Densizliğini hoş görelim diye masalcı kılığına giren adam bir çocuğun ağzından kralın çıplak olduğunu haykırır. İzleyenler kahkahayı koyuvermesin diye dini metinler anında havada uçuşur; “birbirinizin ayıplarını örtün!” Külliyat yutucu, ilgili tüm emirleri çarçabuk bulup dizer. Mananın ilmine nail ulu müfessir aydınlatmayı üstlenir; bilgi sahibi olmanın önemli olmasına rağmen her konu hakkında her şeyi bilmenin gerekmediğini, soylu ruhlara yaraşır olanın dostlar içinde olduğu kadar düşmanlar arasında da birçok şeyi görmezden gelmek olduğunu söyler. İyi yürekli vaiz, can sıkıcı konuların usandıran ayrıntılarına boğulup gitmekten, sürekli etrafında dolanarak bu yıpratıcı mevzuları bir saplantıya dönüştürmekten bizi kurtarmayı vazife bilir. İç huzurumuzu kendisi için onur meselesi yapan sıhhatli görüş, “hiçbir şeyi en ufak detayına kadar kurcalamayın” diye telkinde bulunur. Çok az kişinin onurlu bir savaşın hakkını verebileceğini, rekabetin insanın itibarına gölge düşürücü tehlikelerine aşina temkinli bakış, hem deneyimli hem çok daha tedbirli: “her kusurunu gören gözünüzü kapatın ki, her kusurunuzu işiten de kulağını tıkayıp geçsin.”
Fazla dikkat, nezaketin altındakini patavatsızca ortaya çıkarır. Meraklı el, keskin baltaları, kanlı kılıçları, postları, kafatasları, paslı çivileri, kırık camları, zehirli okları, serin bıçakları gizleyen şu yumuşacık pahalı halıyı indirmenin bir yolunu bulur. Ayrıntıya fazla odaklanmak iyi değil, onu kurcalamak hiç iyi değil. Dini metinler tehlikeyi bildirir; soylu beyinler, göksel akılla önemsiz ruhlar arasında mekik dokur, ayıpları örtmekle selamete çıkmanın bir ve aynı şey olduğuna ikna uğruna itibarından harcar. Kitlelerin zavallı beklentileriyle kuşanan politikacı daha iyisini yapar; rakipsiz bırakır ve iyi şöhretinin tüy yastıklarına gömülür. Kötü olmadığını kanıtlama zorunluluğu olmadığı sürece o zaten hep en iyidir. Ona kanlı gövdesiyle basamak olana, “sen düştüğün kuyuda gömülü kal!” demesi başka sebepten değil. Gürültüsüz bir sabah uykusu herkes için en hayırlısı. Yoksa kavganın sıcaklığı buzlarını çözer, ölü uykusuna yatmış skandalları yeniden uyandırır, ona bir can, diri bir başlangıç, esin dolu bir heyecan, taptaze yeni bir hezeyan verir. Öyleyse herkes kendince bir açığı örtmeli, detayları özenle geçmeli, suça erdemin sessizliğinden vermeli.
Öfkesiz ve dilsiz, kör ve sağır. Yani semavi ışığın, dünyevi sadeliği bulduğu, onunla birleştiği ve dinlendiği yer. Hüzünlü düşünüş, fazla görmenin küçültücü; uykulu tefekkür, aşırı duymanın değersizleştirici etkilerinden söz eder. Dengenin kıymetini bilen ve her şeyi oluruna bırakmak gerektiğini ileri süren sağduyudur. Arzulanandan aşağı bir düşüşün pahalıya mal olduğunu bildirdiğine göre, insanın zaaf ve suçlarını bulmaya odaklı ölçüsüz hamlenin ziyan döngüsünden de haberdar. Ona kalırsa kim ki semavi bildirgeyi ihlal eder ve yanındakinin ayıplarını örtmez, o zarardadır, sonunda ayağına kendi ayıbı dolanır. Kim ki bu tür kusurları eşeler, kendini budala durumuna düşürür! Suçlu kişi ve hasarlı politikacı, arkaik metinlerin de bu çıkarcı görüşün de sadık izleyicisi. Hileye alaycılığıyla başlar ve ihtiyaç duyduğu her yerde değil, bulabildiği her yerde basitliğine payanda arar.
Törebilimin temel sorunuymuş: “İnsanlara ne denli kötü oldukları söylenmeli mi, yoksa onları tüm masumlukları içinde kendi kötülükleriyle baş başa mı bırakmalı?” Yufka yürekli düşünür esas görüşünü pek insanca bir başka öncül soruyla bildirir: “Acaba kötülüklerini bilmeleri, insanlara kötülükten arınma yolunda bir olanak sağlar mı, yoksa özellikle bunu bilmeleri, kötülüklerini kökü kazınmaz bir duruma mı sokar?” Dini metinlerin emri kadar sevgili düşünürümüzün vardığı hüküm de pek yerinde: ”Çünkü bakarsın, bir kez kötü olarak saptanıp nitelendirildi mi, kötü’ye ister istemez kötü olarak varlığını sürdürmekten başka çare kalmaz. Böyle bir durumda kötü, kendini ne kadar gizleyip saklasa da, hep vardır artık.” Özcesi, şöyle güzel güzel suçsuzluğuna arınıyorken suçluyu rahat bırakmalı da asıl tüm suçların faili şu tehlikeli suçsuzu yakalamaya bakmalı. Zaten şurada bir yerlerde olmalı o da; yanmış bir ağaç kovuğunda, kurumuş bir dere yatağında, olmadıysa muhakkak göçmüş bir dağın yamacında…