Prof. Dr. Fuat Ercan’la ‘küçülme iktisadı’ üzerine konuştuk: ‘Doğanın kendisini yenileme hızı ile ulus-devlet destekli imalata dayalı birikimin kendini üretme hızı büyüyen bir çelişki halinde
Yusuf Gürsucu / İstanbul
Geçtiğimiz Mayıs ayı içinde Metis Yayınları’ndan çıkan ‘Küçülme’ üst başlığı ve ‘Yeni Bir Çağ İçin Kavram Dağarcığı’ alt başlığı ile yayınlanan kitapta dünyanın değişik yerlerinde süren ‘Küçülme İktisadı’ üzerine yayınlanmış birçok makale yer alıyor. Bugün yoksullaşma, açlık, doğal yaşamın katledilmesine bağlı ortaya çıkan toplumsal ve ekolojik felaketlerin az gelişmişlik nedeniyle yaşandığı iddialarında bulunuluyor. ‘Sürdürülebilir kalkınma’ iddialarıyla ise ekonomik büyümenin ve kalkınmanın mümkün olduğu tartışmaları yaşanıyor. Doğal yaşamın ekonomik büyüme sürecine yanıt vermesinin imkansız olduğu günümüzde daha net ortaya çıkarken, bu sorunu çözmek adına ekonomik küçülmenin zorunluluğu bir diğer tartışma konusu. Ekonomik küçülme kapitalizmin doğasına aykırı olmasına karşın küçülmenin kapitalizm koşullarında da uygulanabileceği iddiaları zayıfta olsa tartışmalarda yer tutarken, küçülmenin kapitalizmin yok edilmesiyle mümkün olacağı ve bunun bir zorunluluk olduğu savları daha ağırlıklı olarak tartışmalarda yer alıyor. Sosyalizmin üretim süreçleri ve toplumsal kalkınma hedefinin de doğal yaşam açısından tartışılması gerektiği vurgulanıyor. Tüm bu tartışmalar ışığında küçülme ekonomisinin ne olduğu ve uygulanabilir olup olmadığını sevgili Prof. Dr. Fuat Ercan’la konuştuk.
- Dünya üzerinde ciddi bir ekolojik krizin yaşandığı ve doğanın hem hammadde hem de turizm vb. etkinliklerle adeta yok edildiği bu dönemde, doğanın da bir sınırı olduğu daha çok gündeme gelmeye başladı. Kapitalizmin bir zorunluluğu olan büyüme ve sermaye birikimlerinin yeniden değerleme süreçlerinin artık duvara tosladığı iddia ediliyor. Siz nasıl düşünüyorsunuz?
Güzel bir soru. Sorunun içinde geçen kapitalizm ifadesinin bileşenleri üzerinde düşünmenin iyi olacağını düşünüyorum. Çok bildik bir ifade olan kapitalizmin farklı işleyiş-bileşenlerden oluştuğunu düşünüyorum. Bu yüzden bileşenleri işaret etmek üzere ulus-devlet destekli imalata dayalı birikim diyorum. Kendileri içinde farklı işleyişleri olan bu en azından benim ifade ettiğim bu üç işleyiş zaman içinde farklılaşan farklılaştığı oranda ittifak ve çatışmalarla yol alıyor. Ama bu üç işleyişin üç kaynaktan beslendiğini söyleyebiliriz.
ı-) Karşılığı ödenmeyen emek-zamanı (çalışanların sömürüsü),
ıı-) Görünmeyen emek zamanı (kadın emeği) ve,
ııı-) Sorunuzla bağlantılı olarak önceleri serbest mal olarak düşünülen, üretim süreci için hammadde-girdi olan ama şimdi sermayenin değerlenme ihtiyacı (yatırım alanı) ulus-devletin finans kısıt krizine karşı birikim sürecine çekerek nemalandığı doğa.
Ulus-devlet ve sermayenin kendini yeniden üretmesinin krize girdiği ölçüde sürece daha bir dahil edildi. Hani kanıt derseniz, Türkiye’nin son yirmi yılına bakın. Yürütmenin güçlendiği her kanun önemli bir bölümü doğanın sürece çekilmesi ve tahrip edilmesi biçiminde gerçekleştiğini görüyoruz. Yani Marx’ın son zamanlarda daha bir açığa çıkan metinlerinde işaret ettiği üzere metabolik yarılma /çatlak belki onun döneminde daha az görünür idi, ama şimdi hızlanmış durumda. Doğanın kendisini yenileme hızı ile ulus-devlet destekli imalata dayalı birikim kendini yeniden üretme zamanı büyüyen bir çelişkiyi açığa çıkarıyor. Covid-19 bu çelişki/çatlağı farklı düzeylerde olgunun bize bakın dercesine hissettirdiği bir dönemden geçiyoruz.
