Erdoğan, ekonomi yönetimi için gelen eleştirilere “Terörle mücadele ücretsiz yapılmıyor” sözleriyle kendini savunmaya çalışıyor peki savaş finanse edilebiliyor mu? Son 5 yılda neler yaşandı?
Türkiye ekonomisinde yaşanan dalgalanmanın uluslararası kriz halinin etkisinden ziyade içeride yanlış yönetilen ekonomi ve harcamalar nedeniyle yaşandığı belirtiliyor. Buna örnek olarakda çözüm süreci sonrası gelişen siyasi iklim ile birlikte Libya ve Suriye’de girilen savaşlar, savunma sanayine harcanan paralar olarak gösteriliyor
Bu durumu iktidar da saklamıyor. Ekonomik krizin “savaşın etkisiyle derinleştiği” bizzat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından dile getirildi. Dolar kurunun tarihi seviyeyi gördüğü 7 Ağustos’ta toplumsal tepkilere karşı açıklama yapan Erdoğan, ekonomideki kötü gidişat için “Terörle mücadele ücretsiz yapılmıyor. Ciddi manada harcamalarımız oluyor” ifadelerini kullandı. Erdoğan’ın bu söylemi, algı yönetmenin yanı sıra “savaşı finanse” edemediğinin de itirafı oldu.
MA’dan Selman Güzelyüz’ün değerlendirmelerine göre: İktidarın “çözüm sürecini bitirdiği” 2015 tarihinden bu yana makroekonomik göstergeler, iktidarın sınır içi ve sınır dışı yürüttüğü askeri operasyonları finanse edemediğini gösteriyor
Yabancı sermayenin kaçışı
Uluslararası sermayenin Türkiye’den çıktığı tüm zaman dilimlerinde ekonomi krize girdi. Birçok ekonomist Türkiye’de yaşanan 1994, 1998, 2001 ve 2008 krizlerinin sebebinin yabancı yatırımcıların ülke ekonomisindeki mevduatlarının çekmesiyle başladığını belirtiyor. Verili durumdaki krizin en önemli sebeplerinden biri de ülkenin “riskli ülke” konuma düşmesinden kaynaklı yabancı sermayenin kaçışı olarak gösteriliyor. Yabancı sermayenin ülkeden kaçışına sebep olan en önemli göstergelerden biri de Credit Default Swap (CDS) puanı.
CDS primleri düşüktü
Bir ülkenin risk ölçümünde en güvenilir ölçü olarak kabul edilen CDS, bir anlamda kredi sigortalama maliyetini ifade ediyor. CDS primi 300’ün üzerinde olan ekonomiler aşırı kırılgan, altında olanlar ise iyi olarak tanımlanıyor. Türkiye’nin yıllara göre CDS primine bakıldığında en düşük olduğu dönem 2013-14 yıllarına ait. 8 Mayıs 2013 tarihinde Türkiye’nin 5 yıllık CDS primleri 111 puanla en düşük seviyedeydi. Yine çözüm sürecinin devam ettiği 24 Ocak 2014’te CDS puanı 274 seviyelerinde seyretti. Çözüm sürecinin bitirilmesiyle birlikte CDS Eylül 2015’te 327 puana yükseldi. CDS puanı daha sonraki yıllarda da artış kaydederek, gelinen aşamada 600 seviyesine yaklaştı.
Sermayenin kaçışı
Çözüm sürecinin önemli kritik aşamalarından olan Dolmabahçe Mutabakatının reddiyle sonuçlanan belirsizlik, beraberinde yabancı yatırımcıların Türkiye piyasalarından hızla kaçışına neden oldu. Mevduatlarıyla yabancıların Türkiye’deki toplam portföy büyüklüklerinin yıllar itibariyle 2002 yılında 9,2 milyar dolarken, bu oran çözüm sürecinin yaşandığı 2013 yılının Mayıs ayında 158 milyar 397 milyon dolar gibi devasa bir seviyeye çıktı. 2014 yılında da devam eden bu iyimserlik hali daha sonraki yıllarda giderek azaldı. 2015 yılından sonra yabancı sermayenin doğrudan yatırımlarında yüzde 54 gerileme yaşandı. Merkez Bankası’nın açıkladığı ödemeler bilançosu verilerine göre, sadece 2020’nin Mart ayında Türkiye’den çıkan yabancı sermaye (tahvil, borsa ve banka mevduatından) 7,7 milyar dolar oldu. Borsa İstanbul’daki yabancı payı ise 16 yıl sonra ilk kez yüzde 50’nin altına indi.
Güvenin azalması
Hane halkının genel ekonomik durum ve gelecekteki kişisel ve genel finansal beklentilerini yansıtan tüketici güven endeksi, 100’den büyük olduğu durumlarda tüketicilerin ekonomi konusunda iyimserliklerini, küçük olduğu durumlarda ise kötümserliklerini gösteriyor. Tüketici güven endeksi 2014 yılında 77 seviyesindeyken, daha bir sonraki yıl düşüş kaydederek 73,58 oldu. 2016 Aralık ayında ise endeks 63,38 oldu. İncelenen verilere göre, 2007-2018 arasında veri bulunan tüm ayları incelediğinde tüketici güven endeks değeri de 2008 krizi öncesindeki seviyeye ulaşmadı. Ocak 2020 tüketici güven endeksi ise 58,8 olurken, bu rakam bir sonraki ayda 57,3 oldu.
