Diplomasi toplumun çevresiyle kurduğu ilişkileri içeren çalışmaları kapsamaktadır. İnsanlık var olduğundan beri her topluluk ya da halk önce yakın çevresiyle ve süreç ilerledikçe; toplumda gelişme, büyüme gerçekleştikçe çevre ilişkileri de büyüme, daha geniş alanlara yayılma ve karmaşıklaşmaya başlayacaktır. İlişkilenmeler sonucu toplumlar iç içe karışarak sentezlenir ve daha üst toplumsal formlara geçiş yapar. Klan, kabile, aşiret ve aşiret konfederasyonları bu tarzda oluştular.
Devlet ortaya çıkmadan önce bu tür oluşumlar zamana yayılarak doğal bir seyir içinde ve zora dayanmadan gerçekleşir. İnsan hakikatinde yeni formlar böyle oluşmaktadır.
Ancak iktidar-devletleşme nasıl ki, her alanda zor uyguladıysa, kendi ihtiyaçlarına denk düşecek devletleşmiş formlar oluşturma peşine düştü. Şiddet temelinde toplumu hakikatinden koparma ve devletleşmiş toplum oluşturmaya yönelir.
Bunu en yaygın yapan aşamada kapitalist modernist zaman oldu. Ulus formu önceki formların daha karmaşık hali olarak doğmuştur. Ancak zamanın egemen sınıfı haline gelecek olan burjuva hilelerle ve komplolarla duruma hakim olacak ve ulus-devlet denen paradigmasını hayata geçirecektir. Yaşamın her alanında (bilim-teknik, kültürel akışkanlıklar ulusun oluşum zemini) yaşanan gelişmeler; toplumları iç içe geçişlerini kolaylaştırmış ve yeni forma evrilmeyi sağlamıştır.
Ulus-devlet modeli ulusun doğal oluşumunu bozma ve devlet ihtiyaçlarına göre form kazandırma savaşıdır. O yüzden tüm zamanların en büyük, kapsamlı ve kitlesel kıyımlar düzeyinde savaşlar bu dönemde yaşandı, yaşanıyor. Burjuvazi kapitalist pazar üzerinde hakimiyetini kurmak için teklik üzerinde ulus-devleti inşa etti. Dolaysıyla farklı toplumsal formlar ret ve inkâr edildi. Sömürgecilik ve sömürü bu yolla derinleştirildi.
Adına diplomasi denilen savaş politikası da bu amaca uygun kurgulandı ve uygulanmaktadır. Devlet dışı aktörlerin ilişki kurma, diplomasi yapmayı da meşru görmeme, uygulamaya kalkışanların çalışmalarını dağıtmak için her tür çabayı ortaya koyarlar.
Bunun en çarpıcı yansıması da Kürtlerin durumunda açığa çıkmaktadır.
Kuzey-Doğu Suriye yönetimi ABD’li bir şirketle petrol çıkarma anlaşması imzaladı. Bunun üzerine Türkiye’de kıyamet koptu. Nasıl olur da Kürtler ABD ile ilişkileniyor? Taktik düzeyde de olsa diplomatik ilişkiler geliştiriyor. Petrol anlaşması yapabiliyor.
Şiddetli kınamalar, Kürtlere akıl vermeler. Emperyalizmin oyununa geliyorsunuz, aklınızı başınıza toplayın gibi sağcısı, İslamcısı ve solcusu hop oturup hop kalkmaya başladı. Verilmeye çalışılan imaj bu tür söz söyleyenlerin tümü Kürtlerin kadim dostlarıymış pozlarından da geri durmuyorlar. Kürtleri koruma endişesiyle bu lafları ettiklerini adeta vurgulamayı da ihmal etmiyorlar. Yeniden kardeşlik edebiyatına başvurulmaya başlandı. “Etle tırnak gibiyiz, bin yıllık kardeşlik hukukumuz var” gibi yazılıp çiziliyor.
Öncesi bir tarafa son yüz yılda yaşananlar bilinmezse, Kürtlerin ne kadar da sevildiği ve can dostları varmış diyesi geliyor insanın. Ancak son yüz yılda yaşananlar mı kardeşlik hukukudur? Dersim’de mağaralarda fareler gibi gazlanan Kürtler kardeşlik hukukuna göre mi yapıldı? Mezara bile tahammülsüzlük hukukun neresine sığar?
Kardeşlik hukukunda kimlik inkârı var mıdır? Kürdistan’ın dağından taşına varıncaya kadar tümünün isimlerini Türkçeleştirme kardeşlik hukukunun neresinde? Kürt’e bu tahammülsüzlük neden? Kardeşlik var ise bu soruları sormak en meşru hal değil midir?
Demokrasi ve özgürlük koşullarında yaşamak için hukuk doğru kurulmak durumundadır. Aksi halde kardeşlikten bahsetmek abes kaçmaktadır. Bu şartlarda Kürtlerin kendi akıllarıyla hareket etme, özgürlükleri için direnme ve uygun şartlarda diplomatik ilişkiler geliştirme en doğal ve vazgeçilmez haklarıdır. Bunun için başkalarından akıl almalarına da ihtiyaçları yoktur.
Her toplumsal varlık kendi hakikatiyle davrandığı oranda kendisi olabilmektedir. Yüz yıldır kendisi olmaktan çıkarılmaya çalışılan Kürtler kendisi olmaya çalıştıklarında her türlü hile, entrika ve fitne devreye konularak boşa çıkarıldı. Bu bir alışkanlık haline getirildi. O yüzden Kürt kendisi olmaya başladığından beri saldırganlık arttı. Neden? Çünkü Kürt hep hazır kıta bekletilen asker olarak değerlendirildi. “Kürt Mehmet nöbete” anlayışı köklü yerleştirilmiştir. Bu konfor kaybedilmek istenmemektedir. Kürt’ü “fırt fırt ayran içen” olarak görmek yanılgının çukurunda seyretmektir. Kürt kendine gelmiştir, toparlanmıştır; kendisi için neyin doğru veya yanlış olduğunun bilincine varmıştır. Bu gerçeğin farkına varıldığı oranda kardeşlik hukuku kurmanın zemini oluşmaya başlar. Birlikte demokratik ve özgür bir yaşam kurulabilir. Aksi halde Kürtler diplomatik ilişkiler de kurar, ekonomik ve ticari anlaşmalar da yapar.