- Uzun süredir Avrupalı ve Amerikalı bazı iktisatçılar arasında büyümeye dayalı ekonomik yapının sona ermesi ve bunun yerine küçülme ekonomisinin tartışılması gerektiğini belirtiyorlar. Buna gerekçe ise doğal yaşamın bu büyüme sürecini karşılayamayacak olması. Bu tartışmaların içeriğine katılıyor musunuz?
Ulus-devlet destekli imalata dayalı birikim düzeneğinin zaman içinde devinip çok büyük organize işleyişe dönüşmesi sadece muhalif-marksist bakışların konusu olmadı. Bu işleyişin yapısal mantığından hareket eden teknokrat-düşünürler erken 1970’lerde bir araya gelerek Roma Kulübü’nü oluşturdular ve The Limits to Growth’u (1972) yayınladılar. Çalışmanın en önemli özelliği tehlikeyi görmeleri ama tehlikenin esas kaynağını doğal olarak ele almamaları idi. Aradan geçen onca zamandan sonra yeni bir kitap-derleme daha yayınlandı. Adı Küçülme ve ama alt başlığı çok anlamlı Yeni Bir Çağ İçin Kavram Dağarcığı (G.D.Alisa, F.Demaria ve G.Kallis) olan kitap. Mega-çılgın projeler ile iktidarını sürdürmeğe çalışan bir dönemde; küçülme. Gelinen aşamayı işaret etmesi açısından önemli bir alt başlık Dağarcık. Uzun yıllar kalkınma /gelişme iktisadı/sosyolojisi dersi veren biri olarak bu iki çalışmanın ama daha çok da ikinci çalışmanın Türkiye’de muhalefet harekette çok belirgin olan üretimci, büyümeci, üretim ve büyüme üzerinden ilerlemeci analizlerin eleştirisi açısından önemli ve anlamlı ama tabiki teorik konumumdan hareketle eleştirilecek önemli farklılıklar buluyorum. Uzun yıllardır dünyada post-kalkınmacı denen bu endüstriyelmiş üretimci bakışa karşı yeni alternatif öneriler vardı, ama bu bizim topraklara geç uğradı. İyi ki uğradı. Uğraması iyi çünkü genel kabul gören kalkınmacı, Keynesyan, ulusalcı, planlamacı bakışların, çok verimli olduğu bu topraklar için önemli ve deşifre edici. Ama bu bakış açısı devletten, iktidardan ve muhalefetten olan bir KUŞAĞIN var oluş hali. Diyalog kurmak düşünce akıl ile ilgili, ama bu bir yaşam tarzı olmuş. Ben dahil eğer mücadele ile değişmezse, tek çare kalıyor; bir kuşağın ölmesi.
Diğer yandan bir deşifre olarak iyi, ama gerek analiz ve gerekse işaret ettiği alternatiflere katıldığımı söyleyemem. İşleyişi yani ulus-devlet destekli birikimin bütünsel işleyişini işaret etmekten daha çok açığa çıkan tekil durumlara karşı tekil cevaplar veriliyor. ‘Büyüme için büyüme’ değil de ‘yaşam için yaşam’ ya da sahip olma değil de “iyi olma”, ‘faydacılık’ değil de ‘karşılılık’ ve işte ‘demokrasi için demokrasi” gibi birçok kavram dağarcığı oluşturulmuş. Bu dağarcık çok çok anlamlı ama ulus-devlet destekli imalata dayalı birikim düzeneğinin kendi iç çıkar bağlantıları ile büyük organize içsel bütünlüğü olan bir işleyiş olduğunu düşündüğüm için, bu işleyişe karşılık her bir sorun arasında hiyerarşi olmadan ama sorunlarla yüzleşen sorunları kendi sorunu olarak gören hareketler arasında çapraz dayanışma ağları ile esnek politik düzeneklerin teorisi ve pratiği, ya da pratiği ve teorisi oluşturulması gerekiyor. Esnek ve ama zamanla iç bağlantılarını oluşturan ve esnek bir disiplin üzerinden bu kocaman işleyişe karşı çıkma pratiklerinin alternatif olacağını düşünüyorum.