Harcanan para
Savaşın ekonomi üzerindeki olumsuzluklarından biri de yurttaşları direkt ilgilendiren kişi başı milli gelir. Türkiye’nin kronik sorunlarının başında gelen kişi başına düşen Gayri Safi Yurt İçin Hasıla AKP’nin iktidara geldiği yıl 2002’de 3 bin 659 seviyesindeyken, bu rakam Öcalan’la görüşmelerin olduğu 2013 yılında tarihi seviyeye ulaştığı gibi, çözüm sürecinin bitirilmesiyle birlikte giderek eridi. Buna göre, 2013 yılında 12 bin 480 dolar civarında olan kişi başı gelir, yine çözüm sürecinin devam ettiği 2014 yılında 12 bin 112 dolar seviyesinde gerçekleşti. Ancak sürecin bitirilmesi sonrası bu rakam sırasıyla, 2015’te 11 bin 19, 2016’da 10 bin 883, 2017’de 10 bin 616 dolar, 2018’de 9 bin 693 dolar ve 2019 yılında ise 9 bin 93 dolar oldu.
İşsizlik arttı
Savaş politikaları ekonomideki diğer parametreler olduğu gibi işsizlik sorununu da çözümsüz boyutlara taşıdı. Buna göre çözüm sürecinin konuşulduğu günlerde tek hane olan işsizlik rakamları, savaşın başlamasıyla birlikte çift hanelere çıkmasının yanı sıra; sürekli artış kaydetti. 2013 yılında 9.7 olan işsizlik rakamları, 2014’te de tek hanede kalmayı başardı. TÜİK verilerine göre 2015 yılında 10,3 olan işsizlik rakamları, sırasıyla 2016 yılında 10.9, 2017 yılında 10,9, 2018 yılında 12,3, 2019 yılında ise 13,5 şeklinde oldu. DİSK-AR tarafından her ay hesaplanan geniş tanımlı işsiz sayısı verilerine göre ise Nisan 2020’de 2 milyon 793 bin kişi artarak 9 milyon 756 bine yükseldi. Geniş tanımlı işsizlik oranı ise Nisan 2020’de yüzde 28,7 oldu.
Enflasyon arttı
Yurttaşlar üzerinde direkt etkili olan bir diğer makroekonomik gösterge ise enflasyon rakamları. Buna göre, 2013 yılında 7,4 olan enflasyon 2014’te tek hanede seyrederek, 8,17 oldu. Enflasyon sonraki yıllarda çift hanelerden düşmeyerek sırasıyla, 2017’de 11,9, 2018’de yüzde 20’ye çıktı. TÜİK verilerine göre, 2019 yılında tekrar yüzde 11, 5 olan enflasyonun özellikle döviz kurunun Türkiye’de zirve noktasına varmasıyla 2020 yılında da çift hanelerde olacağının işaretlerini veriyor.
Bütçe açığı kontrol edilemiyor
Türkiye ekonomisindeki bütçe açıkları da savaşın etkisiyle açık vermeye başladı. Hazine ve Maliye Bakanlığı verilerine göre, 2013 sonu itibarıyla merkezi yönetim bütçe açığının 18,4 milyar lira iken, bu rakam sırasıyla 2014’de 22.7 milyar TL, 2015’te 22,6 milyar TL, 2016’da 29.7 milyar TL, 2017’de 47,4 milyar TL olarak gerçekleşti. Açık giderek derinleşti, 2018 yılında 72.6 milyar TL ve 2019’un tamamında 123,7 milyar TL oldu. İktidarın 2018 yılından başlayarak bedelli askerlik, imar affı, varlık barışı gibi bir sefere özgü gelirlerle bütçeye destek vermesine rağmen bütçe açığındaki yükseliş durdurulamadı. Mevcut durumda bütçe açığı 2020’nin ilk 6 ayında 109,5 milyar TL oldu. Buna göre, yılın ilk yarısında bütçe açığı geçen yıla göre yüzde 40’a yakın arttı.
Kriz derinleşiyor
Mevcut kapitalist sistemin içerisinde olduğu finansal krizin yansımasını en derinden hisseden ülkelerin başında gelen Türkiye, gerek Kürt sorunundaki çözümsüz politikaları gerekse de yanlış ekonomik tercihleri sonucu salgının da etkisiyle çalkantılı bir döneme girdi. Verili durumda Merkez Bankası rezervlerinin eksilere düşmesi, cari dengenin sadece 2020 yılının ilk beş ayında 16 milyar 720 milyon dolar açık vermesi, yine dış ticaret açığının yüzde 73,2 artarak 23,9 milyar dolara ulaşmasıyla birlikte vadesi gelen dış borç stokunun 123,5 milyar dolara dayanması; başta kur krizi olmak üzere enflasyon ile işsizliğin yönünün yukarıya doğru olacağına işaret ediyor.
HABER MERKEZİ