından görülebilirken başka bir şey yapmalı…