- Sıfır büyümenin bile iyice kıtlaşan yaşamsal kaynakların tükenmesini önleyemeyeceği iddiaları var. Ve hatta Fransız düşünür Andre Gorz 1972 yılında “Yeryüzünün dengesinin sağlanması için maddi üretimin büyümemesi ve hatta küçülmesi şarttır. Ancak kapitalist sistem varlığını sürdüğü sürece bu mümkün mü?” sorusunu ortaya atmıştı. Kapitalizm koşullarında bir küçülme mümkün mü? Bu görüşe katılır mısınız?
Bu iddia biraz komik geliyor bana. İlk etapta sıfır büyüme ifadesi kendi başına alsak bile inanılmaz radikal bir istek, etik bir çağrı. Eyyy yaşamımızı mahvedenler artık durun diyeceğiz, ve yaaa evet haklısınız diyecekler. Yöneten ulus-devlet ve sermaye birikimi ile ayakta kalanlar için var olma koşullarını bırakmalarını istemek? Bu komik ise o zaman şunu söyleyebiliriz, bu gün gelinen noktada bu işleyişin sahipleri bu belirli bir düzeyde varlıklarını sürdürme halleri ile yaşam ortamını tehdit ediyorlar. Düşünsenize 2008 krizi öncesi Türkiye gerçeğini yani büyümenin devam etme halinin devam edemeyeceğini söyleyen uluslararası sermaye frene basın dedi, Babacan’ın buna evet diyesi oldu. Ama frene basılmadı, tam tersine bu kavga Türkiye’de daha hızlı daha çok büyüyenlerin yanın da olan ulusal ölçekli büyük sermaye ve Tayyip Erdoğan ile TUSİAD gibi döviz biçimi sermaye ile varlıklarını koruyanlar arasında kavga başladı. Faiz lobisi ve döviz lobisi bu kavganın fiyatlar üzerinden dile geliş biçimi idi. Daha bir derinlere dalacak olup, ağaçla ormanı birlikte görmek istersek o zaman ilginç bir durum Türkiye’de Adalet ve ama Kalkınma isteyenler frene basılmasını istemezler. Büyümek isterler. Bu güçlü olmalarının ifadesi değil, sermaye açısından büyüyenler karşısında ayakta kalmak isteği, ‘adalet’. İşte Adalet bu Kalkıma isteyen yani sistemin tüm işleyişine daha fazla dahil olmak isteyenlerin öyküsü. Öykü sadece siyasal iktidarın değil bu gerilimi yaşayanların da öyküsü. Bu öykü işleyişin yaratığı içererek ayakta kalma öyküsü. Hayır diye diye işleyişe dahil olma öyküsü. Ulus-devlet destekli birikime dahil olmayı biliyoruz, ama bunun kendi meşrebinde bütün dünyada gerçekleştiğini bilme halimizde sorunumuz var. Tabletli dindar nesil, Türk usulü başkanlık sistemi, hızla değil hızlandırılmış tren tam da melez oluş hallerini ifade ediyor. Neyse sınıfsal olarak eşitsiz bir işleyiş yaratılmışsa, küçük balık büyük balık varsa, her iki balık da aynı denizde yaşıyorsa küçük balık büyük balığın varoluş koşullarına hayır deme yerine, bizde büyümeliyiz diyorsa, ve haklı olarak yaşamak için büyümesinin gerektiğini düşünüyorsa, sıfır büyüme sınıfsal çelişkilerden bağımsız düşünülemez. İşin ilginç yanı Türkiye’de siyasal iktidar bu iki sınıfsal-sermaye büyüklüğü ile eş zamanlı çıkarlara hizmet ederken, bir aşamada küçük ve büyümek isteyenler ile büyük ama bu işi böyle güdemeyeceğini (özellikle döviz biçimde sermaye ihtiyacı) sınıfsal olarak yaşayanlar arasındaki gerilimli alanda kalıverdi. İktidarın açmazlarından en önemlisi bu idi, ve iktidarın “ey faiz” ve “ey döviz lobisi” demesinin arkasında tam da bu gerilim yatıyordu. AKP Tayyip Erdoğan öncülüğünde bir aşamada oy potansiyeli olan faiz oranları ve dövizin değerlenmesinden etkilenen sınıfların yanında yer aldı. Zaten çatışma bu aşamada siyasal iktidarın sermaye çıkarları arasındaki bu farklılıklar içinde daha çok biçimleniyor. Yani uzattım ama bu ifade her durumda etik olarak evet ve ama sermaye ve politik iktidar için geçerli değil. Zaten geçerli olsa bile aynı düzeyde devam edecek bir işleyiş birikimli olarak yine insan-çevre ilişkisini bozan oranlar üzerinden yıkımın azalması ama devam etmesini sağlayacaktır. Gerçeği bu işleyişin tüm bileşenleri ile yok edilmesi/yıkılmasıdır. Sorunun gerçek cevabı daha çok politik özne ama kitlesel bir dile gelişi ve kitlesel dönüşümü gerekli kılıyor.
