ABD’nin 19. yüzyılda ortaya koyduğu felsefe olan ‘kaçınılmaz alınyazısı’ ile genişlemek ve ‘demokrasi’ ihracı ile kapitalizmi tüm Kuzey Amerika’ya yayarak, tanrı tarafından tayin edildikleri yalanları ile bölgeyi abluka altına alıp yoğun bir sömürüye tabi tutmuştu. K.Amerika halkları için ortaya konan alınyazısı felsefesi ile halkların yoksulluğu ve her türden kötülük bir kader olarak halklara dayatıldı. ABD’nin bugün yine aynı felsefeye dayanarak dünya üzerinde büyük bir hegomonya peşinde koştuğu izleniyor. En belirgin hedefleri içinde ise Ortadoğu önemli bir yer tutuyor.
Ortadoğu’nun önemi her zaman gündemlerindeyken bugün ise çok daha önem verdikleri bir bölge olarak görülmekte. Çünkü Ortadoğu dışında petrol üretimleri çoktan pik noktaya ulaşmış ve gerileme dönemine girmiş durumda. ABD’nin bu gerilemeyi ‘kaya gazı ve kaya petrolü’ ile azaltma girişimlerinin büyük bir ekolojik yıkıma yol açmış olması, konvansiyonel olmayan üretimlerin genişlemesinin önünde en büyük sorun. Bir diğer sorun ise yüksek sondaj maliyetleridir.
Ancak Ortadoğu’da henüz en yüksek üretim noktasına ulaşılmamış olması ABD ve diğer emperyalist kapitalist devletlerin bölgeye olan ilgisini geçmişe göre daha fazla yükseltmiştir. Yalanlar eşliğinde Irak işgali ile bölgede tam bir hegomonya kurmayı amaçlayan ABD’nin, İran’da Şah dönemindeki imtiyazlarına tekrar geri dönmek en önemli hedefidir. Bir diğer hedefinin ise Suriye olduğu bilinen bir gerçek. Suriye’de büyük bir başarı gösteren Kürt halkının direnişini bertaraf edebilecek koşulları yaratamayan ABD, zorunllu olarak Kürtlerin yanında durmuştur.
Rusya’nın benzer politikaları ise Kürtlerin herhangi bir statü kazanmalarına yönelik ciddi bir adım atmaması yönünde. Suriye üzerinde belirleyici bir pozisyonda olan Rusya’nın, Suriye’nin tüm politikalarına yön verdiği izlenmektedir. Suriye devletinin Kürt halkına yönelik attığı tek adım olan ‘kültürel özerklik’ verelim yaklaşımı onbinlerce insanını IŞİD saldırılarında yitirmiş olan ve tüm dünyanın gözü önünde büyük bir direniş gösteren Kürtleri ikna etmekten çok uzak bir yaklaşımdır. Kürtlerin ABD’li bir şirketle petrol çıkarma anlaşmasına yönelik Suriye’nin yaptığı açıklamalar ise Kürtlerin adeta ABD’ye mahkum olmalarını sağlamaya dönük bir tutum olarak yansımaktadır.
Suriyeli Kürtlerin en önemli hedefinin; ekolojik, kadın özgürlükçü bir özyönetim inşa etmek olduğu bilinmektedir. ABD’li şirketle yaptıkları anlaşma bu hedefle çelişiyor gibi görünse de mevcut politikalarından vazgeçtiklerini gösterecek en ufak bir politika değişikliği gözlenmemektedir. Türkiye’de ABD karşıtlığı üzerinden politika yapan sağlı-sollu siyasi hareketlerin Kürtlerin ABD ile işbirliği içinde oldukları iddiaları bölgeye ve dünya da uzun süredir süren yeni bir dünya paylaşım savaş sürecine yönelik hiçbir ilgilerinin olmadığının açık bir göstergesidir.
Kapitalizm, ortaya çıkan aşırı sermaye birikiminin yeniden değerlenmesi sürecinde ciddi bir tıkanma yaşamaktadır. Bu tıkanma tüm dünya da üstü örtük olan fakat artık açıkça görülmeye başlanan savaşları ortaya çıkarmıştır. ABD’nin hayali tüm dünya üzerinde yeni bir imparatorluk biçimini kurmak olduğu iddiaları iktisatçılar tarafından belirtilmektedir. Buna muktedir oluğunu söylemek ise çok zor ancak ulus devletler üzerinde yıkıcı faaliyetini arttırarak sürdürmesi kaçınılmazdır. Türkiye’de yaşanan ekonomik kriz yeni bir evreye sıçrarken mevcut iktidarın bu süreci yönetmesi olanaksızdır. Benzer koşullar dünyanın diğer ulus devletlerinde de yaşanmaktadır.
Ulus devletlerin yerle bir olacağı bir sürece doğru ilerlenirken emperyalist kapitalist sistemin insan ve diğer canlı yaşam üzerinde kurduğu yok edici hakimiyetine karşı, Rojava gibi özyönetimlere dayanan özerk bölgelerin ortaya çıkması muhtemeldir. Ortadoğu ülkelerinde benzer gelişmelere önümüzdeki süreçte çok daha fazla karşılaşacağımızı söylemek kahinlik olamaz. Dünya halklarına yoksulluğu, sefaleti, açlığı ve ölümü kader olarak sunan kapitalizm yolun sonuna gelmiş durumda.
Kaderciliğe boyun eğip yaşayamayacağımızı pandemi sürecinde gördük. ABD’de pandemiden etkilenenlerin özellikle siyahlar ve yoksullar olduğunu izledik. Türkiye’de de Kürtler ve yoksulların bu süreçte en çok zarar gören kesimler olacağını ise veriler göstermekte. Yönetenlerin artık eskisi gibi yönetemeyeceği bir dönemin içindeyiz ve bu durum değişmeyeceği gibi aksine derinleşecek. Bu süreçte değişmesi gereken tek şey, bize kader olarak sunulanı reddetmek ve kendi kaderimizi yazmak olacaktır.