- Kalkınma; ‘yerel’, ‘dengeli’, ‘sürdürülebilir’ vb. sıfatlarla anılarak özellikle iklim zirvelerinde tartıştırılıp kapitalizmin büyümeye dayalı zorunluluğunun maskelenmeye çalışıldığı iddialarına katılıyormusunuz? Biyoiktisatçı Nicholas Georgescu-Roagen’in “Sürdürülebilir kalkınma en zehirli reçetelerden biridir” sözünü nasıl değerlendirirsiniz?
Sıfır büyümeden daha tehlikeli sürdürülebilir ifadesidir. Yukarıda bunu aslında açıkladık Kapitalizm ancak ve ancak farklık yaratarak yani biz Marksistler için karşılığı ödenmemiş emek-gücünden kaynaklanan artı değer, ya da sistemin ‘duayeni’ iktisatçılar için katma değeri yüksek alanlara yatırım yaparak devam edebilir. O zaman sürdürülebilir olan dediğimizde neyin sürdürülebilirliği çatışma/kavga konusu. Sermayenin mi, emeğin mi, doğanın mı, siyasal iktidarın mı sürdürülebilirliği mi?
- Sosyalizm savunularında da ‘İnsan refahı’ odaklı bir kalkınma ve büyüme hedefi içeriliyor. Sosyalizm hedefi içinde hareket eden düşünce ve yapıların küçülmeyi içerecek bir tartışma yürütmesi gerektiğine katılır mısınız?
Güzel bir soru, gelecek olunca sadece umut-duygumu ifade edeyim; ulus-devlet destekli imalata dayalı birikimin oluşturduğu toplumsal işleyişe hayır diyorsak, o hayır ifadesinin üzerinde durup analiz etmesi gereken üç şey var demek. Küçülme doğanın tahribatını azaltacak bir ifade ise tabiki evet, ama belki daha çok yukarıda işaret ettiğim gibi bu istek politik duyarlılık üretimci ulus-devlet ve sermaye için değil ama kalkınmacı, ilerlemeci sol açısından sağlıklı bir politik ifade, deşifre edici dili var. Ama küçülme ifadesinin ilk yüzleşeceği, kavga edeceği kesim sermayedarlar olacak. Küçülme ifadesini politik gündemde bulunduran ve yanlarında olacağım düşünsel/eylem halinin sermayenin işleyiş ve belirlemelerini iyi-kötü şirket ya da ampirik olarak küçülmeye ayak uyacak işletme / firmalara ait detaylı birikime ait tartışmaları olmadığını düşünüyorum. Üretim, realizasyon ve yeniden değerlenme süreci imalat ve ulus-devletle birlikte işleyen bir dinamik, o yüzden kızıl hat, yeşil hatla ve hatta mor hatla buluşması gerekiyor. Ama küçülmenin politik pratiğini etik-politik biçimde sürdürecek arkadaşların da zaten inatları oranında radikal olacağını düşünüyorum. Evet küçülme ama ulus-devletin, imalata dayalı işleyişe ve birikim mekanizmasına karşılık KÜÇÜLME. Bu imalata dayalı sistemin yani kapitalizmin “döl yatağı” Ziggurat’a uzatarak tarihsel gerçekliği çarpıtmanın anlamı yok, bu işleyiş mekanizma hem endüstriyalizm ve hem de sermaye birikimi için tarihsel bir gerçeklik. Kır üzerinden ve küçülme ile sorunları çözecek bir mekanizma değil.
- Ekonomik anlamda küçülme tüm yaşam biçimlerinin değiştirilmesini ve ciddi bir üretim kısıntısına gidilmesini gerek duyar. Bu bağlamda gelecekte büyük devletler yerine özyönetime dayalı otonom yaşamların ortaya çıkması gerektiği iddiaları var. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Politik pratik bir gün küçülme yani doğayı tahrip etmeyen, emek-gücünün karşılığı ödenmeyen eşitsiz değişim değerine izin vermeyen ve dahası emek – gücünün yeniden üretimi yani kadınların çifte baskı altından kurtaracak bir yaşam ortamını örgütlemek, o ortamın mücadelesini vermek ne güzel. Ama son zamanlarda enternasyonal tarihsel istek talebin yerini yerel otonom işleyişlere yönelik stratejik kayma üzerine düşünmemiz gerekiyor. Sadece teorik olarak değil politik olarak düşünmemiz gerekiyor, bu gün yerel dediğimiz tüm yaşam koşulları sermaye birikiminin sadece üretim değil tüketim ve insan oluşumunu belirlemişse ve bu belirleme dünya ölçeğinde işleyen bir network ve düşünce/duygu /arzu /tüketim üzerinden gerçekleşiyorsa, yerel otonom her oluş, hem içerden kodlanmış hem de dışardan hep kodlamaya devam eden bir etkilenmeye dahil olduğunu bilmeliyiz. O zaman sorun yerel-otonom olsa bile bunun ancak kısmı ulus-devlet destekli imalata dayalı birikimin yaşamını sürdürdüğü alanlarda da köşeye sıkıştırarak dönüşmenin mümkün olacağını düşünüyorum. Yani yerel/lokal olan bağlantılar içinde yerel ve lokal değildir, yerel-otonom her mücadele sadece yerel-lokal değildir, yerel-lokal otonom olmaktan çıkmıştır. Rojova deneyimini düşünmek bile bunun böyle olduğunu gösteriyor
- Türkiye’de ulus-devlet modeli ile büyüyen sermaye birikimi doğal yaşam üzerinde büyük bir baskı kurmuş durumda. Bu baskılara karşı da birçok platform ortaya çıktı. Sizin sıkça vurguladığınız ‘yatay ve dikey çapraz dayanışma ağları’nı biraz açar mısınız?
Türkiye’de değil başından itibaren bütün dünyada sermaye birikimi ulus-devlet üzerinden, içinden, ötesinden biçimlenmiştir. Bizim gibi geç kapitalistleşen ülkelerde devlet ve siyasal iktidar daha bir görünür olması nitelik değil tarihsel sürecin farklılığını işaret ediyor. Ulus-devlet destekli imalata dayalı birikim kendini yeniden üretme süreci öncelikle bu mekanizmanın oluşumu ve zaman içinde gelişmesi anlamına geliyor. Bu iki evre özellikle bizim gibi geç ulus-devlet ve imalata dayalı birikim mekanizması oluşumunda çok melez/ hybrid yapılar açığa çıkartıyor. Bir dönem işçi sınıfı oluşumu kırdan kente göçü ifade ederken, şimdi kentsel alanda işçi sınıfının gerçek boyunduruk altın alınmasını içeriyor. Ulu-devlet, imalata dayalı işleyiş ve birikim zaman içinde atölye, fabrika ve tarlalardan başlayarak yaşamın tüm alanlarını içeriyor. Yaşamın tüm alanlarına sızan bu hastalık üreten yapıya karşı ilk etapta ulus-devlet, imalata dayalı endüstriyalizm ve ama sermaye birikiminin değip, dokunup içselleştirdiği oldukça farklı yaşam ortamları var ki, tüm bu farklı yaşam ortamlarının farklılığı nesnel olduğu ölçüde karşı çıkış farklı ezilme, sömürülme biçimlerine karşı çıkış olacaktır. Kadın hareketi sadece patriarka değil ama ulus-devlet ve imalata dayalı sistem ile sermaye birikiminin olumsuz dinamikleri ile karşılaşıyorsa, bir işçi ama erkek işçi ile belirli platformlarda ittifak ama aynı zamanda patriarka içinde kavga ediyor olması gerekiyor. Ulus-devlet, patriarka ve imalat ile sermaye birikimi artık var olma koşulları karşılığı ödenmemiş emek (işçi-sınıfı), görünmeyen emek (kadın yaşam ortamı) ve serbest ya da fiyatlandırılmış olarak doğayı içeriyorsa politik OLAN ve politik ALAN artık bu içsel bağlantılara bağlı işleyiş karşısında ezile/sömürülme koşullarına göre zaman içinde alternatif çapraz ağların kurulması, mücadelenin bu ağların olay-sınıf merkezli saldırıya karşı, kendi içinde farklı ama bir zaman, bir sorun üzerinden esnek biçimde çapraz dayanışma ağlarının bir araya gelişini sağlaması gerekir. Ama bu bir araya gelişi anlamlı kılacak zaman içinde kızlı, mor, yeşilin insanların özgür istenci ile oluşmuş daha organize (daha disiplinli değil) birlikteliklere dönüştürülmesi temel uzun erimli amaç olması gerekiyor.